MEMLEKETİN HALLERİ: BİR BEKA SORUNU OLARAK BELEDİYE SEÇİMLERİ!

MEMLEKETİN HALLERİ:                                BİR BEKA SORUNU OLARAK BELEDİYE SEÇİMLERİ!

Memleketin bir takım hallerini yazacağız da nereden başlayalım bilemiyoruz! Çünkü nereden başlasak elimizde kalacağını biliyoruz! Durum bu.

Elbette bir yerden başlamamız gerekiyor. Mesela seçimlerden. İktidara ve ortağına göre bu seçimlerde “Türkiye’nin bekası” oylanacak. Yani bir nevi hayat-memat meselesiyle yüz yüzeyiz. Vah zavallı memleket, bir belediye seçimlik canı kalmış demek ki! Yazık.

Muhalefet bazen “Nihayetinde bir yerel yönetim seçimidir, neden Türkiye’nin beka sorunu olsun? Bu, olsa olsa sizin beka sorununuzdur!” türü eleştiriler yapıyor; ancak kimse “Yahu ne haltlar karıştırdınız da Türkiye’yi bir ‘beka’ sorunuyla karşı karşıya bıraktınız” demiyor! Düşünsenize dinci-milliyetçi bir parti 16 küsur yıldır tek başına iktidarda, her şey ondan ve esas olarak da tepesindeki tek adamdan soruluyor! Üstelik son iki yıldır, hayatı boyunca felâket tellallığından nemalanmış şoven milliyetçi bir partinin en kritik konularda neredeyse kayıtsız şartsız desteğini alıyor. Ama yine de memleket bir “beka” sorunuyla karşı karşıya! Bildik bileli beka işlerinden sorumlu bir tarihsel geleneğin devri saltanatında Türkiye yok olma-yok edilme noktasına gelmiş; yani varlığımız pamuk ipliğine bağlı! Bunlar iktidardan giderse, hatta bırakın gitmeyi, çok önemli birkaç büyükşehirde belediyeyi kaybederlerse artık Türkiye diye bir şey kalmayacak! Sonra işin yoksa yeni bir “kurtuluş savaşı”yla uğraş dur!

Tabii, bu “beka” sorununa ilişkin olarak iktidar cephesinin çok sağlam bazı kanıtları var: Mesela Türkiye’nin gelişip güçlenmesini, uçup şahlanmasını kıskanan dış güçler! Bunların duruma göre değişen düşmanlık nedenleri de var. Mesela Gezi döneminde başlıca amaçları, Türkiye’yi uçuracak “Üçüncü Havalimanı”nın inşaatını engellemekti; Frankfurt Havalimanı’na rakip olacağı için! Elbette her daim ensemizdeki “faiz-döviz lobisi”ni de unutmayalım. İşin içinde başta “Nazi Almanyası” olmak üzere bütün bir AB vardı. Neyse Gezi olayı bastırıldı da memleket bu emperyalist saldırıdan yırttı, havalimanı inşaatı tamamlandı. Sonra ne olduğunu anlayamadan “Nazi Almanyası” dahil, diğer Türkiye düşmanı AB ülkeleriyle acayip bir yakınlaşma çabasına girildi. Münafıklara göre bunun nedeni giderek içinden çıkılmaz hale gelmeye başlayan ekonomik krizdi. Gerçi, iktidara göre, kriz falan yoktu ama yine de AB ile dostlukta fayda vardı! Zaten bu Avrupalı “dış düşmanlarımız” da (Avrupalı iç düşmanlarımız da var!) bunca borç verip yatırım yaptıkları Türkiye’nin kurtarılması gerektiği konusunda hemfikirlerdi!

Ancak Türkiye, gittikçe güçlenip tutulamaz, zapt edilemez hale gelen bir büyük dünya devletiydi ve haliyle böyle bir ülkenin düşmanı da eksik olmazdı! Misal, Amerika! Aslında kriz falan yoktu, bir Amerikan komplosuyla karşı karşıyaydık! ABD Başkanı, tutuklu bir papazı bahane edip yaptırım tehdidinde bulunmuş, bazı devlet adamlarımızın ABD’ye giremeyeceğine, mal varlıklarına el konulacağına dair bir karar çıkartmış ve bir kur krizine neden olmuştu! Ancak neyse, Bahçeli “Al papazı, ver papazı” diye dursun, karşılığında bir papaz alınmadan eldeki papaz serbest bırakıldı, kriz de yatıştı, dolar 7 liradan döndü!

