DEMİRİ SOĞUTMAK..!

DEMİRİ SOĞUTMAK..!

RTE, “demiri soğutmaktan” söz ediyor. Oysa herkes demirin adeta bir kor haline gelmesinin baş sorumlusunun Cumhurbaşkanı’nın kendisi olduğunu biliyor. Tabii her seçim sonrasında olduğu gibi, açık veya gizli bir yumuşama umudu beslemeye çalışan iyimserler bile malum nedenlerden dolayı son derece temkinli. Ama yine de bir “umut” olabilir! Mesela RTE ile “kankası” ve ortağı Devlet Bahçeli arasında bulunan veya keşfedilmeye çalışılan söylem, eylem ve niyet farkları üzerinden Türkiye için daha sakin ve huzurlu bir gelecek umudu doğabilir, kim bilir!

Elbette öyle yağma yok, burası Türkiye! Tarih bir tekerrürden ibaret olmasa da onca tarihsel birikimin ve teamülün göz ardı edilmesi mümkün değil. Şu sıralar iktidar açısından pek çok bilinmezlik ve bunların yol açtığı tereddütler olsa da belli ki “bir şeyler” planlanıyor; yani “bir şeyler” olacak!

Bizim buralarda “yumuşama” veya “uzlaşma” eğer ciddi bir “satış” veya çıkar ortaklığı anlamına gelmiyorsa, mutlaka karşı tarafa atılacak bir “kazık” anlamına gelir. Mesela iktidarın tek başına hükümet kurma gücünü kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından başlayan o meşhur “istikşafi görüşmeler” uzlaşma veya yumuşama boyasına bulanmış bir kazıktan başka bir şey değildi. İktidar açısından amaç, kendini tekrar toparlayana kadar vakit kazanmaktı. Kısa süreli de olsa, memleketin muhalif nüfusunda neşeli bir iyimserliğe yol açan bu “iktidar boşluğu” çok geçmeden kendini toparlayan iktidar tarafından yürütülen kanlı bir seçim kampanyası ve yeni bir rejim inşasıyla telafi edildi.

Seçim kaybetmek mi..!

Son on yedi yıldır milletçe öğrendiğimiz bir gerçek varsa o da bu iktidarın kendi ölçülerine göre seçim kaybetmesinin, seçim kazanmasından çok daha tehlikeli sonuçları olduğudur! Mesela ülkemizde yaşanan rejim değişikliğinin temel siyasi dinamiği, pek çok seçim kazanan iktidarın ulaştığı sınırsız özgüvenden ziyade, işlerin tersine dönmeye başladığını anlamasıyla ortaya çıkan, elindeki gücü kaybetme korkusu olmuştur. İşlediği suçlarla Türkiye’yi uçsuz bucaksız bir “suç mahalline” çeviren iktidarın, rakip bir gücün herhangi bir boşluktan yararlanarak bu alana girip “olay yeri incelemesi” yapmasını ve bir takım suç kanıtlarına ulaşmasını engellemek amacıyla her türlü önlemi almaya çalıştığı malumdur. İktidar tarihsel, sosyal, ekonomik, mali, cezai vb. pek çok nedenle, ciddi bir kaybın kendisi için dönülmez bir yıkıma yol açacağını düşünmektedir. İstanbul Belediye Başkanlığı’nın geçici bir süre için dahi olsa “başkasına” verilmek istenmemesinin, böyle bir durumun adeta şehrin düşman işgaline girmesi şeklinde algılanmasının aslında çok haklı nedenleri vardır. Kısacası iktidarın seçimle gitmeyeceğine veya gitmek istemeyeceğine dair yaygın inanç bir “paranoyadan” ziyade epeyce gerçek ve somut nedenlere dayanmaktadır. Bu nedenle, bir takım uzlaşma ve yumuşama hayallerine kapılıp boş bulunmamak en doğrusudur.

Türkiye ittifakı..!

Ancak yine de somut durumu anlayabilmek açısından “demiri soğutma” söylemi üzerinde durmak gerekir. Son yerel seçimler iktidar açısından ciddi bir panik ve kaybetme korkusuna yol açmıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere bu korku sadece akçeli konularla, bir takım mali kaynakların kuruma ihtimaliyle sınırlı değildir. “Tarihsel bir kayıp” korkusu, büyük bir “tarihsel fırsatın” harcanmış olabileceği endişesi, sıradan parti üyelerinin ve her devrin adamı fırsatçıların dışındaki “misyon taşıyıcıları” için siyasi, gündelik ve akçeli endişelerden de öte büyük önem taşımaktadır. Burada, kaybedilmesi halinde bir daha geri gelmeyecek, geri alınamayacak tarihsel bir güçten söz ediyoruz. O nedenle RTE’nin “demiri soğutma” söylemi eşliğinde öne sürdüğü “Türkiye ittifakı” önerisini sözünü ettiğimiz “tarihsel gücün” muhafaza edilmesi çabası olarak görmek gerekir. Bu önerinin hiçbir “samimiyeti” ve barışçı amacı yoktur. Her şeyden önce rejimi muhafaza etme amacına yöneliktir. Ancak “Başkan Babamız” bu defa taktik nedenlerle, işbirlikçilerini ve suç ortaklarını çoğaltarak ve çeşitlendirerek yapmak, daha doğrusu “yapmak ister gibi” görünmek niyetindedir. MHP ile ittifakın yol açtığı kayıpların ve esas olarak da Bahçeli’nin gerçek niyetlerinin farkında olan Cumhurbaşkanı bir taktik (yani geçici) bir hamle peşindedir. Bu yolla, aşağıda değineceğimiz nedenlerle, bir taraftan muhalefetin etkisini kırarken, öte yandan MHP’yi kontrol altına almak istemektedir.

Gibi yapmanın” amacı: Kriz ve Kürtlerle savaş…

Bu samimiyetsiz ittifak önerisinin, içine girilen krizle ve bu krizin çeşitli uluslararası sorunlarla şiddetlenmesi ve “neo-bonapartist” Saray rejimi açısından yıkıcı bir karakter kazanması ihtimaliyle yakın ilişkisi vardır. Böyle bir ittifak ancak, sermaye düzenini feraha çıkarmak amacıyla krizin bedelini işçi sınıfına ve tüm emekçilere ödetmek ve o meşhur “yapısal reformları” uzlaşmalar yoluyla ve itirazsız bir biçimde gerçekleştirmek amacıyla önerilebilir. Kriz her halükârda iktidara bir şeyler kaybettirecek olsa da bu hasarın, suç ortaklıkları yoluyla paylaştırılarak en aza indirilmesi önemlidir. “Ülkemizin milli çıkarları” söylemi eşliğinde yürütülecek bu “operasyonun” bir diğer amacı ise, (her cinsten Türk milliyetçiliğinin ortak paydası olarak) Kürtlerle savaşın “terör” gerekçesiyle içeride ve dışarıda şiddetlendirilmesi olacaktır. RTE’nin Kürtlerle savaş temelinde, milliyetçi muhalefeti burnundan tutup istediği yere sürükleme konusunda engin bir tecrübesi vardır. Böyle bir ittifak veya ittifak önerisi, rejimin epeyce azalmış uluslararası kredisini artırma, uluslararası planda kabul edilebilir bir hale getirilmesi amacını da gütmektedir. Böyle bir öneri aynı zamanda etkili olmuş bir muhalefet ittifakını (Millet İttifakı) parçalamaya yöneliktir. Bu koşullarda, muhalefetin rejime ilişkin, iktidar açısından bir takım “kabul edilemez” koşullar ve itirazlar öne sürmesi veya böyle bir “ittifakı” ve işbirliğini reddetmesi halinde RTE tarafından “vatana ihanetle” suçlanacağı kolaylıkla tahmin edilebilir.

MHP meselesi

Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye ittifakı” önerisinin bir diğer yönü de MHP ile ilgilidir. İktidar paylaşımından nefret eden bir gücün yine iktidar paylaşımından nefret eden bir başka bir güçle ittifak yapmayı (Cumhur İttifakı) kabul etmesi bir zorunluluğun sonucudur. Ancak MHP ile ittifakın Saray aleyhine sonuçlar verdiği ve ittifakın esas olarak MHP’yi güçlendirdiği görüldü. Bunun yanı sıra MHP’nin ittifak içinde hegemonya ve inisiyatifi ele geçirme doğrultusundaki plan ve uygulamaları iktidar çevrelerinde ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. Bu durumda MHP’nin “üzerine gül koklanabileceği” ve bir zorunluluk olmaktan çıkartılabileceği imasıyla kontrol altına alınması ve haddini bilmesi konusunda uyarılması şart oldu. Gerçekten de Bahçeli’nin muhalefetin başlangıçta zannettiği gibi partisini bitirmediği, aksine, kendi yararına işleyen taktik bir ittifak yoluyla, RTE eliyle kurulmuş başkanlık rejiminin tepesine oturmayı, yani hazıra konmayı amaçladığı ortadadır. Bu nedenle Bahçeli, Saray’dan gelen “ayar verme” çabasına karşı, camiasından yükselen açık şiddet tehditleri eşliğinde “ Türkiye ittifakı da ne oluyor, bir tek ittifak vardır o da Cumhur İttifakı’dır!” mealinde bir tavır koymuştur. RTE de bunun üzerine “Türkiye ittifakının” 82 milyonu kapsayan bir çeşit “Cumhur İttifakı” anlamına geldiğini açıklayarak, esas amacının yukarıda belirttiğimiz hususlar olduğunu itiraf etmiştir!

Bu demir soğumaz!

Demirin soğumayacağı, soğutulmayacağı çok açıktır. Önerilen “Türkiye ittifakının” samimiyet içermediği, öyle “82 milyonu” falan kapsamasının düşünülmediği, kabul edilmesi halinde muhalefeti “majestelerinin muhalefeti” haline getirerek bitireceği veya parçalayacağı, rejimi tahkim etmeye yönelik başka bir kötülük planının parçası olduğu, iktidar ortaklarının son gelişmeler karşısında kullandığı tehdit dilinden de bellidir. Zaten çok daha önce “sokağa çıkamaz hale gelmekle” tehdit edilmiş olan Ana Muhalefet liderinin ülkenin başkentine bağlı bir ilçenin bir mahallesinde linç edilerek öldürülmek istenmesinin bir “milli infial”, “milletin haklı tepkisi”, “değerli arkadaşların mesajı” olarak görülmesi, Cumhurbaşkanı’nın ağzından milli bir “gaz sıkışması” olarak tanımlanması ve MHP kaynaklı (uzun zamandır tekrarlanan) açık şiddet tehdidi muhalefete karşı kullanılan dil, karşı tarafın teslim olması koşulu dışında, demirin gerçekte soğutulmak istenmediğinin kanıtıdır. Ancak bir “iç savaş rejimi” olarak var olabilecek bir rejimin başka türlü sürdürülebilmesi imkânsızdır…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında