FIRAT’IN DOĞUSUNDA NELER VAR..?

FIRAT’IN DOĞUSUNDA NELER VAR..?

RTE, ağustos ayındaki zaferlerimize bu ağustosta bir yenisinin ekleneceğini müjdeledi. Haydi hayırlısı..!

Başlıca iç ve dış sorunlarımızdan birini oluşturan“güvenli bölge” tartışması “Fırat’ın doğusuna harekât” adıyla yine önümüzde! “Stratejik derinlik”edayalı,  “yumuşak güç” ve bir İhvan zincirimarifetiyle bölgeyi denetleyen büyük devlet olma hedefinin bir hayal olmasının ardından rejim epeydir yeni hamlelere hazırlanıyordu. Tabii bu defa daha küçük, daha bildik, ancak buna rağmen daha tehlikeli bir alanda. RTE’nin esas derdi, eğer vazgeçmeyi gerektirecek büyüklükte bir engel çıkmazsa, Suriye Kürdistanı’nda kurulan özerk yapıyı yok etmek,Fırat’ın doğusunu  “teröre karşı bir güvenli bölge oluşturma” gerekçesiyle işgal etmek.

Boşluklardan bir dünya yaratmak!

Elbette bunun da her dış meselede olduğu gibi bir takım olurları olmazları var. Bu nedenle her ne kadar “Biz istediğimizi yaparız, kimseler karışamaz!” denilse de önce diplomatik yollardan gidiliyor. Suriye’nin geleceğine ilişkin hesaplarla ve de IŞİD gerekçesiyle şimdilik Rojava’daki Kürt güçlerini destekleyen ABD ile pazarlıklar sürüyor. Karşı tarafta malum nedenlerden kaynaklanan bir ortak denetim ısrarı var, bu taraf ise bütün işi tek başına halledip bölgenin tek hâkimi olma konusunda bastırıyor. Yani işin “sulandırılmasından” yana değil. Rusya ile de bir takım pazarlıkların yürüdüğünden, İran ve Suriye’nin tepkilerinin hesaba katıldığındanda emin olabiliriz. Geniş planda ve uzun vadede ciddidezavantajlara rağmen daha dar bir alanda ve kısa vadede Türkiye’yi yönetenlerin bir takım avantajlara sahip olduğu açıkça ortada. Rejim, bölgedeki alanını korumak ve genişletmek için bir takım “boşluklara”ve bunların yarattığı fırsatlara oynuyor. Bunlar bölgede birinci dereceden etki sahibi olan büyük güçler arasındaki boşluklar. Yani “Yeni Türkiye” nindış politikadaki (bu aynı zamanda iç politika anlamına da geliyor) istikbali bu boşlukların ne ölçüde kapanıp kapanmayacağına bağlı. Sultan 2. Abdülhamid de uzun devri saltanatında dış politikada (ve elbette aynı zamanda iç politikada) Düvel-i Muazzama arasındaki boşluklara oynamasıyla ünlüydü. Fakat sonsuz sayılabilecek bir boşluk ancak uzayda var olabilir. Dünyamızda ise her boşluğun bir sonu, her kurnazlığın er veya geç ödenecek bir bedelivardır. 

Milli hedefler..!

Geçmişin hayal dünyasının çökmesinin ardından gelinen noktada amaç öncelikle Kürt halkının iflahının kesilmesidir. Siz bakmayın “PKK’nın uzantısı PYD-YPG” ve “terör koridoru”  söylemine, böyle bir harekâtın gerçek amacı, Rojava’daki,  özerk ekonomik-sosyal yapıları ve siyasi-askeri organlarıtasfiye etmek ve bu yapıların dayandığı geniş Kürt nüfusu bölgeden sürüp atmaktır. Afrin’de ve diğer yerlerde böyle olmuştur, Rejim, bunun Türkiye tarafındaki etkileriyle birlikte Kürt sorunundan büyük ölçüde kurtulmayı ve Kürt halkına boyun eğdirmeyi amaçlamaktadır.

Diğer bir hedef ise doğrudan Suriye sorunuyla ilgilidir. Rejim, kendisi açısından ciddi siyasi kayıplara yol açmaya başlayan Suriyeli mülteciler konusunda bir taşla iki kuş vurmak niyetindedir: Bir taraftan buradaki Suriyeli mülteciler sorununu hafifletirken, öte yandan çeşitli vaatlerle gönderilenlerin ve sınır dışı edilecek olanların belirli yerlerde iskân edilerek (TOKİ’den söz ediliyor) Kürtlerin çoğunlukta oldukları bölgenin nüfus yapısını değiştirmek ve kendi ekonomik-siyasi etkisi altındaki (kendine muhtaç) Arap nüfustan oluşan bir kuşak oluşturmak.

Bu aynı zamanda Suriye’nin önümüzdeki dönemdeki muhtemel siyasal şekillenmesi üzerinde söz sahibi olabilme, uygun politik şartlarda ekonomik avantajlar (pazar, inşa, petrol vb) elde edebilme anlamına da gelmektedir. Rejimin amacı, girdiği yerlerden olabildiğince uzun bir süre çıkmamaktır. (Belki de sonsuza kadar, kim bilir!)

Rejim, böyle bir harekâtın başarılması halinde hem içeride hem de dışarıda gücünü tahkim edeceğini düşünmektedir. “Beka sorunu” politikası son seçimlerde tutmak bir yana tersine işlese de, hesaba göre, öyle ABD’yi ve diğer büyük güçleri dinlemeden, “yedi düvele” kafa tutularak yapılacakbir sınır ötesi askeri eylemin getirisi büyük olacaktır. Başlıca hesaplar bunlardır.

Sömürgeci bir maceranın kaçınılmaz sonuçları

Buradaki sorun “Yeni Türkiye”nin böyle bir macerayı kendi öz güçleriyle, yani “yerli ve milli” haliyle nerelere kadar ve nasıl yaşayacağıdır. “Misakı milli” hedefi ardına saklanarak yapılacak bir takım askeri hamlelerin, geniş bir alanda, uzun süreli ve yıpratıcı bir sömürge savaşına dönüşmesinin her yönüyle ağırmaliyetleri olacaktır. Üstelik sorun sadece kriz içindeki bir ekonominin bu tür işleri becermeye yetip yetmeyeceği ile de sınırlı değildir. Bir girenin bir daha kolay kolay çıkamadığı bir bölgede, bu tür maceraların, bölgenin bütün sorunlarının içeriyetaşınmasıyla sonuçlanacağı, Türkiye’nin iç dengelerini en berbat biçimlerde etkileyeceği açıktır. Türkiye’yi yönetenlerin başlatabilecekleri ancak istedikleri gibi bitiremeyecekleri bir bölgesel çatışma büyük bir ekonomik ve toplumsal yıkımla sonuçlanacaktır. 

Bu durum aynı zamanda büyük güçlerin, Saray rejiminin, oynamaya çalıştığı  “denge oyunlarının”hesabını sormalarına ve ellerine düşmüş bir Türkiye’yi kendi bölgesel hesapları doğrultusunda “oyuncak” haline getirmelerine de yol açacaktır.Sözü edilen olumsuz koşulların gerçekleşmesi halinde, Türkiye’nin şu veya bu büyük gücüntarafında olması bu durumu değiştirmeyecektir. Yani bugün “tam bağımsızlık” adına yapılanlar yarın muhtemelen “tam bağımlılıkla” sonuçlanacaktır!

Karşılıklı idare ve şantaj politikası

Türkiye, ABD ve Rusya’yı birbirlerini “kıskandırma” yoluyla, yani bir tür şantaj politikasıyla “idare ederken”  ABD de Rusya da Türkiye’yi şimdilik önünde sınırlı bir harekât alanı bırakarak “idare” etmektedirler. ABD ile sağlanan “güvenli bölge ve ortak harekât” mutabakatı durumun bir süre daha idare edilmesiyle ilgilidir. Türkiye bir süre sonra (hatta şimdiden) oyalandığını söyleyerek duruma isyan edecektir.  Türkiye’nin ABD’ye rağmen girişebileceği işler ve bazı emrivakiler ancak Rusya’nın desteği veya göz yumması ile yürüyebilir. Daha önce yapılan Menbiç ve Afrin harekâtları, hava sahasının kapatılmaması dahil, ancak bu tür bir göz yummayla mümkün olabilmiştir. İki tarafın da Türkiye’ye güvenmemeleri, ancak gelecek hesapları nedeniyle sınırlı bir harekât imkânı tanımaları, bizi yönetenlerin sınır ötesi ilerleme sandıkları şeyin gerçekte bir tuzağa dönüşmesine yol açabilir.

Tilkinin dönüp dolaşacağı yer!

Rusya, Türkiye’nin sonunda şu veya bu biçimde,parçası olduğu emperyalist ittifakın en büyük gücüyle, yani ABD ile anlaşacağını, bugünkü manevralarının  ABD’nin Kürtlere verdiği geçici desteği, kalıcı bir biçimde kendine çevirme amacını güttüğünü bilmektedir. Rusya’nın bugünkü “hoşgörüsünün” nedeni, ABD ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıktan azami ölçüde istifade etmek ve NATO ittifakında çatlak yaratmaktır. Gerçekten de Türkiye’yi yönetenlerin asıl derdi, Kürtlerin tamamen devreden çıkarılması ve bölgedeki emperyalist çıkarların en gözde ve kârlı savunucuları haline gelmektir. ABD’nin bugün Kürtlere verdiği (ve tarih boyunca geçici olduğu kanıtlanmış) desteğin önemli nedenlerinden biri de (IŞİD sorunu dışında) Türkiye’nin son yıllarda yaşanan anlaşmazlık ve sürtüşmeler konusunda hizaya getirilmesidir.Kısacası ortada Türkiye’ye yönelik bir emperyalist saldırı olmadığı gibi, Türkiye de emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi falan vermemektedir. Rusya bu durumu görecek kadar tecrübeli bir devlettir!

Milli Muhalefet, milli dış politika!

Bölge planındaki uluslararası durum budur. Tabii bir de iç siyasi durumumuz vardır ki o da çok önemlidir. Rejim iç politika alanında da aynı dış politikada olduğu gibi bir “boşluktan” yararlanmaktadır. Bu boşluk özellikle “milli meseleler” konusunda odaklanan muhalefet boşluğudur. Muhalefetin güvenli bölge ve sınır ötesi harekât konusundaki söylemi esas olarak “Yapamazsın ki!” veya “Haydi yap da görelim!” şeklindedir. Böyle bir harekâtın Kürt özerkliğine yönelik boyutuyla ilgili herhangi bir itiraz yoktur.  RTE de Kürt meselesi ve Kıbrıs vb. bir takım meselelerde muhalefeti burnundan tutup istediği yere sürükleyebileceğinin, en azından bu alanda ciddi bir engelle karşılaşmayacağının bilincindedir.

Burjuva muhalefet,  bu tür “milli meselelerde”  iktidara vereceği desteğin rejimin ömrünü uzatmaktan ve saldırganlığını artırmaktan başka bir işe yaramayacağını bilse de “hem ağlarım, hem giderim” politikasında ısrarlıdır. Oysa Saray rejimi altında Türkiye’nin dış politikası, tarihinde hiç olmadığı kadar, iç politikanın, yani rejimin varoluşunun gereklerine uyumlu hale gelmiştir. Biliyoruz ki,  dış politikasını herhangi bir gerekçeyle desteklemek, rejimi desteklemekten başka bir anlam taşımaz…

“Fırat’ın doğusu” veya “terörden arındırılmış güvenli bölge” meselesinin önemli bir boyutu da budur.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında