İSTANBUL SEÇİMLERİNİN ARDINDAN 1: HAVA DÖNÜYOR MU?

İSTANBUL SEÇİMLERİNİN ARDINDAN 1: HAVA DÖNÜYOR MU?

Çeşitli iktidar çevreleri ve AKP “yetkili kurulları”, bugüne kadar görülmemiş bir “özeleştiri” dönemi yaşıyorlar! Bunun nedeni ilk elde elbette İstanbul’daki seçim hezimeti. Ancak hemen herkes asıl sorunun daha genel ve derin olduğunun farkında.

AKP camiasında seçim yenilgisi ve hatta “daha ötesine” ilişkin pek çok neden öne sürülüyor. Ancak “güvenilir kaynakların” aktardıklarından da anlaşılacağı üzere bu “özeleştirilerde” işin esasına bir türlü girilemiyor. Girilmesi de mümkün değil, çünkü böyle bir şey, öncelikle “özgül ağırlık” sahibi diğer kurucuları da tasfiye ederek bir “saray-hanedan” rejimi kurmuş olan şahsın tek başına bütün suçu üstlenmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle RTE, yenilginin nedenlerini “eski arkadaşlarının ihanetine” ve “sırtlarından hançerlenmelerine” bağlamaya çalışıyor.

Asıl mevzuya açıkça girilememesinin, sadece Reis’in öfkesinin ötesinde elbette onun kendi elleriyle kurduğu rejime ilişkin bir yönü var: Böyle bir açıklık, yeni rejimin ve üzerine oturtulmaya çalışıldığı sistemin çürüklüğünün, işlemezliğinin, hatta iflasının da itirafı anlamına gelecektir.

Gerçek, hükmünü icra ederken…

İktidarın ağır seçim yenilgisini ve değişen durumu izah etmeye çalışırken öne sürdüğü nedenlerin aslından bir dizi sonuçtan ibaret olduğu açıkça ortadadır. Gelinen noktada maddi gerçekliğin, yani temel olarak ekonomik ve sınıfsal gerçekliğin yine “belirleyici” rolünü oynamaya, “kimliklere” dayalı “söylemleri” alt etmeye, iktidara destek veren yoksul-emekçi kitleleri etkilemeye başladığını söyleyebiliriz. Evet, uzunca bir süredir hem ülkenin ekonomik durumunda, hem de kitlelerin maddi yaşam koşullarında son derece olumsuz, hatta berbat gelişmeler yaşanmaktadır. Türkiye, geçici çareler, bir takım “katakulliler”, ötelemeler ve istatistik oyunlarıyla gizlenmeye, ertelenmeye çalışılan, ancak giderek derinleşen, siyasi ve toplumsal kriz dinamikleriyle de kesişen “yapısal” bir ekonomik kriz sürecinde yol almaktadır.

İktidar, temel nedenleri örtmek için ne kadar çaba harcarsa harcasın gerçek, hükmünü icra etmektedir. Bu noktada artık “zamanın ruhunun” değişmeye başladığından söz edilebilir. Sınıfsal-toplumsal dinamiklerin geçmişten daha farklı bir biçimde ve tempoda işlemeye başlaması anlamına da gelen bu durum, kitlelerin psikolojisinde, hızı giderek artabilecek bir takım değişikliklere de işaret etmektedir. Yani sorun, AKP’nin “kusurlarını düzeltmesi gerekliliğinin” veya “koptuğu halkla bir kez daha bütünleşmesinin” çok daha ötesinde bir yerlere varmıştır.

Duvara çarpmanın yol açtığı “aydınlanma” hali!

Bizce, “havanın dönmeye” başlamasının temel nedeni halkımızın bir anda demokrasi, özgürlük, hak, hukuk adalet vb. konularda aydınlanması, “aydınlanmacı” değerleri hatırlaması veya iktidarın belli başlı konulardaki bariz başarısızlıkları değil, ekonomik krizin giderek daha ağır biçimlerde hissettirmeye başladığı bir “maddi-dünyevi durum” değişikliğidir. Maddi koşullardaki ağır bozulmayla birlikte, insanların banka kredileri ve kredi kartları sayesinde kendilerini “orta sınıf” zannetme lüksleri sona erdiğinde, giderek artan oranlardaki işsizlik çok geniş kesimleri kırıp geçirmeye başladığında, yani insanlar kafalarını maddi gerçekliğin duvarlarına çarptığında, er veya geç tepki vermeye, “aydınlanmaya” başlarlar. Bu sosyoekonomik gerçekliğin ideolojik-politik vd. “üstyapısal” yansımaları zamanla insan bilincindeki etkilerini gösterir. Bu güne kadar iktidarı destekleyen emekçi kesimler de bu etkiden muaf değildir. Gerçek dünyalarındaki sarsıcı değişiklikler, bu kesimlerin daha önce kolayca inandıklarına artık inanmamalarına, göremediklerini veya görmezden geldiklerini görmeye başlamalarına yol açmaktadır.

Böyle bir gelişmenin, bu koşulların epeydir geçerli olmasına rağmen neden daha önce ortaya çıkmadığı sorusu da sorulabilir. Burada Marksizmin ünlü kuralını hatırlatmak isteriz. “Bilinç maddi gerçekliği geriden takip eder!” Ekonomik durumun, siyasi davranışlar ve bilinç üzerinde doğrudan, garantili ve otomatik bir etkisi yoktur. Siyasi alışkanlıklar, yemek alışkanlıkları kadar olmasa da (belki de aynı onun gibi!) kolay değişmezler; son derece inatçıdırlar. Maddi koşullardaki köklü değişim eğilimlerine rağmen egemen ideolojinin de ağır, derin ve uzun süreli etkisiyle, siyasi alışkanlıklar bazen birkaç kuşak devam edebilir. Çoğu zaman en az bir kuşağın geçmesi gerekir. Toplumu örgütleme yeteneğine sahip, kitlelerin siyasi davranış ve tepkilerini güçlü yerel örgütlenme ve sosyal yardım ağları sayesinde adeta günü gününe takip edip yönlendiren, çok etkili bir siyasi iktidar mekanizmasının varlığında bu değişim daha da zorlaşır.

Şimdi sıra…!?

2001’de büyük bir maddi çöküntüye yol açan iktisadi krizin ve kapitalistlere yarayan, ancak emekçi halka büyük zararlar veren “yapısal reformların” (Kemal Derviş reformlarının) ardından, siyasi merkezin çökmesiyle burjuva bir alternatif olarak ortaya çıkan ve yerli-yabancı büyük sermayenin büyük desteğini alan AKP, şimdi bir başka büyük krizin yıkıcı etkileriyle karşı karşıyadır. Krizi, diğerlerinin yaptığı gibi, burjuvazinin lehine bir takım “yapısal reformlarla” çözmeye kalksa emekçilerin giderek azalan desteğini daha da kaybedecek (Ki, bu popülist bir kitle partisi için bitiş anlamına gelir.); yine burjuvazi yararına, ancak kitle desteğini bir ölçüde koruyabilmek için yarım yamalak önlemlerle geçiştirmeye kalksa yerli ve yabancı mali sermayenin endişe ve arayışları artacak. Yani tam bir “Ne İsa’ya, ne de Musa’ya…” durumu!

Sınıfsal kimlik ve sınıf mücadelesi…

Saray rejiminin, derinleşen bir ekonomik krizin belirleyici etkisi altında çok ciddi, hatta “tarihi” bir gerileme sürecine girmesi (Bu henüz çok yakın ve kesin bir çöküş anlamına gelmese de) çok önemli bir toplumsal-siyasi değişim dalgasının da yükselmeye başladığına işarettir. Bu tür süreçlerde maddi gerçeklik, her zaman çok bilinçli biçimlerde olmasa da sınıfsal kimlikleri ön plana çıkarmaya başlar. Sınıf mücadelesi, diğer toplumsal mücadeleleri de kapsayan nesnel bir belirleyicilik kazanır. Eşitsizliğe ve sömürüye dayalı “üretim ilişkileri” gerçeği, yani temelde yatan asıl toplumsal gerçeklik, bizim bilinç ve kavrayış derecemiz her ne olursa olsun, diğer gerçeklerin, “söylemlerin” (veya hayali şeylerin) üzerine çıkarak hükmünü icra etmeye başlar.

Bu elbette, yukarıda da vurguladığımız üzere, “devrimci” anlamda otomatik sonuçları olan bir süreç değildir. Eğer devrimci-politik bir müdahale yapılamazsa süreç, her türden burjuva gericiliğinin ellerinde, karşı devrimci sonuçlar da verebilir; bizler de sonsuz bir korku ve gerilim filminin içinde yaşamaya devam ederiz!

“Havanın dönmeye” başladığı açıktır; ancak “yelin işçiden esip esmeyeceği; dumanı dağıtacak yıldız-poyrazın başlayıp başlamayacağı*” devrimci-politik sınıf mücadelesinin gelişme seyrine bağlıdır…

*Bak: Can Yücel. “Hava Döndü” şiiri.

KG Yayın Kurulu