ESKİ GÜNLER…

ESKİ GÜNLER…

Bu yazı 2008’de başlayan dünya krizinin ilk döneminde yazıldı. On küsur yıldır çeşitli iniş çıkışlarla süregiden bu büyük krizin dünya çapında yeni bir resesyon dalgasıyla derinleşeceğine dair pek çok alamet ve uyarı var. Böyle bir zamanda eski günleri yeniden yad edelim dedik!

SERBEST PİYASANIN MALLARI!

Bundan on-on iki yıl kadar önce bir gazetede, istifa etmiş eski bir IMF yöneticisinin yaptığı açıklamayı okuduğumda gözlerime inanamamıştım. Adam, açıkça şunu söylüyordu: ‘Aslında yaptığımız işin sonuçları hakkında tam olarak bir fikrimiz yoktu; sadece deniyorduk. Hatta bir defasında bir ülke için hazırladığımız yapısal uyum reçetesini, yanlışlıkla başka bir ülkeye göndermiştik; yani her şey bir şablondan ibaretti, sadece ülke isimleri değişiyordu.’

Ciddiyetsizliğin bu derecesi karşısında dehşete kapılmamak imkânsızdı. Düşünebiliyor musunuz, boğazımızdan geçen her lokmanın hesabını yapan o güç sahibi, tahsilli terbiyeli, iktisat adına her bir boku bilen, burnundan kıl aldırmaz herifler, meğerse ne yaptıklarını bilmeyen şuursuz birer maceraperestten başka bir şey değillermiş. Tabii biz, azgelişmiş ülke insanına has bir eziklikle, ‘Eh emperyalizmdir yapar, başka ne beklenir ki!’ deyip sineye çekmiştik mecburen. Meğerse iş, öyle azgelişmişlerle falan sınırlı kalmamış; adamlar aynı haltları emperyalizmin metropollerinde de yemişler. Baksanıza, o anlı şanlı ‘küreselleşme’nin, ‘kumarhane kapitalizmi’nin kapısına asılan bol ışıklı parlak bir levha olduğu ortaya çıktı. Yani serbest piyasa denilen şey aslında bir rulet masasından başka bir şey değilmiş. Yazık!

Kabul etmek gerekir ki, direnebilen bir avuç sosyalistin dışında, en muhalif geçinenler bile, adamların afra tafralarını, palavralarını yedi. Krizlerden, çelişki ve çatışmalardan azade, artık ‘emperyalizm’ bile diyemeyeceğimiz, ultra bir kapitalizmin kurulduğuna, ulus devletin sonunun geldiğine, ana maddesini çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ!) oluşturduğu bir evren modelinin geri dönüşsüz egemenliğine neredeyse topluca iman edildi. Kapitalizm, herhalde tarihinin hiçbir döneminde bu kadar ikna edici olmamıştı. Artık hemen herkes, onun her söylediğine, arada bir kem küm ederek de olsa, ‘eyvallah’ demeye başladı. Düşünsenize, adamlar, yeryüzünde sayıları giderek artan işçileri bile, ‘Siz artık bittiniz’ deyip giderek yok olan bir sınıf olduklarına; bu nedenle debelenmelerinin bir fayda sağlamayacağına inandırdılar. İkna olanlar sadece çaresiz emekçiler de değildi. Küreselleşmenin dehşet verici söyleminin etkisine kapılan ilim irfan sahibi sosyalistler, haninin devrimci militanları, milliyetçilikle hiç işi olmaz aslan gibi enternasyonalistler bile şaşırdı. Bir bölümü ‘Abicim herifler işi çözdü, biz de peşlerine takılalım, başka çare yok!’ diyerek küreselleşmeci kesilip demokrasi falan adına, eski düşmanlarıyla aşna fişne durumuna geldiler, liberal oldular. Bir başka bölümü ise, ‘Devir kötü, hiç olmazsa kulağımızın arkasını kurtaralım’ deyip ulus devletin ve aslında hiçbir zaman ulusun tamamına ait olmamış ulusal egemenliğin derdine düştüler. Onca yıl kapitalizme, emperyalizme hizmet verdikten sonra neoliberal dönemde kapının önüne konulacaklarını düşünen, çaptan düşmüş eski can düşmanlarıyla birlikte ‘ulusal bağımsızlık’, ‘ıssız adada sosyalizm’ veya ‘milli kapitalizm’ adına ittifaklar kurdular, ulusalcı oldular.

Kâğıttan Kaplan!

Başkan Mao, bir tarihte ‘Emperyalizm kâğıttan kaplandır!’ demişti. Tabii birçok insan, ‘Yok o kadar da değil!’ diyerek itiraz etmişti, haklı olarak. Ancak Başkan Mao, bu sözü söylerken belki de mali sermayenin hisse senetlerinden, tahvillerden, bonolardan, çeşitli türevlerden, (Maşallah, kriz sayesinde neler öğrendik!) yani uçuşan kâğıtlardan oluşan boyutunu kast etmekteydi. Şimdi o kâğıtların değerinin yeryüzündeki gerçek maddi varlıkların bilmem kaç misli olduğu; yani bir karşılığının bulunmadığı açıklanıyor. Haydaa! Anlaşılan o ‘tarihin sonunu’ getirecek kadar muktedir serbest piyasa, aslında insanlığa karşılıksız çek kesen bir dolandırıcıdan başka bir şey değilmiş.

Oysa her şeyin yolunda gittiğine inandırmışlardı çoğumuzu. Bazı aksaklıklar elbette olacaktı. Öyle arada bir durgunluklar, daralmalar, borsa bilmem neleri, hatta ‘gelişmekte olan’ bazı ülkelerde krizler falan. Ancak ‘piyasanın o görünmez eli’ kimini okşayarak, kiminin de ensesine vurarak işleri kendiliğinden yoluna koyacaktı. Yeter ki devlet bu işlerden elini ayağını çekip bekçilikten fazlasına heveslenmesin, kural mural koymaya kalkmasındı.

Köpük Partisi!

Ne yapalım kısmet değilmiş, önce ‘gayrimenkul köpüğü’ patlayıverdi, dünyanın efendilerinin köpük partisinin tam ortasında. Mortgage krizi falan derken yatırım bankaları, sigorta şirketleri art arda devrilmeye başladı. Ardından kriz, asıl gizlenmeye çalışıldığı yerde, yani üretim alanında açığa çıktı. Üstelik Amerika’yla da sınırlı kalmayıp şişman ve müflis bir çekirge misali oralara buralara sıçrayıp bütün dünyayı dağıtmaya başladı. Sonunda serbest piyasa meczuplarının ‘Nerede bu devlet, nerede bu millet!’ çığlıkları kapladı her yeri. Ve kapitalizmin tarihi boyunca aslında hiçbir yerlere gitmemiş olan devletler, bütün kaynaklarıyla (yani bizim kaynaklarımızla) ve de en ulusal halleriyle arzı endam edip devletleştirmeler de dahil her türlü kurtarma işini üstleniverdiler. İşin şakası yoktu, kapitalizm tarihinin en büyük krizlerinden birine girmiş, ‘küreselleşme’ iflas etmişti.

Liberal Zurnalar!

Demek ki neymiş, liberal kapitalizm (diğer çeşitleri gibi) ‘kârların kapitalistler tarafından paylaşıldığı, zararların halka ödetildiği’ bir serbest piyasa düzeniymiş; nokta. Bir de neymiş, ‘ekonomide sorunları çözmek için bazen piyasayı serbestleştirmek, bazen de devlet müdahalesine başvurmak gerekiyor’muş! Bu vecize değerindeki ikinci tespit, liberal fikir sahnelerimizin beyefendi sanatçısı Taha Akyol’a ait. Eskiden de gizli gizli bu fikirleri savunur muydu, yoksa krizin etkisiyle gelen bir vahiy midir, bilemem, kendisi böyle söylüyor. Hani ‘çevir kazı yanmasın!’ misali.

Sonunda bedelini elbette bize ödetmek isteyecekler, bu bir sır değil; ama ben, hiç olmazsa bir süre bu işin tadını çıkarmaktan yanayım. Kendi kendime ‘Ulan, onca olup bitene rağmen iyi ki bir sosyalist olarak kalmışsın. Yoksa bu eğlenceyi kaçıracaktın!’ diyorum. Hatırlayın, neredeyse otuz yıl boyunca bilumum serbest piyasa zurnaları, bütün pespayeliklerini, yellenir gibi kulağımıza kulağımıza öttürüp durdular. Direnenlerin, itiraz edenlerin adını ‘dinozora’ çıkardılar; kendileri her şeyi kemiren fareler gibi çoğalırken. Akılları sıra itip kakmaya çalıştılar, ne yalan söylemeli epeyce bir itip kaktılar da, ‘artık değişmiş olan dünyada’ hâlâ eşitlikten söz ediyor, ‘fukaralık edebiyatı’ yapıyoruz diye. Hatta, dedim ya ‘tarihin sonunu’ bile getirdiler. Bizi, binlerce yıldır asıl ev sahibi olduğumuz tarihten bile çıkarmaya kalktılar, ‘Amerika’dan oğlum, Avrupa’dan kızım gelecek’ falan diyerek. Şimdi bakıyorum da işleri çok zor. Biraz ciddi olanları ‘bu defaki farklı, bu iş biraz uzun sürer’ diyor. Bir de cıvıkları var. ‘Bana ne, bana ne acımadı ki!’ diye bağıranlar; ‘Ne yani sosyalizm mi gelecek’ diye sırıtanlar; ‘N’olucak ya, benzeri 1929’da da olmuştu, sonra geçti gitti, kimse hatırlamadı bile’ diyecek kadar yüzsüzler. O, krizin bedelini emekçilere ödetmek üzere tarih sahnesine çıkan faşizmi, yüz milyonların açlığını, işsizliğini, sefaletini yok sayanlar, elli milyon insanın yok edildiği o koskoca emperyalist savaşı, barbarlığı unutturmak isteyenler, tarih kalpazanları. Görevleri, bütün yeryüzüne pisleyen kapitalizmin kıçını temizlemek olan taharet muslukları, ibrikçiler, peçeteciler…

İş kaldığı yerden devam edermiş, sosyalizm falan gelmezmiş. Hay Allah, biz de ‘Bu kriz artık kapitalizmi götürür, ardından da üç güne kalmaz sosyalizm gelir’ sanıyorduk. Geri zekâlıyız ya. Siz Marksizmle falan dalga geçmeyi bırakın da kendi derdinize yanın. Patronlarınız sizi, yeni dönemde kapının önüne falan koymasın; bu halinizle alan da olmaz. Ha, canınız Marksizmle falan alay etmek, öyle çok gülmek istiyorsa, ‘Açın da kıçınızla alay edin!’; hani bazılarınızın gençliğinde canhıraş bir biçimde savunduğu, Marksizmin o milliyetçi karikatürüyle; imalatında sizin gibilerin de pay sahibi olduğu o ucubeyle…

Ey Ahali!

Mesleği patron yalakalığı olan beylerin ve hanımların ne yapacağı bizi ilgilendirmiyor. Asıl işimiz kendimizle, yani bu düzen sürüp gittikçe bedelini ödeyecek olan emekçilerle, hayatını gerçekten çalışarak kazanan insanlarla.

Ey ahali, böyle bir düzen görülmüş müdür! Düşünebiliyor musunuz, tarihteki bütün geçmiş üretim tarzları, çeşitli nedenlerle eksik ürettiği için krize girip açlığa, yoksulluğa yol açarken, sadece kapitalizm, fazla ürettiği için açlığa, işsizliğe, yoksulluğa ve yıkıma yol açıyor. Düşünün, milyonlarca ton ürün insanlar ihtiyaç duymadığı için değil, sadece satılamadığı için ziyan olup gidiyor. Bolluk açlığın, çok çalışmak işsizliğin nedeni! Milyonlarca insan bir yerlerde açlıktan kıvranırken başka yerlerde et dağları, süt gölleri oluşuyor. Üstelik bu durum bazı ‘yönetişim’ bilmem nelerinden falan değil, kapitalizmin ‘temel içgüdü’sünden, kaçınılmaz sınırlarından kaynaklanıyor.

Alayınızı Çinliler Kovalasın!

Soytarısı, fedaisi, peçetecisi bir yana, kumarhanenin asıl sahipleri ister istemez daha ciddi ve gerçekçi davranmak zorundalar. Bu nedenle durumun vahametini, ‘modelin’ kimi hatalarını kabul ediyorlar. Hatta, dünyayı en dramatik ses tonlarıyla uyarıyorlar. Ayrıca yeni bir kapitalizmden söz edenler de var. Ancak, sakın yanılıp da tövbekâr falan olduklarını zannetmeyin. Her şeye yeniden başlamak, yeni fırsatların peşine düşmek derdindeler; üstelik krizin asıl bedelini, başta azgelişmiş ülkelerdekiler olmak üzere bütün dünya emekçilerinin ödeyeceğini, ima ne kelime, açık açık söyleyerek. Aynı bizim memlekette olduğu gibi. Bizde de, alayını Çinliler kovalayasıca birileri, “Zaten Çincede de ‘kriz’ sözcüğü, aynı zamanda ‘fırsat’ anlamına geliyormuş!” diyerek ‘krizi fırsata çevirmek’ten söz ediyor. Yani, emekçileri daha düşük ücretlerle, daha uzun saatler boyunca, öyle esnek esnek çalıştırarak. Tabii tümden kaybedilmiş sosyal haklarımız, en örgütsüz halimiz ve de en derin işsizlik ve açlık korkumuzla.

Tarihin Sarkacı

Dedim ya, bir süre eğlenip tadını çıkarmak gerekiyor. Ancak unutmamamız gereken bir kural var: devrimci usullerle çözülemeyen her kriz, karşıdevrimci usullerle çözülür. Atalarımız, kapitalizmin krizlerinde tarihin sarkacının önce sola, sonra da sağa gittiğini söylerler. Yani işçi sınıfının ve önderliklerinin krizi nedeniyle kaçan her devrimci fırsat, yarın öbür gün size faşizm, askeri diktatörlük, daha ağır sömürü, baskı, zulüm ve savaş olarak döner.

Evet kapitalizm krizde. Ancak öyle, bir çiçekle bahar gelmiyor. Ustalar, o nedenle, hiçbir zaman mutlak olarak çıkışsız bir durumun olmadığını söylemişler, emperyalist sistemin krizleri için. Toplumların tarihinde hiçbir şey kendiliğinden yok olup gitmez. Yıkılmadığı sürece çürümeye devam eder; var olduğu ortamı da zehirleyerek, kendisine değen her şeyi çürüterek; aynı asalak ve tekelci kapitalizm gibi. Onu yıkacak güçler, tarih ve toplum sahnesine bütün bağımsızlıkları ve mücadelecilikleri ile çıkmadığı sürece, kapitalizm insan evladına kan kusturmaya devam edecek; tarihsel deneyimin bize öğrettiği gibi; başka halleriyle ve başka kılıklarıyla. Yani daha çok iş var.

Ama dedim ya, her şeye rağmen, inat edip devrimci ve sosyalist olarak kalmaya değiyor. Çünkü devrimden ve sosyalizmden başka gerçek bir çözüm yok.

İsmail Abi

Yazar Hakkında