MEMLEKETİN HALLERİ – Kısım 4: KRİZ, TANZİM SATIŞI VEYA BU KIŞ KOMÜNİZM GELİR Mİ?

MEMLEKETİN HALLERİ – Kısım 4:                                            KRİZ, TANZİM SATIŞI VEYA BU KIŞ KOMÜNİZM GELİR Mİ?

İktidarın artık (hemen) her şey olduğu düşünüldüğünde çok tartışılan gıda enflasyonunun siyasi sorumlularını başka yerde aramamak lazım. Ancak saraydaki güç tam tersini yapıyor ve kendi dışındaki herkesi suçlu olarak gösteriyor. Yani bütün başarılar kendi eseri, bütün başarısızlıklar düşmanın oyunu!

Hatırlayın, daha bir süre önce yaşanan hızlı kur artışları, ABD emperyalizminin bir tezgâhıydı. İktidarın var olduğunu söylediği sağlıklı bir ekonomide kolay kolay olmayacak bir şey olmuş ve bir Amerikan ambargosunun lafı bile doların yedi liraya fırlamasına yetmişti. Hani son hamleyi Amerika bile yapmış olsa, ortada, birkaç yıldır ciddi bir krize girmesi beklenen ve zar zor ayakta duran, kolaylıkla alt üst olabilecek bir iktisadi yapı olduğu anlaşılmıştı.

Kriz mi, o da ne?!

Durum düzelmek bir yana giderek kötüleşiyor. Hem ekonomik kriz koşulları açısından, hem de hükümetin (Yani Saray’ın) bir yandan bir şey yokmuş gibi davranırken, aynı anda bütün kriz unsurlarının müsebbibi olarak “dış güçleri” göstermesi açısından. Yani bir yandan “kriz yok; ekonomi tıkırında!”; ama öte yandan “Kriz var, ama nedeni dış güçler (George ve Hans)” Bu söylenenler, mesela sanayi üretiminin 2018 Aralık ayında aylık yüzde 1,4, yıllık olarak da yüzde 9,8 oranında düşmesinin, üstelik bu düşüşün birkaç aydır istikrarlı biçimde sürmesinin gerçek nedenlerini açıklamıyor. Aynı, giderek artan gerçek ve resmi işsizlik oranlarının, enflasyon artışının gerçek nedenlerini açıklamadığı gibi…

Domates biber patlıcan ve diğerleri…

Neyse, biz gelelim “domates, biber patlıcan” ve de “tanzim satış” mevzuuna. Durum Barış Manço’nun aynı adı taşıyan o garip aşk şarkısından epeyce farklı. Merkez Bankası, ocak ayında taze meyve-sebze fiyatlarındaki güçlü artışa bağlı olarak yıllık enflasyonun yükseldiğini açıkladı. İşlenmemiş gıdada yıllık enflasyon yüzde 40,54 imiş. MB’ye göre bu grupta yer alan sebze fiyatları yıllık yüzde 42,57, patates fiyatları da yüzde 17,98 artmış. Diğer bazı temel tüketim kalemlerini de sayarsak “halkın enflasyonu” denilen oranlar epeyce yüksek. (Hatta çoğunluğun gelir düzeyi düşünüldüğünde “astronomik” bile denebilir!)

Bir muhalif olarak, bu acı ve açık gerçekler karşısında iktidarın artık iyice “köşeye sıkışacağını” ve başarısızlığını ve tabii sorumluluğunu kabul etmek zorunda kalacağını düşünebilirsiniz. Ama durun acele etmeyin; bu işler öyle bildiğiniz gibi değil. Her şeyden önce bu memleketin bir “terör” sorunu var! “George ve Hans” her konuda olduğu üzere burada da devrede. Üstelik bu defa örgütledikleri komisyoncular, halciler, kabzımallar ve perakende zincirleri üzerinden. Yani memleket dehşetli bir halci-marketçi terörüyle karşı karşıya. Yani PKK, PYD, YPG, FETÖ-PDY, DHKPC… zincirine bir halka daha HMTÖ. (Halci Marketçi Terör Örgütü) Üstelik bu teröristlerin neredeyse tamamı, öyle “Cehaape’li”, HDP’li vb. falan olmayan, seçimlerde iktidar partisine oy veren, hatta muhtemelen büyük çoğunluğu AKP’ye üyesi, destekçisi insanlar! Ancak düşünün, iktidar ne halde ki kendi destekçilerini bile harcama noktasına gelmiş. Adamları basbayağı “dış güçlerin emrindeki terör odaklarından” biri olarak hedefe koyuyor. “Terörle mücadelenin” ve bu bağlamda “vatana ihanetin” kapsamı nüfusun AKP’ye oy veren kesimlerine de yayılıyor. Dedik ya “Tarzan zor durumda!”

Basit ekonomik nedenler..!

Oysa durumu daha “basit” ve ekonomik nedenlerle açıklayanlar var. Ancak bütün bunların sorumluluğunun iktidarın omuzlarına yüklenmesini engelleyecek bir komplo teorisi içermeyen hiçbir şeyin doğru, haklı ve geçerli olamayacağı prensibiyle hareket eden güç, durumu farklı gerekçelerle açıklama peşinde. Bu sayede iktisadi yollarla çözemeyeceği meseleleri zor yoluyla çözebileceğini düşünüyor.

Kimileri durumun nedenleri üzerine bazı iktisadi açıklamalar yapıyor. Mesela tarımda girdi fiyatları çok artmış. 2018’de gübre, tohum, zirai ilaç fiyatlarında yüzde 60-120 arasında artış olmuş; ha keza elektrik ve mazot fiyatları da epeyce yükselmiş. Bunun yanı sıra, artık bir şey kazanamaz hale gelen, üstelik de zarar eden, boğazına kadar borca batmış üreticilerin üretimden çekilmesinden söz ediliyor. Bunlara nüfus artışını ve iklim koşullarındaki değişimi de ekliyorlar. Tabii, işin çok daha derin nedenleri var, ama bu “ıvır zıvır” nedenler bile duruma ilişkin epeyce bir şey anlatıyor. Bu arada bugüne kadar “vatanseverliğinden”, “yerli ve milli” niteliklerinden sual edilmeyen ve dediğimiz gibi çok büyük oranda iktidar destekçisi olan kesimlerde de iktidarın sorunu açıklama biçimine örtülü de olsa tepki var. Mesela İstanbul Yaş Sebze ve Bostan Komisyoncuları Derneği Başkanı, fiyat artışlarını “dışa bağımlılık ve maliyet artışlarına” bağlayarak “Her devlet kendi üreticisini motive etmek için yerli üretimi desteklemeli. Hükümetimizin politikaları bu yönde değil. Üreticinin enerjisini bitiriyor” diyor. Yani ülkenin başındakileri yeterince “yerli ve milli olmamakla eleştiriyor! Unvanına bakıldığında “vatan sevgisinden” kuşku duyamayacağımız (En azından solcu falan değildir!) bir kişinin durum üzerine yaptığı açıklama iktidarın tepesindekilerin açıklamalarından daha gerçekçi ve makul görünüyor.

İşin bir diğer yönü, bu pahalılığın yeni bir şey olmadığı. Bırakın büyük market müşterilerini, alış verişini semt pazarlarından yapanlar bile son birkaç yıldır ciddi bir pahalılık olduğunun farkında. Son 5 yılda TÜFE gıdada yüzde 88 artmış; bu taze sebze ve meyvede yüzde 113. Bu artışın büyük bölümü her halde son iki yılda olmuştur. Türkiye tarımının ve tarımsal ihracatının en önde gelen kalemlerinden sebze üretimindeki yıllık yüzde 2,6’lık düşüş neyi ne kadar açıklıyor bilemeyiz, ama ilk akla gelen makul nedenler bile sorunun bir dış komplodan değil, içeriden kaynaklandığını gösteriyor. Zaten seçimler olmasa gene kendi iç meselemiz olarak tartışırdık, ama gel gör ki seçimler yaklaşıyor ve bu nedenle işe dış güçleri dahil etmeden olmuyor!

Asıl mesele…

Bizce sorunun kaynağı, bazı dönemlerde üreticiye verilen zorunlu “tavizler” dışında, Türkiye’nin tarım politikalarına yön veren neoliberal-kapitalist anlayış. Yani işin kökü çok daha derinlerde. Bu politikalar, çıkış noktaları itibariyle her ne kadar “uluslararası sermayenin” büyük güçleri tarafından “dayatılmış” olsalar da, Türkiye’deki hâkim kapitalist üretim tarzı bağlamında son derece sınıfsal tercihlere dayanıyor. Bunlar, neoliberal sermaye birikim modelinin zorunlu kıldığı, kaynakların dağıtımına ilişkin politikalardan bağımsız değil. İşin esası Türkiye tarımının “emperyalist bir komplo” sonucu “emperyalizmin yerli işbirlikçileri” tarafından “çökertilmesi” veya “bitirilmesi” değil, uluslararası ve yerli mali sermayenin çıkarlarına uygun biçimde şekillendirilmesidir. Kapitalistler bütün kaynaklara el koyma ve tarımdan çok daha fazla kazanç sağlama amacıyla hareket etmektedirler. Bu aynı zamanda 12 Eylül darbesinin de önemli “tarımsal” nedenlerinde biridir. Yani yaşanan sorunlar ve bugün çarşı pazarda karşımıza çıkan pahalılık bu kapitalist tarım modelinin doğasından kaynaklanan çelişki ve krizlerin bir sonucudur.

Bu kış komünizm gelir mi?

Tabii bir de “tanzim satış” meselesi var. Milletçe onu konuşmaya başladık. Öyle ki, uygulamayı “komünizme” benzetip dalgasını geçenler bile var. Öncelikle komünizmin kuyruklarda değil, ancak bolluk temelinden kurulabileceğini vurgulayıp devam edelim. Türkiye sağının ağababası ve elinde parti amblemli bir baston-asa ile gezen eskinin partili (DP) cumhurbaşkanlarından Celal Bayar, yaşının epeyce ilerlediği bir tarihte (Kendisi 104 yaşında öldü!) “Bu kış komünizm gelecek!” diye bir laf etmiş ve yanlış hatırlamıyorsam bu lafı daha sonraki yıllarda da birkaç kez tekrarlamıştı. Kimileri “Haydi inşallah!” kimileri de “Aman Allah korusun!” dese de nihayetinde bir süre sonra bu laf hemen herkes için mizah konusu olmuştu. İktidarın ve temsil ettiği sınıfın, serbest piyasa ekonomisini yırtınırcasına savunduğu bir dönemde öyle birden bire, halka bir lira daha ucuz sebze-meyve yedirebilmek amacıyla tanzim satışlarına başlaması, üstelik bunu bazı sermaye ve meslek gruplarını “terörizm ve vatan hainliği” ile suçlayarak yapması bana o günleri ve rahmetli Celal Bayar’ı hatırlattı! Tabii bir de “Soğuk Savaş” döneminin bazı “sosyalist” ülkelerdeki ihtiyaç maddesi kuyruklarını …

Nihai çözümler…

Ancak, endişelenmeye gerek yok; tanzim satış işi seçimlere kadar, ondan sonra en fazla bir ay falan sürecekmiş, kendileri söylüyor. Sonra “nihai çözümü” gerçekleştirmeye çalışacaklar. Yani işin özünde-esasında bir değişikliğe gitmeden, üretim ve dolaşımın tamamen büyük sermayenin eline geçmesini sağlayan neoliberal-tekelci bir çözüm peşindeler. Bunun, toprakların bölünmesinin “şirketleşme” yoluyla engellenmesi, sertifikalı tohum zorunluluğu vb. pek çok işareti vardı. Bunlara bir de kendi taraftar kitlesinin bir bölümünün (daha) ekonomik olarak çökertilmesine neden olacak “hallerin özelleştirilmesi” planı da eklenecek gibi. İktidarın bugünkü “komünizm” uygulaması, tarımın her düzeyde “kapitalistleştirilmesi” için gerekçe yaratmaktan başka bir anlam taşımıyor. Krizin bir fırsata çevrilmesi böyle bir şey olsa gerek! Eh, “dış mihrakların hizmetindeki terörist hainlere” karşı vatanı ve milleti savunmanın yolu buradan geçiyorsa, gerekirse bağrımıza taş basıp bu politikaları kabullenmekten başka bir çaremiz kalmıyor!

Tabii, bir çare var, ancak onun için öncelikle meselenin tarımın “bitirilmesinden” ziyade tarımın “tekelleştirilmesi” ile ilgili olduğunu anlamamız gerekiyor. Hükümetin bulduğu çözüm, yiyeceğimiz iki lokmanın bile kapitalist tekellerin insafına bırakılması. Oysa beslenme, aynı sağlık gibi, kapitalist özel mülkiyetin insafına bırakılamayacak kadar hayati bir konu ve toplumcu çözümleri zorunlu kılıyor. Bizce yapılması gereken, son derece dengeli, tamamen halkın ihtiyaçlarını esas alan, demokratik-merkeziyetçi bir planlama temelinde, sermayeden değil, emekten yana tarım politikaları geliştirmek. “Gıda güvencesini” sağlamanın ve halkın karnını gerçekten doyurmanın başka bir yolu yok.

Belli ki “komünizm” bu kış da gelmeyecek; ama yine de aklımızda bulunsun; insanlığın hali hal değil…

Yazar Hakkında