MEMLEKET MESELELERİ…

MEMLEKET MESELELERİ…

20 Temmuz 2019

Emperyalizmle mücadele, iç ve dış mihraklar, yasadışı formüller ve Erdoğan’dan sonra hayat!

Ortadoğu’yu ve haliyle Türkiye’yi “dizayn etme” amacıyla hazırlanan bir plan-strateji çerçevesinde ABD emperyalizmi tarafından kurdurulduğu ve iktidara getirildiği söylenen bir siyasi güç  “emperyalizme karşı bağımsızlık” mücadelesi veriyor. Üstelik bu mücadeleye bir de bir rejim değişikliği eşlik ediyor! Yani “çiftekavrulmuş!”

Bu memlekette vuku bulmuş ve bulabilecek her şeye alışkın olsak da ortada bizim buraları için dahi acayip sayılacak bir durum söz konusu. Bu durum, haliyle pek çok milli heyecan ve endişeye yol açıyor! Evet, bir rejim değişikliği yaşadık.  Bizim gibi “Yok daha o kadar değil!” diyenler olsa da “Memlekete faşizm geldi!” diyenlerin sayısı epeyce kabarık. Ama aynı zamanda, olduğu kadarıyla laikliği, demokrasiyi, hukuku falan tasfiye ederek rejimi değiştiren iktidar, kimilerine göre en azından S-400’ler meselesinde emperyalizme direniyor! Bunu açık veya örtülü biçimde ifade edenler, buna göre siyasi konum alanlar veya almaya çalışanlar var! Tamam, bunlara hiç güven olmaz, ama karşımızda Amerika varsa ve de milli gururumuz söz konusuyla, soğuk bir biçimde de olsa, böyle bir mevzuda iktidara yakın durmalıyız!  Böyle bir karışımın, yani bir yönüyle “faşist” veya “faşizan” bir iktidarın, aynı zamanda “Amerikan emperyalizminin baskılarına karşı direnip”  bildiği gibi davranması, haliyle kafa karıştıran bir durum. Özellikle de milliyetçilik ve Amerikan düşmanlığıyla emperyalizm karşıtlığının bu derece karıştığı bir ideolojik-siyasi iklimde, bütün milli duygu ve alışkınlıklarımıza rağmen “acabalarla” dolu bu tür bir huzursuzluk ve kafa karışıklığı kaçınılmaz.

Sağımız solumuz…

Kafa karışıklığı ve huzursuzluk derken daha çok “solumuzda”  yaygın olan bir durumdan söz ediyorum. Yoksa “sağımız” bu konularda epeyce şerbetli. Çünkü temsil ettiği sınıfsal çıkarlar nedeniyle ideolojik ve politik anlamda birbiriyle uyumsuz gibi görünen pek çok şeyin iç içe geçtiği iş ve eylemlere alışkın. Mesela İslamcıların, bir yandan Batılı ne varsa “ana avrat” küfredip üstelik karşıtlarını “gâvurluk ve kâfirlikle” suçlayıp Amerikan emperyalizmiyle el ele, diz dize, göz göze nice işler çevirmişliği var! Faşistler de öyle. Kendileri  “her türlü emperyalizme” karşı olsalar da “komünizme karşı mücadelede” silahlı külahlı işler ve her türlü kıyım ve katliam da dahil, pek çok işte emperyalizmle içli dışlı olmakta sakınca görmemişlerdir. Üstelik yıllarca dış güçlerin maşası olarak suçladıkları bir iktidarla ittifaka girerek onu halen ayakta tutmaktadırlar. Bu iki kesimin de bize göre hâlâ geçerliliğini koruyan nal gibi bir gerekçesi vardı: En büyük düşman olan komünizme karşı ABD emperyalizmiyle işbirliği yapmanın, milli ve dini değerlerimizi korumanın en garantili yolu olması!

Tabii sağın bu denli uçlarda olmayan “laik, demokrat, muhafazakâr…”  kesimleri açısından, yaşadığımız türden bir rejim değişikliğinin ve “emperyalizmle mücadelenin” sıkıntı verici, hatta bazen ciddi endişelere yol açan yönleri olsa da, iktisadi ve siyasi olarak ciddi hasarlara yol açmadığı ve elbette alternatifi bulunamadığı sürece, belirli sınırlar içinde idare edilebilir bir durum söz konusudur. Türk sağının geçmişe nazaran biraz daralmış olan bu kesimi hayata her zaman bir millilik-gayri millilik dengesi üzerinden bakmıştır. (Türkiye ile Batılı dost ve müttefikleri) Onlar neticede iktisadi ve siyasi aklın (devlet aklı!) galip geleceğine, kopmaz bağlarla bağlı olduğumuz uluslararası kapitalist sistemle (emperyalizm) işlerin normale döneceğine inanırlar. Aynı, hayatın fazla kıpırdayan herkesi er veya geç hizaya getireceğine ve hizaya girmeyenlerin şu veya bu biçimde zaptürapt altına alınacağına inandıkları gibi…

 Aslında yukarıda sözünü ettiğimiz tür den bir kafa karışıklığı ve huzursuzluk daha çok kendini “solda” sayanlar içir geçerli. Mesela CHP seçmenlerinin, CHP üyelerinin, çeşitli düzeylerde parti yöneticilerinin büyük bir çoğunluğu,  kendi deyişleriyle “cumhuriyet değerlerinin ayaklar altına alındığı” bu rejim değişikliğinin yol açtığı o derin endişe olmasa kendini yukarıda sözünü ettiğimiz o “antiemperyalizmin” kollarına bir biçimde bırakabilir. Genelde söze bir “solcu” gibi başlayıp sözünü neredeyse bir “faşist” gibi bitiren bu insanlar  laiklik, aydınlanma vb. konulardaki bütün endişelerine rağmen “Söz konusu olan vatansa  gerisi teferruattır !” prensibi uyarınca, “devleti ve milleti” ilgilendiren mevzularda iktidarda kimin veya hangi rejimin olduğuna bakmaksızın, homurdanarak” da  olsa da kendini ona teslim edebilir!

Alıcısı bol…

Dolayısıyla 7 Haziran’dan bu yana yeni bir baskı rejimi inşası ve elbette Kürtlerin tepelenmesi amacıyla iktidarla kol kola yürüyen faşistlerle; 15 Temmuz’dan bu yana iktidarla  Fethullahçı,  Kürt ve Amerikan karşıtı bir ittifaka girdikleri söylenen, bunu çeşitli beyanlarıyla doğrulayan “ulusalcı-Avrasyacı” kesimin aslında potansiyel olarak ciddiye alınabilecek bir toplumsal karşılığının olduğu açıkça ortadadır. Bütün bunlardan yola çıkarak, Saray rejiminin güttüğü türden bir “emperyalizm karşıtlığının” bu memlekette epeyce alıcısı olduğunu söyleyebiliriz. Zaten RTE de bunun farkında olduğundan çoğu zaman muhalefeti çok kaba bir dille “vatan haini ve emperyalizm yanlısı” olmakla suçlarken, kimi zaman da daha yumuşak bir dille, emperyalizme karşı birlikte mücadeleye, milli seferberliğe çağırmaktadır. İktidar bu çağrısını, şaşmaz bir biçimde, ortak milli değerimiz olarak Kürt düşmanlığı ile pekiştirmektedir.

Büyük Türkiye, demokrasi arayışları, daha beterinden diktatörlük ihtimalleri

İktidarın son birkaç yıldır giderek dozu artan kibir dolu söylemine rağmen içeride ve dışarıda uyguladığı politikaların, iddia ettiği üzere  “Büyük Türkiye” yolunda atılmış adımlar olmadığını saf  bir taraftar kitlesi dışında herkes biliyor. RTE’nin ABD’ye karşı bütün “antiemperyalizm ve bağımsızlık” gösterilerini artık sallanmaya başlayan iktidarını kurtarabilmek amacıyla yaptığı çok açık.

Ancak bu gösteriler, derin bir ekonomik krizin yıkıcı etkileriyle birlikte, iktidarın gücünü ve yönetme yeteneğini kaybetmeye başladığı bir süreçte,  giderek tehlikeli bir hal almaktadır.  Bu nedenle büyük sermayenin kendi sınıf çıkarları, ihtiyaçları ve uluslararası sermayeyle ilişkileri doğrultusunda (Yani milli çıkarlarımız oluyor!) çözüm arayışları da artmaktadır. Son seçim yenilgisinin ardından hızlanan siyasi şekillenmelere, “demokrasi arayışlarına” bu açıdan bakmakta fayda var.

Ancak muhtemel gelişmelere ilişkin bakış açımızı yukarıda da belirttiğimiz üzere bu “demokratik” ihtimallerle sınırlı tutamayız. Sözünü ettiğimiz güç kaybı, iktidarın ayakta durabilmek için girmek zorunda kaldığı ittifakları kendisi için giderek birer tehlikeye dönüştürüyor. Mesela MHP’nin başkanlık rejimiyle ilgili tavizsiz ısrarı-ki, bu konuda AKP’den bile daha militanca bir tavır içinde- doğrudan kendi gelecek iktidar planlarıyla ilgili. Aynı şekilde “ulusalcı-Avrasyacı” kesimin rejime verdiği desteğin amacı da günü geldiğinde iktidara el koymaktan başka bir şey değil.  Bunlar, kendi güçleriyle kurmayı başaramayacakları bir başkanlık rejimini kuran ve Kürt siyasi hareketini ezmeye yönelen RTE’nin “mirasına” konabileceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle biri rejim konusunda,  diğeri de “Avrasyacı” dış politika yönelişleri konusunda RTE’ye gaz veriyor. Kısacası Saray rejiminin güç kaybı, büyük burjuvaziyi, faşistleri ve ulusalcıları RTE sonrasıyla ilgili daha detaylı hesaplara yöneltiyor. Bu hesapların hangi koşullarda kendi yollarını izleyeceğini veya iç içe geçebileceğini çok da uzak olmayan bir geleceğin gelişmeleri ve güç dengeleri belirleyecek. Unutulmaması gereken, Saray rejiminin tek alternatifinin “demokrasi” olmadığı gerçeğidir.

Dış mihraklar, yasadışı formüller ve “Erdoğan’dan sonraki hayat”

Tabii, bunlar “iç mihraklarla” ilişkili ihtimaller. Elbette bir de “dış mihraklar” sorunu var; en başta da rejimin Suriye Kürtleri ve S-400’ler nedeniyle “antiemperyalist” bir “bağımsızlık” mücadelesine giriştiği ABD! Yaptırım uygulayıp uygulamayacağı veya uygularsa ne tür bir şey uygulayacağı konusundaki rivayet ve beklentilerin muhtelif olduğu ABD’den garip sinyaller geliyor. Kimin neyi ne kadar temsil ettiğini elbette dakik biçimde bilemeyiz, ancak sözlerinin ağırlığı olduğuna inanılan bazı kişilerin açıklamaları önemli birtakım işaretler veriyor olabilir. (Dediğim gibi, bunlar biz ölümlülerin tam manasıyla bilemeyeceği hususlar!)

Mesela, 2014-17 arasında ABD’nin Avrupa’daki kara kuvvetlerinin komutanlığını yapan Korgeneral Ben Hodges,   “S-400 alımının Türkiye’nin kurumsal bir kararı değil Erdoğan’ın kişisel siyasi tercihi” olduğunu savunarak şunları söylüyor: “Türkiye çok önemli bir müttefik. Erdoğan’dan sonrasını (abç) düşünerek hareket etmeliyiz. Türk-Amerikan ilişkilerinin 1.0 versiyonu muhtemelen bu yaz ölecek. Oturup Türk-Amerikan ilişkilerinin 2.0 versiyonunu ve Erdoğan’dan sonraki hayatı düşünmeye başlamamız gerekiyor”  demiş. (Cansu Çamlıbel, Gazete Duvar)

Amerikalı Korgeneralin “Erdoğan’dan sonraki hayat” sözleri, eğer “öbür dünyaya”  ilişkin dini-manevi-teolojik bir anlam taşımıyorsa doğrudan maddi dünyamıza ilişkin siyasi bir anlama sahip! Demek ki ABD’de en azından bazı çevrelerin RTE sonrasına, Türk-Amerikan ilişkilerinin “2.0 versiyonuna”  ilişkin bir takım düşünceleri var.

“1990’lardan bu yana ABD dışişleri ve istihbarat çevrelerine Ortadoğu ve Türkiye konularında danışmanlık yapan, Washington Institute’ün kurucularından, çok deneyimli bir siyasetçi” olduğu  belirtilen Alan Makovsky ise yenilenen İstanbul seçimlerinden sonra yapılan bir panelde “Türkiye’de ekonominin ve politikanın dengesiz bir döneme girdiğini” vurgulayarak, “Türkiye’nin tarihini düşününce, bu dengesizliğin yasadışı işler için bir formül oluşturmasından” korktuğunu söylemiş. (Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet)
Böyle bir adam,  Türkiye’deki dengesizliklerin yasadışı işler için formül(ler) oluşturmasından söz ediyorsa elbette oturup düşünmek gerekir; özellikle de içeride ve dışarıda pek çok mihrakın “RTE sonrası hayata”  ilişkin olarak çeşitli hesaplar yapmaya başladığı bir zamanda…

Bütün bu durum ve ihtimaller uç uca getirildiğinde veya harmanlandığında, RTE’nin “emperyalizme karşı giriştiği bağımsızlık mücadelesinin” beklenen veya beklenmeyen pek çok olağanüstü sonuca gebe olduğunu söyleyebiliriz…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında