MEMLEKET MESELELERİ-3

MEMLEKET MESELELERİ-3

Antiemperyalizm, bağımsızlık, bağrına taş basmak, burjuvazi emperyalizme karşı..!

Emperyalist sistemin en tepesindekilerin ve liberallerin aksi yöndeki iddialarını saymazsak, emperyalizm diye bir şey var ve herkes, attığı her adımı izleyip kontrol ettiğini düşündüğü  bu “şeye” karşı çıkıyor, elinde geldiğince mücadele ediyor. Ancak buna rağmen o “şey” yüz küsur senedir varlığını sürdürüyor. Durum bu!

Kendisinden “şey” diye söz etmem boş yere değil. Çünkü ortada hemen her kılığa, her şekle bürünebilen, her yere nüfuz etme yeteneğine sahip bir “şey” var: aynı, bilimkurgu-gerilim filmlerindeki uzaydan gelen yaratıklar misali! Bu hal aynı zamanda emperyalizme gizemli bir hava veriyor. Böylece emperyalizm korkutucu olduğu kadar kullanışlı bir hal de alıyor ve her istenildiği biçimde kullanılabiliyor. Böyle olunca da ideolojik ve politik olarak birbirine en zıt konumlardakiler bile  rahatlıkla “antiemperyalist” kılığına bürünüp karşısındakini suçlayabiliyor.

Önceki iki yazıda (Memleket Meseleleri 1-2) RTE’nin “emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin” çeşitli etkileri ve boyutları üzerinde duruldu. ABD ile (en son S-400’ler meselesi üzerinden) yaşanan sorunun asıl nedeninin yeni rejimin ayakta kalma çabasıyla ilgili olduğu vurgulandı. Eğer dış politiknına iç politikanın bir devamı olduğu doğru ise, bazı istisnai durumlar dışında, iç ve dış meseleler arasındaki bu ilişki kaçınılmazdır. Ancak bu somut gerçekliğe rağmen yine de ortada bu memleketin “antiemperyalist” kesiminin büyük bir bölümünün kafasını karıştırabilecek bir “bağımsızlık” meselesi var! O nedenle oradan başlayalım.

Bir bağımsızlık ki, Allah muhafaza..!

RTE ve yandaşlarının hiçbir sözüne inanmayan rejim karşıtları, haliyle “bağımsızlık mücadelesi” iddialarına da inanmıyorlar. O nedenle iktidarı, atamayacağını düşündükleri bazı adımları atmaya zorlayarak sıkıştırmaya çalışıyorlar. Sıklıkla  “Haydi sıkıysa NATO’dan çık bakalım”, “İncirliği kapat da görelim!” türü sözleri duyuyoruz. (Bunun bir de “Haydi Fırat’ın doğusuna gir de görelim!” versiyonu var!) İktidara, emperyalist sisteme bağımlılığı nedeniyle yapamayacağı düşünülse de “Haydi yapsana!” denilenler gerçekleşmeleri halinde elbette bir nevi “bağımsızlık” göstergeleri olabilecek şeyler. En azından emperyalizmin egemen olduğu dünya sistemini etkilemeleri, bazı zincirleme reaksiyonlara yol açmaları kuvvetle muhtemel. Düşünsenize, Türkiye NATO’dan çıkmış, İncirliği kapatmış; dünyanın pek çok bilinmezliklerle dolu bugünkü çok yönlü kriz döneminde neler neler olabilir !

Peki Türkiye’nin yeni rejiminin efendileri, malum koşullarda, bu “bağımsızlığı” nasıl değerlendirir? Elbette gücünün yettiğince sağa sola saldırarak; içeride öncelikle “demokrasiden” geriye ne kaldıysa onları boğarak, emekçileri daha da ağır bir baskı altına alarak, atabildiği kadar insanı hapse atarak, Kürt halkının canını çıkartarak, vatan-millet için ve elbette “terörle mücadele” ve “ümmeti kurtarma” adına sınır ötesi askeri maceralara girişerek… Tabii ki, bu konularda dış dünyadan gelebilecek samimi veya gayrı samimi itiraz, eleştiri ve uyarıları “bağımsızlık” ve de “emperyalizmle mücadele” adına reddederek! Ne güzel değil mi?

Buradan çıkartılabilecek sonuç, “emperyalizmle mücadele” adına NATO’dan çıkmanın, Rusya ve Çin ile derin ittifaklara girmenin veya kimilerine göre Fırat’ın doğusuna dalmanın vb. işaret ettiği “bağımsızlığın” rejim yandaşlarıyla şimdilerde Saray’la işbirliği halindeki Avrasyacı-ulusalcı kesim dışında memlekete, özellikle de bu memleketi emekleriyle var edenlere pek bir hayrının dokunmayacağıdır. Çünkü RTE’nin “emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin” gerçek hedefi, tamamen “bağımsız” ve engelsiz biçimde canımıza okumaktır! Yani “tam bağımsız” bir Türkiye” her zaman “gerçekten demokratik” bir Türkiye olmayabilir; aşamacı, üçüncü dünyacı, kendine yetmeci, bağımsızlıkçı solumuza duyurulur!

Emperyalizme karşı “bağrına taş basmak..!”

“Bağımsızlık” sorunu üzerinden devam edecek olursak: İktidarın dış politikasının gerçek bir emperyalizm karşıtlığı içermediğini söyleseler de yaşanan süreç, antiemperyalist kamuoyumuzun kafasını karıştırabilecek bir takım özellikler taşımaktadır. Meşreplerine göre çeşitli çekinceler öne sürecek olsalar da memleket solunda, iktidarın ABD ile yaşadığı ve ciddiye alınması gereken askeri-siyasi-diplomatik anlaşmazlık ve sorunlarda,   “emperyalizme karşı” gerektiğinde “bağırlarına taş basıp”  iktidarı, yani tepemizdeki “neo-bonapartist” Saray rejimini destekleyebilecek, en azından “felç” olabilecek geniş bir kesim vardır.  Elbette insanların emperyalizme karşı olmalarında bir sorun yok. Sorun, bunun “bağırlara taş basılarak”  yapılacak olmasıdır. Zaten bu durum, memleket sathında yaygın emperyalizm karşıtlığının eksik ve yanlışlarının da önemli bir işaretidir. Bu konudaki eksik ve yanlışların kaynağı esas olarak, antiemperyalizmin çok geniş bir kesim açısından tek boyutlu bir biçimde ABD (Batı) karşıtlığı olarak algılanmasıdır. Söz konusu, Batı’dan gelen dışsal bir musibet olduğunda,   söylene söylene de olsa, ABD’ye (veya AB’ye) şu veya bu nedenle kafa tutan bir iktidarın cinsine  cibiliyetine, yaptıklarına bakılmaksızın, aktif veya pasif bir biçimde desteklenmesi mümkün hale gelebilir. Hele ki (geniş bir kesim açısından) ABD emperyalizmiyle bu çatışmanın başlıca nedenlerinden biri ABD’nin Rojava Kürtlerine verdiği destekse!

Kapitalist RTE emperyalizme karşı.!

Peki, RTE’nin ABD’ye karşı askeri-diplomatik tavrından antiemperyalist bir bağımsızlık mücadelesi çıkarmak mümkün müdür? Elbette değildir. Çünkü her şeyden önce o bir kapitalisttir ve ABD ile girdiği mücadelenin asıl amacı, iktidarının muhafazası ve emperyalizm tarafından kabul görmesidir.

Bu iki vurguyu neden yaptığımı açıklayayım: Evet, RTE her şeyden önce bir kapitalisttir ve tarihsel, toplumsal ve siyasi misyonu esas olarak Türkiye’de kapitalist üretim tarzının egemenliğinin sürdürülmesidir. Bu O’nun emperyalizme gerçek anlamda karşı çıkmasını, ona karşı mücadeleye girmesini, o anlamda bir bağımsızlık mücadelesine atılmasını imkânsız kılmaktadır. Çünkü büyük devrimci Lenin’in de ifade ettiği üzere çağımızın emperyalizmi, temel koşulu itibariyle kapitalizmden, “kapitalizmin son aşamasından” başka bir şey değildir. Emperyalizm tekelci kapitalizmdir. Emperyalizm tekelci banka sermayesiyle tekelci sanayi sermayesinin bütünleşmesiyle ortaya çıkan finans kapitalin, yani mali sermayenin tek tek ülkelerdeki ve dünya çapındaki egemenliğidir. Emperyalizm aynı zamanda sermaye ihracının meta ihracından ayrı olarak özel bir önem kazanmasıdır. Yine Lenin’e göre kapitalizmin emperyalist aşamasında dünya, ekonomik planda (pazarlar) kapitalist gruplar, uluslararası tekelci kapitalist birlikler arasında; coğrafik olarak da (topraklar)  büyük devlet güçleri arasında paylaşılır…

Emperyalizmi  genel olarak tanımlayan bu özellikler, RTE’nin bırakın temelden ve külliyen karşı çıkmayı, “büyük devlet” olma hayaliyle, ülke burjuvazisinin  bir gün sahip olmasını bütün kalbiyle dilediği özelliklerdir. Onun mücadelesi hiyerarşik, eşitsiz-bileşik ve “karşılıklı, ancak uzlaşmaz” bir bağımlılığa dayalı emperyalist sistem içinde, temsil ettiği “yerli ve milli” sermaye güçlerinin daha üst bir konum kazanması amacını gütmektedir. Yani bu mücadele (rejimle ilgili sorunların dışında) emperyalizmin şekillendirdiği dünya sisteminde “daha manzaralı” bir yer uğrunadır! RTE’nin derdi emperyalizmin varlığı değil, Türkiye’nin emperyalist olmamasıdır!

Egemenliğin yolları; emperyalizm yabancımız mı; sosyalizm olmadan asla..!

Bugünün emperyalizmi, yüzyıl öncesinin “kolonyal” (sömürgeci) gücü olmadığı gibi, tek boyutlu olarak sadece devletlerarası ve “dışsal” boyutuyla da tanımlanamaz.  Emperyalizm, uzunca bir süredir, yeryüzünün geniş bir bölümünde, pek çok az ve orta derecede gelişmiş ülke açısından “içsel” bir olgudur. Emperyalizmin egemenliği, dünya ekonomisinin işleyişinin, temel kuralları itibariyle uluslararası mali sermaye tarafından şekillendirilmesi ve giderek yayılan kapitalist üretim ilişkileri üzerinden yürümektedir. Bu, kimi zaman yaşanan askeri müdahaleler, işgaller, hatta bazen sınırlı da olsa bir nevi “sömürgeleştirme” (Irak vb.) politikalarına rağmen böyledir. Yani emperyalizmin bir ülke üzerindeki egemenliği, hiçbir ülkenin dünya ekonomisi karşısında mutlak ve tam bağımsızlığı gibi bir ihtimal olmasa da, istisnai askeri işgal durumları dışında, esas olarak o ülkenin egemen üretim tarzı ile ilgili bir durumdur. Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu bütün ülkeler, iktidardaki politikacıların emperyalizm ve dış güçler üzerine çektiği nutuklardan bağımsız olarak emperyalist sisteme dahildir. Dünya ekonomisiyle kaçınılmaz, zorunlu ilişkilerin dışında, emperyalizmden bağımsız ekonomik, sosyal ve siyasal-askeri bir yola girmek, emperyalizmle ipleri koparmak ancak sosyalizm ile mümkündür. Bu durumda bile emperyalizmi yeryüzünden tasfiye etmeyi hedefleyen bir “dünya devrimi” stratejisi söz konusu değilse, başta Sovyetler Birliği’nin yıkılışında da gördüğümüz üzere emperyalizmle uzlaşma ve bir geri dönüş kaçınılmazdır…

Kısacası kapitalizm yıkılmadan emperyalizmden kurtulmak, kapitalizme karşı mücadele etmeden antiemperyalist olmak mümkün değildir.

Burjuvazi emperyalizme karşı..!

Bütün bunlardan yola çıkarak, emperyalizmin büyük güçleriyle şu veya bu nedenden dolayı çatışmanın her zaman emperyalizme karşı mücadele anlamına gelmediğini söyleyebiliriz.  Mesela sömürge veya yarı sömürge bir ülkede, emperyalist bir devlete karşı, burjuvazi önderliğinde kapitalist bir devlet kurma amacıyla verilen bir mücadele, ulusal kurtuluş savaşı veya sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi olarak tanımlansa da gerçek manada “antiemperyalist” bir mücadele değildir. Mücadelenin burjuva liderliğinin sürekli biçimde emperyalizme karşı mücadeleden söz etmesi dahi bu gerçeği değiştirmez. Pek çok örneği olan bu tür mücadelelerin ardından, bağımsızlığını kazanan burjuvazi, işçi ve emekçilere yönelik ağır baskılar eşliğinde kendi “bağımsız kapitalizmini” inşa ederken kısa süre içinde emperyalist sistemle ve çoğu zaman eski emperyalist sömürgeciyle ekonomik ve politik olarak yakın ilişkilere girer. Bu zaten kapitalist üretim tarzının dayattığı bir zorunluluktur. Bunun dışında bazı ulusal kurtuluş savaşları da emperyalist bir güce karşı değil, sömürgeci konumunda olan bağımlı bir kapitalist ülkeye karşı verilir. Bu tür sömürge, yarı sömürge ülke örneklerinde mücadelenin antiemperyalist bir nitelik kazanabilmesi, ancak bağımsızlıktan önce kapitalizmi tasfiye amacı taşımasına ve bağımsızlığın ardından da emperyalizmin sadece askeri-diplomatik plandaki dış etkilerini değil, aynı zamanda ülke içindeki ekonomik ve politik etkilerini kıracak bir sosyoekonomik yapının inşasına girişmesine bağlıdır.

Burjuvazinin bağımsızlığı..!

Sömürge veya yarı sömürge bir ülkede burjuvazinin dünya sistemi içinde  bağımsız bir sömürü alanına sahip olabilmek,  gücü oranında pazarlık yapabilmek, emperyalist sömürünün koşullarının kendisine de olabildiğince yarar sağlayacak biçimde düzenlenmesi amacıyla giriştiği mücadeleleler, en kısa zamanda uzlaşma  amacı taşıması nedeniyle “ulusal” olsa da antiemperyalist değildir. Yine aynı şekilde ekonomik olarak bağımlı bir ülke burjuvazisinin (çoğu zaman süper-karizmatik,güçlü ve büyük hayalleri olan bir lider önderliğinde!) giriştiği, sistem içinde “sınıf atlama”  ve sağa sola saldırma hakkını kazanma mücadelesini de antiemperyalizm olarak adlandırmak mümkün değildir. Nasıl eski Irak’ta  Saddam Hüseyin’den, Afganistan’da Taliban’dan ABD ve Batı’ya karşı mücadele ettikleri için birer antiemperyalist olarak söz edemezsek, aynı şekilde RTE’den de ABD ile (her türlü uzlaşma ve pazarlığa açık) bir itiş kakış yaşadığı için bir anti emperyalist olarak söz edemeyiz. Onun ABD ile yaşadığı sorunları,  bir gün NATO’dan çıkmaya kalksa bile “emperyalizme karşı bağımsızlık” meselesiyle karıştırmamak lazımdır. Kısacası “Reis”in dış politikasında kendisine rağmen bir “antiemperyalizm” , “nesnel” bir emperyalizm karşıtlığı, her şeye rağmen bir “milli çıkar” aramak abesle iştigal ve hatta bir enayiliktir. Böyle işlerden uzak durmak en iyisidir; tabii muhtemel bir “ulusal bağımsızlık” dönemini hapishanelerde ve başka yerlerde geçirmek istemiyorsak…

Tekrar edelim kapitalizme karşı mücadele edilmeden emperyalizme karşı mücadele edilemez. İşin temeli de esası da budur.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında