ZAMAN DARALIRKEN-1

ZAMAN DARALIRKEN-1

Seçim sonuçları, hızlanan dinamikler, bilincin yasaları, önderlik…

Muhalefetin kazandığı 31 Mart İstanbul BBB seçimlerinin sonuçlarının rejim tarafından tanınmayıp 23 Haziran’da yeniden seçime gidilmesi ve 13 binlik oy farkının 806 bine çıkması bir dönüm noktası oldu. Topluma çok uzun bir süredir yerleşmiş olan, iktidarın ve esas olarak RTE’nin yenilmezliği inancının kırılmasına yol açan bu gelişme, aynı zamanda farklı siyasi dinamiklerin harekete geçtiğini veya etkilerini ciddi biçimde artırmaya başladığını gösteriyor. Bu durumun işaret ettiği en önemli hususlardan biri, iktidarı ayakta tutan kitle desteğinde ciddi bir gerileme ve çözülme eğiliminin açığa çıkmasıdır.

Evet,  önümüzdeki dönemde Türkiye siyasetinde çok ciddi değişimlere yol açacak olan bu gelişmenin temelinde, siyasi ve toplumsal kriz dinamiklerini de güçlendiren uzun süreli yapısal bir ekonomik kriz yatmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz üzere maddi gerçeklik hükmünü icra etmeye başlamıştır. Bu aynı zamanda zenginle yoksulu, sömürenle sömürüleni bir arada tutan o sahte “cemaat dayanışmasının” kırılıp sermayeye karşı mücadeleye dayalı bir “sınıf dayanışmasının”  maddi-nesnel koşullarının da ortaya çıkması anlamına gelmektedir.

Bilincin yasaları…

Elbette henüz “çığ gibi” bir değişimden, uzun süredir AKP’yi destekleyen emekçi kitlelerin çok büyük oranlarda taraf değiştirmesinden söz etmek mümkün değil. Bugün yapılacak bir seçimin sonucunda AKP büyük ihtimalle yüzde otuzlar düzeyinde olsa bile, yine birinci parti olarak çıkacaktır. Burada, daha önce de vurguladığımız üzere, giderek güçleneceğini düşündüğümüz eğilimlerden, toplumsal dinamiklerden ve taşların yerinden oynamasından söz ediyoruz. Bütün bunların kaçınılmaz bir takım toplumsal-siyasal sonuçları olacaktır. Ancak bu sonuçların yönü konusunda hiç kimse bir garanti veremez. Yine daha önce belirttiğimiz gibi, nesnel koşulların öznel koşullar üzerinde otomatik bir etkisi olmadığı gibi maddi-ekonomik koşulların da kitlelerin bilinçleri üzerinde “doğrusal” bir etkisi yoktur.

Rus Devrimi’nin başlıca  önderlerinden L. Troçki, faşizmin Almanya’da iktidarı ele geçirmesinin ardından yazdığı bir makalede, maddi koşullarla bilinç arasındaki ilişki üzerine şunları söyler: “Faşist baskıların ve maddi yoksullukların dolaysız devrimci etkisine güvenmek kaba materyalizmden başka bir şey değildir. Elbette ‘Varlık bilinci belirler. Ama bu, bilincin dışsal koşullara mekanik ve doğrudan bir biçimde bağlı olması demek değildir. Varoluş, bilincin üzerinde, yine bilincin yasalarına uygun olarak kırılır. Bir ve aynı nesnel olgu, genel duruma ve daha önceki olaylara bağlı olarak, değişik, zaman zaman da tam tersi politik sonuçlar verebilir…”(Faşizme Karşı Mücadele)

Troçki, devrimci program anlayışı üzerine yürtüttüğü bir tartışmada ise aynı konuda şunları söyler: “Biliyoruz ki toplumdaki her sınıfın bilinci, nesnel koşullar tarafından, üretici güçler tarafından, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal koşullar tarafından belirlenir; ancak bu belirleyiş bire bir bir yansıma değildir.” (Devrimci Marksizmde Geçiş Talepleri Anlayışı. M. Yenice)

Demokratik ve/veya devrimci kitle hareketlerinin başlangıç aşamalarındaki kendiliğindenliği, bir adım sonrasında, bu mücadelelere siyasal, programatik ve örgütsel olarak müdahaleye hazır önderlikleri, yani “kendiliğinden olmayan” örgütlü siyasi güçleri zorunlu kılar. Unutulmaması gereken tarihsel yasa, “Devrimlerin kaderinin siyasal arenada tayin edildiğidir.” (Troçki) Ayrıca hiçbir siyasi önderlik, tarihsel olayların son derece hızlandığı zamanlarda görevlerini yerine getirmek için sonsuz bir zamana sahip değildir. Aynı  “zaman sorunu” daha farklı bir düzlemde, işçi sınıfı ve diğer emekçi kitleler açısından  da hayati bir önem taşır. Yine Troçki’ye göre “Bilinç ekonomik gelişmeye göre genel olarak geridir; daha geriden gelir. Bu gecikme uzun ya da kısa olabilir. Normal zamanlarda gelişme hızı yavaş olduğundan ve az bir eğimle ilerlediğinden, bu gecikme felâketli sonuçlar üretmez. Bu gecikme büyük ölçüde işçilerin nesnel koşulların önlerine koyruğu görevleri yerine getirebilecek düzeyde olmadıklarına işaret eder; fakat kriz dönemlerinde bu gecikme bir felâket olabilir…”  (age)

Nesnel koşulların herekete geçirdiği dinamiklerin  rejimin sonunu getirebilmesi ve devrimci anlamda  emekçi  kitlelerin yararına  sonuçlar verebilmesi ve en önemlisi yukarıda sözü edilen “felâkete” yol açmaması, işçi sınıfının, burjuvazinin çok yönlü etki ve hegemonyasından kurtulup her düzeyde (ekonomik-politik vb.) bağımsız örgütlenmesine, toplumun bütün ezilen kesimlerine yol gösterebilmesine  ve devrimci-politik bir önderliğin inşasına bağlıdır.

Havada mı..?

Bütün bu anlatılanlar, işçi sınıfının bilinç, örgütlenme ve siyaset anlamındaki hâlihazırdaki geriliğine ve bu düzenle mücadele edecek devrimci güçlerin “elindekine avucundakine” bakıldığında çok genel ve havada kalabilir! Ancak tarihsel ve toplumsal koşulların, var olan güçleri sıkıştırdığı, kimseye öyle sınırsız bir zaman şansı bırakmadığı durumlarda her ne kadar olumsuz, hatta acı da olsa önce gerçekleri açıkça söylemek, ardından programatik, siyasi ve pratik öneriler getirmek zorunludur. Bu aynı zamanda, geniş emekçi kitlelere “akıl öğretmenin” ötesinde, devrimci anlamda politik iddia sahiplerinin kendilerini örgütlemelerini, devrimci koşullara hazırlamalarını ve tam zamanında olmaları gereken yerde (tarihle randevu!) olmalarını ve de kendilerini kitlelere kanıtlamalarını sağlayacak olan asıl faaliyettir. Bütün bunların temel şartı o an için hiç “devrimci” olmasa veya görünmese de ekonomik, toplumsal ve siyasal gerçekliği doğru okumaktır. Bu iyi bir başlangıç noktası olabilir!

CHP adayına neden oy verdik?

31 Mart ve ardından 23 Haziran seçimlerinin Türkiye için bir dönüm noktası olabileceğini kavramak, seçim sonuçlarının şu veya bu yönde gerçekleşmesinin ülkenin geleceğine çok büyük bir etkisi olabileceğini öngörebilmek veya hiç olmazsa “hissetmek” çok önemliydi. Biz bu bilinçle hareket ederek, bazı kritik yerlerde, özellikle de İstanbul BB seçiminde CHP adaylarının desteklenmesi gerektiğini; bunun nedeninin CHP ve adayının “hayranlık uyandıran” veya “umut veren”  nitelikleri değil, rejimin niteliği ve geriletilmesi zorunluluğu olduğunu söyledik.

Ayrıca “neo-Bonapartist” Saray rejiminin İstanbul seçimini kazanmasıyla kaybetmesi arasında farkın çok önemli olduğunu; bunun başta kitlelerin morali olmak üzere pek çok toplumsal siyasi konuda farklı sonuçlar doğuracağını; özellikle İstanbul seçimlerinin iktidar ve rejimin gücü ve gidişatı üzerinde çok önemli bir rol oynayacağını; ayrıca seçimlerin yapılma biçiminin rejimin meşruiyeti ve oylarını savunmak isteyen kitlelerin demokratik seferberlikleri açısından hayati bir öneme sahip olduğunu pek çok kez vurguladık. Genel ilkesel yaklaşımımız, rejimin niteliğine ilişkin görüşlerimiz ve bütün bu değerlendirmelerimizin sonucu olarak seçimlerin boykot edilmesinin veya seçimlerde boş oy kullanılmasının doğru bir tutum olmadığını söyledik. Gelinen noktada  gelişmelerin bizi ve bizim gibi düşünenleri doğruladığını açıkça görülmektedir.

Yönü henüz tayin edilmemiş bir süreç; sermaye “dört koldan…”

Ancak bütün bunların bugün ve önümüzdeki dönemde devrimci bir anlam ifade edebilmesi açısından söylenmesi gereken başkaca sözler ve yapılması gereken işler olduğuna inanıyoruz. Eğer ülkenin tarihsel bir dönüm noktasının eşiğine geldiğini, şu veya bu biçimde çözülmesi zorunlu derin bir kriz sürecinde olduğumuzu söylüyor ve emekçi kitlelerin geleceğini çok ama çok yakından ilgilendiren, yönü henüz tayin edilmemiş bir değişim ihtimalinden söz ediyorsak bu sözler mutlaka söylenmeli, bu işler mutlaka yapılmalıdır. Bunlar,  kendi varlığımızı da inşa edecek ve bununla sıkı sıkıya bağlı olarak kitle seferberliklerini yaygınlaştıracak ve devrimci yönde dönüştürecek politik, programatik ve pratik faaliyetlerdir.

Bugün büyük sermaye, kendi örgütleri, var olan partiler ve yeni parti çalışmaları, ziyaretler, toplantılar, uluslararası bağlantılar, çeşitli iç ve dış ilişkiler vb. faaliyetler üzerinden doğrudan veya dolaylı biçimlerde “dört koldan” harekete geçmiştir. Bu faaliyetlerin amacı, ekonomik krizin tamamen büyük sermayenin yararına ve elbette emekçilerin zararına  “yapısal reformlarla” çözülmesi, kapitalist özel mülkiyete dokunulmazlık sağlayan güvenceli bir hukuk düzeninin oluşturulması, siyasi düzenin sermayenin çıkarlarına uygun biçimlerde şekillendirilmesi ve bu amaçlara uygun olarak siyasi kadrolarla ilişkiye geçilmesi, onların devşirilmesidir. Kapitalistlerin, yerli ve yabancı büyük sermayenin ülkenin ve halkının geleceğini tamamen kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda şekillendirme harekâtına karşı işçi sınıfı ve emekçilerin kendi hak ve özgürlükleri ve de gelecekleri açısından örgütlü ve kitlesel biçimde harekete geçmesi, gidişata müdahale etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bugün, yeni rejimin tamamen anti-demokratik niteliği nedeniyle neredeyse tek siyasi konu haline gelmiş olan demokrasinin, “melekler gibi cinsiyetsiz” bir  “şey” olduğuna inanmıyorsak ve her “demokrasinin” öncelikli olarak belirli sınıf çıkarlarını temsil ettiğinin farkındaysak, bir “burjuva demokrasisi”nin en liberal haliyle bile (hatta o nedenle!) sömürüye dayanan üretim ilişkilerini koruma ve yeniden üretme amacını güttüğünü biliyorsak, bu “genel” demokrasi sorununu da ona göre ele almak ve bu gerçekleri bütün işçi sınıfına ve emekçilere anlatmak zorundayız.

KG Yayın Kurulu