Seçimden Darbe Üretmek

Seçimden Darbe Üretmek

Bütün “gayri nizami” yönetim biçimlerinin ihtiyaç duyduğu şeye AKP iktidarı da yıllarca başvurmuştu. Her ne hukuksuzlukları, gayri meşrulukları söz konusu olursa olsun, “ama biz millet iradesi ile tecelli ettik” diyorlar, AKP muhalefetine karşı, “millet iradesine ket vurmaya çalışmalarından” dem vuruyorlardı. 17 Aralık’ta sıfırlanan paralara bile “millet iradesini teslim alamayacaksınız” kılıfını giydiriyorlardı.

Kendi başkanlıkları yine sandıktan çıkmış, dolayısıyla Türkiye nüfusu düşünüldüğünde az oyla kazandıkları seçim sonucu, “lafın bittiği yerdi”. Her ne olursa olsun sandık ve dolayısıyla millet iradesi bir tür kutsiyetle tapınılması gereken bir fetiş nesnesi idi. Bütün meşrulukları bundan ibaretti.

31 Mart seçimlerinden çıkan tabloya aynısı söylenmedi elbette. AKP’nin her demokrasi söyleminin ancak kendileri kadar ve kendilerine bu kadar (yuh!) Müslüman oldukları bir düzeyi ifade etmesi Mısır Kadısı’nın bile malumu artık.

Günlerdir kilitledikleri seçim sürecini, bu kez sicili hiç parlak olmayan YSK fetişizmi ile sürdürmeye devam ediyorlar.

Oysa, tabloya bakıldığında YSK, herkese malum olduğu üzere tarafsız bir merci değil. Onlarca seçimde “oy nasıl korunur ustalaşması” yaşayan muhalif kamuoyu, önceki seçimlerde YSK marifetlerini de hatırlıyor elbette. Bir gecede çıkarılan mühürsüz oyların geçerli sayılması mevzundan, aynı itiraza bir önceki seçimlerde hiç tereddütsüz ret veren YSK bu sürecin adaletini temsil eden yer olamayacağı malum. Kaldı ki, CHP temsilcisine göre, kararlar YSK’dan da önce birtakım yerel hakimlerce alınıyor. YSK dahi süreci balkondan izliyor.

Nitekim, bu seçimde de parti başvurularına göre YSK’nın karnesine bakarsak, AKP’nin 60 başvurusunun 58 ini kabul etmiş, iktidar ortağı olduğu için belki, MHP için de çok kötü bir durum yok; 7 başvurularından 6’sı kabul edilmiş. İyi Parti’nin ise 5 başvurusunun 4 üne ret vermiş, HDP ise 10 başvurusunun 10 u da ret almış, Kılçıksız, tereddütsüz. HDP’nin kabul edilen tek bir itirazı yok!

Muhalefetin ret edilen başvurularının niteliğini, derlediğimiz bilgiler kadarıyla derli toplu yazalım burada; Muş’ta HDP seçimi 437 oyla kaybetmiş, geçersiz oy sayısı 2300. HDP’nin yeniden sayım itirazı ret edilmiş. Manisa merkez ilçede 3 oyla kaybedilmiş seçimde geçersiz oy sayısı 4000, başvuru ret! Bergama’da 300 oy farkla kaybedilmiş, yine CHP itirazı ret edilmiş. Malazgirt’te 3 oy farkla HDP kaybetmiş, başvurusu ret edilmiş. Enteresan şeyler var yine redde konu olan başvurularda; mesela, Artvin Yusufeli’nde 3 oyla CHP kaybetmiş, 4 oy kaybolmuş, ancak başvuru ret edilmiş; Malatya’da 300 oy farkıyla BBP’nin kaybettiği seçimde, hükümet binası içinden her nasılsa polislerin bile arasından 300 oy çalınmış ve bulunamamış. Bütün bu saydıklarımız, AKP lehine seçimin sonuçlandığı bölgeler elbette. İnsanın gördükçe “sinirleri bozuluyor”

Haziran seçimlerinden öğrenememek ya da Zor oyunu bozar!

AKP’nin tek başına hükümet kuramadığı Haziran seçimlerinden sonra planlananın aynısı yaşanıyor. Sürecin önce atalet, bir tür “Pat” durumuna getirilmesi, bu arada oluşan tepkinin ölçülmesi, bu sırada saray oyunları ile muhalefetin inisiyatifini kaybedeceği politikalar bulunması, ardından da bir takım zor biçimleri ile sürecin lehlerinde domino edilmesi. AKP’nin şu ana kadar bütün tartışmalı seçim sonralarında kullandığı tek metot bu. Aslında Marksistlerin aslında çok iyi bilmesi gereken bir şey bu; “Zor oyunu bozar”. Engels’in aktardığı biçimiyle, son tahlilde kimin kazanacağı, iyi hazırlık yapmış, iyi savaşan ve çok güç kullanan tarafından belirlenir, “tabanca kılıcı yener”.

Bugün bütün paradoksal orijinalliği ile ortada duran AKP’nin dillendirdiği “seçimler yoluyla darbe yapıldı” önermesi de, seçimin hemen ertesi günü, sandık başkanlarının tutuklandığı yalan haberlerinin yayılması da bu hazırlığın yapı taşları.

Malum, İstanbul AKP iktidarının ekonomik başkenti. 50 milyar liralık bir bütçesi olan İBB, kocaman bir şirketi ifade ediyor. AKP kadrolaşmasının tamamının nemalandığı bir büyük havuz.

Ellerinden kaybetmeleri, iktidarlarına, örgütlenmelerine, sayısız tarikat ve cemaate akan paranın kesilmesi tehlikesini gösteriyor. Ortaya dökülecek tonlarca belge, ki artık şahit olmayan kişi sayısı az, meşruiyetlerini tehdit ettiğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Sürülen, yerlerinden edilen sendikalı çalışanlar bir yanda dururken, acaip, hiçbir özelliği olmaksızın birtakım insanlara, ne yaptıkları belli olmadan açılan makamlar, krediler, ihaleler bugüne kadar deveyi hamuduyla götürmek deyimini ilk kez bu kadar gözler önüne serecek bir potansiyeli ifade ediyor.

Tek adamın ise, eldivensiz daldığı bu süreçte ortaya dökülenlerden sebeplenmemesi kaçınılmaz.

Dolayısıyla süreç muhtemelen karakolda bitecek.

Korkulan budur. Bunun için ellerinden geleni arkalarına koymamak için bir siyasi mühendislik sürecine girildiği malumdur.

Seçimler ve somut durum..

Seçim sonuçlarında, yüzdesel olarak pek bir şey kaybetmese de, Cumhur ittifakının oy oranının yine de Türkiye genelinde 2 puan gerilediği görülüyor. Ancak dikkati çekmesi gereken ana mesele, oy tercihlerinin Türkiye’nin atalet merkezini değiştirdiği. Yani kıyılar ve Ankara hesap edildiğinde nüfusun yaklaşık %60 ında kaybettiler. Nüfusun %30 unu ifade eden Antalya, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin vb gibi kaybettikleri illerde oy kayıpları %10 un üzerinde.

HDP

HDP tereddütsüz, seçimlerin temel belirleyeni olmuştur. AKP’nin kaybettiği her yerde aradaki bütün fark neredeyse HDP seçmenine aittir. Bu görülemeden bir siyasi tasarruf yapılabilmesi imkansızdır. Bunu daha çok iktidarın kullandığı düşman diliyle muhalefeti birleştirmesine borçluyuz, denebilir. Demirtaş’ın mesajı da bu şekilde okunmalıdır.

Bundan sonraki süreci belirleyecek olan muhtemelen muhalefetin kaybettiği inisiyatifi yeniden kazanacak kitlesel hareketleri ile teşhiri yeni mücadele biçimleri ile sürdürmek olmalıdır. Aksi takdirde, yeniden “bak gördünüz mü?” Sızlanmasından öteye gidilemez. Nesneler olduğu şekliyle korunur. Bunun da hayırhah bir sonuç olmayacağı açıktır.

Sosyalist solun seçimler bitti, hadi, hatta hep yapmamız gereken tek şey olarak da, kendi gündemimize dönelim önermesinin apolitikliğini bir başka yazıya bırakmak gerekiyor. Şimdilik şunu söyleyelim: Adalet yürüyüşü olduğunda da burjuvazi ve proletarya vardı, 12 Eylül referandumunda da. Sınıf mücadelesi devam ediyordu ve önderlik boşluğu da en az bugünkü kadar önemliydi. Şükürler olsun, biz bugün de o gün düşündüklerimizi ve söylediklerimizi hatırlıyoruz. Doğru olduklarını hala düşünüyoruz. Hiç birinde MHP ya da CHP peşine takılmadığımızı hatırlamamız gibi.

B. Turgut

Yazar Hakkında