Tabii, bu arada uzun bir süre milletçe RTE’nin “emperyalizm karşıtı” nutuklarına maruz kaldık. Şimdilik Kürt meselesi bağlamında bazı tehditvari çıkışlara şahit olsak da sistemle, temelde “kan çektiğinden” (Malum, neticede birer kapitalist olarak herkes onun bir parçası!) güncel olarak da ekonomik kriz nedeniyle yakın ilişkiler yeniden tesis edilmeye çalışılıyor. Neticede emperyalizm Kürtlere yakın durduğunda “emperyalizm” olsa da, “bize” yaklaştığında bir “dost ve müttefik”tir! Yani ortada “göreli bir emperyalizm” durumu vardır ve dolayısıyla bizimkilerin emperyalizm karşıtlığı da görelidir!

Aaa yine Kürt meselesi!

Bakın, yine Kürt meselesine geliverdik! Şimdi, bu seçimlerin önemli konularından biri de, her zaman olduğu gibi Kürtler. Hem içeride hem de dışarıda. (Gerçi epeydir Kürt meselesinin pek içi-dışı kalmadı ya!) İçeride neredeyse tamamen “etkisiz hale getirilmiş” “vatan haini ve terörist” PKK’nin (nın!) yanı sıra bir de “eşittir” ve elbette yine “vatan haini” ve “terörün siyasi kanadı” HDP var. Dışarıda ise yine “eşittir” PYD-YPG “terör örgütleri”. (Bunlar Kürtçe kısaltmalar olduğu halde RTE bunları bazen İngilizce okunuşlarıyla söylüyor. Bilin bakalım neden!) Amaç içeride her türlü seçim hile ve yolsuzluğuyla HDP’yi “etkisiz hale getirmek”; olmadı kazandığı yerleri yine kayyumlara teslim etmek. Dışarıda da Menbiç ve Fırat’ın doğusuna askeri bir harekâtla (fütühat yoluyla) PYD-YPG-PKK’yi yok etmek “suretiyle” seçimleri kazanmak. Haydi hayırlısı!

Kürtleri tepeleme yoluyla seçim kazanılabilir mi, bilemeyiz. (Gerçi 1 Kasım 2015’te olmuştu.) Ancak her şey, bir zamanlar, olmayan bir “stratejik derinlik” hikâyesi eşliğinde “fethedilmeye” çalışılan o koskoca bölgenin hemen her yönüyle kaybedildiğini gösteriyor. “Yumuşak güç, ekonomi” falan derken elde sopadan başka bir şey kalmadı! Bakmayın, üst perdeden böbürlenmelere o “büyük hedefler” çoktan kayıplara karıştı. Abdülhamidvari denge oyunlarının nedeni bu. Aslında iktidar dönüp dolaşıp o bildiğimiz “Kürt kapanına” sıkışıp kaldı. Yani “eski rejimin” çıkmazı şimdi artık “yeni rejimin” de çıkmazı…

O üzerinde esip savrulan İdlip, Afrin, El Bab cebi vb. konular, kısmen Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olma amacıyla ilgili görünseler de aslında giderek içine sıkıştıkları Kürt meselesinde kullanılmak istenen birer kozdan, pazarlık ve tehdit aracından başka bir şey değil. Trump’ın “Suriye’den çekiliyoruz “ açıklamasına, “güvenli bölge” vaadine hevesle atlama nedenleri bu. Gerçi “kendi fikirleri” olduğunu sıklıkla tekrarladıkları bu güvenli bölge işinin ABD açısından daha farklı bir işlevinin olacağına, “güvenlikçi” olarak Türkiye’den başka birilerinin düşünüldüğüne dair şayialar çıktıkça suratlar asılıyor, ama yine de umut dolu beklentiler, Amerika Kürtleri bize teslim edecek ümidi ve konu üzerine üst perdeden nutuklar devam ediyor. (Neyse ki o engin tecrübesiyle Devlet Bahçeli mevzuya uyanmış durumda!) Eh, ne de olsa rejim için bir istikbal meselesi, alttan almak, vazgeçmek olmaz! Ancak herkes, Saray rejiminin, ABD ile Rusya arasındaki bölgesel rekabet ve dengeye ve de boşluklara oynamaya çalışırken, ABD ve Rusya’nın denge oyunlarının bir aracına dönüştüğünün de farkında. İktidar, bir beka sorunu olarak gördüğü Kürt meselesinde, her ne kadar büyük güçler arasındaki bazı çatlaklardan istifade peşinde olsa da neticede onların “eline düşmüş” durumda. Herkes, Türkiye’nin Kürtlerle korkutularak “güdebileceğinin” farkında. Türkiye, kendi çıkmazında, uyguladığı “diplomasi” nedeniyle iki taraf için de güvenilmez bir “müttefik” durumunda. Bu bağlamda hiçbir güç, bir sonraki adımda daha fazlasını almayı düşünmüyorsa, Türkiye’ye bir şey verme niyetinde değil; bırakın en büyükleri, İran ve Suriye bile…

Esat bu, yapar mı yapar!

Kürt korkusu, Esat rejimi için de Türkiye’ye karşı bir koza ve tehdit aracına dönüşebilir. Saray, varlığına kastettiği, bir daha yüzüne bakmayacağını ilan ettiği Suriye rejimiyle el altından temas kurma çabasında! (Galiba kurmuşlar!) Elbette bir çeşit “dert ortaklıkları” var. (Neticede hepsinin derdi bir yerde Kürtlerle) ancak Türkiye, bu konuda daha düne kadar emperyalizm tarafından parçalanacağı söylenen ve yaklaşık yedi yıllık bir iç savaş yaşamış Suriye’den çok daha endişeli ve özgüvensiz durumda. Rusya garantisiyle Kürtlere bir çeşit özerklik tanıması halinde şu durumdaki Suriye’nin o koskoca Türkiye’ye yaşatabileceği tarifsiz korku ve endişeyi düşünebiliyor musunuz!? Hey gidi hey, nereden nereye veya etme bulma dünyası..!

Öyle haddimizi aşan çok derin mevzulara girdiğimiz zannedilmesin, anlattıklarımızın hepsi bir yerinden “31 Mart Yerel Seçimleri” ile ilgili!

Memleketin bir kısım halleri bunlar. Yani, genel anlamda her ne kadar dış politika iç politikanın devamı olsa da Cumhuriyet dönemi boyunca, hiçbir zaman Türkiye’nin iç politikasıyla dış politikası bu kadar iç içe geçmemişti. Pek çok kişi haklı olarak, bir yerel seçimi kazanabilmek için RTE’nin yeni bir savaş çıkarabileceğine inanıyor! O “lider ülke” ve “stratejik derinlik” iddialarından gelinen noktaya bakın! Bir zamanlar, “Bölgede bizden habersiz yaprak kıpırdayamaz!” derlerken şimdi bölgede kıpırdayan her yaprağın yol açtığı endişeyi yaşıyorlar! Yani bazen bizlere “numara” gibi görünen işler ve söylemler de gerçekte derin bir takım korkuların ifadesi. Zaten Türkiye’nin “beka sorununun” taa öyle Iraklardan, Suriyelerden başlatılmasının asıl nedeni de bu!. Bahçeli’nin bir süre önce “Kerkük 82, Musul 83…” diye başka bir ülkenin şehirlerine plaka numaraları dağıtması boşa değil…

İktidar bir yerde haklı gibi. Galiba gerçekten Türkiye bir “beka” sorunuyla karşı karşıya. Ancak bu “dış güçlerle” değil, rejimle ilgili bir sorun. Bu öyle kötü bir yönetim ki, bütün o afra tafraya ve güç gösterilerine rağmen tuttuğu her şey elinde kalıyor! Memleket bunların elinde lime lime dökülüyor…

Bir süre sonra bırakın belediye seçimlerini, muhtarlık seçimleri bile bir beka sorununa dönerse şaşırmayın!

Yazar Hakkında