8 Yıl Sonra Bugün, 10 Ekim

8 Yıl Sonra Bugün, 10 Ekim

(Katliamın 4. yılında yazılan yazıyı yeniden okurlarımıza sunuyoruz.)

Güneşli bir gündü hatırladığım, Eminönü’nde şimdi ne alacağımı bilmediğim bir Cumartesi alışverişindeyim. Sanırım gerekli gereksiz bir sürü ıvır zıvır torbaya tıkıştırılacak, dar sokaklardan bir kaçına girilip insan arasına karışılacak, oturup bir kahvede öğle kahvesi içilecek falan… Yapmam genelde, twitter’a baktığımı hatırlıyorum. Ardı ardına bir sürü mesaj düşmüş; Ankara’da katliam diye. Önce ağaç katliamı gibi bir şey sandım. Algılamadı beynim, biraz sonra düşen başka mesajlardan bahsedilen sayının kesilen ağaçlara değil, ölen insanlara ait olduğunu anladım.

Etraftaki kalabalığın her şeyden habersiz yaptıkları alışverişlerine baktım. Bir süre hiçbir şey yapamadığımı hatırlıyorum. Telefonum sürekli çalmaya başladı aynı anlarda. Sonra toparlanıp Ankara’da olduğunu bildiğim herkese ulaşmaya çalıştım. Ulaştıklarımın seslerindeki sakinlik gerçeküstü gibi gelmişti. “Evet saldırı oldu, şimdi biz kan vermeye gidiyoruz”, ya da “cenazeleri taşıyoruz şimdi” diyen… Şimdi anlıyorum, güçlendirilmiş bomba nedeniyle etraflarında uçuşan insan vücutları arasında dolaşırken, bir tür farkında olmama hali söz konusu idi.  Sonradan orada olup da bir şekilde psikolojik tedavi almayan insan tanımadım, mesela. 

Derken detayları öğrenmeye başladık, Ankara’da Gar önünde“Barış ve Demokrasi Mitingi” için buluşma yerine geleninsanların arasında, 2 İŞİD’li kendilerini patlatmışlardı. İlk başta 98 kişi, ardından yaralananlardan kurtarılamayan 5 kişinin daha kaybıyla ölü sayısı 103 e yükselmişti.  İstanbul’da İnşaat İş’ten doğrudan tanıdığım iki arkadaş, Tekin ve Maviş Serdar’da ölenler arasındaydı. Daha sonra yavaş yavaş kaybettiklerimizden “hani vardı ya.., hani şurada oturur, şurada çalışırdı” diye uzaktan gözümün aşina olduğu insanların da yüzleri belirmeye başladı. HDP ile, EMEP ile, CHP ile, sendikaları ile mitinge katılmışlardı. Sonra her birinin hayat hikayelerini okuduk, içimize oturan taşlar büyüyerek. Hepsinin ortak noktası, sanırım, mücadelelere omuz vermiş, “bizim gibi” olmaları idi. 

İŞİD üyeleri katliamı planladıktan sonra, açık açık, ellerini kollarını sallayarak alana gelmişler, bomba düzeneğini de nerdeyse hiçbir istihbarat çalışmasına takılmadan patlatarak katliamı gerçekleştirmişlerdi. 

Sonra Ankara’dan dönenlerden daha detaylı öğrendik; katliam sonrasında, çevik kuvvet alana girmesi gereken ambulansları bilinçli engellemiş, yardıma gidenlere biber gazı ile müdahale etmişti. Her türlü provokasyon, bizzat polis eliyle cenazeler pankartlar üzerinde taşınırken dahi yapılmıştı. Üstelik kitlenin müdahalesi ile ambulans için yolların açılması, bağış için verilen kanlara emniyetin müdahalesi, saldırıya uğrayanlara etrafta toplanan kişilerin küfür etmesi gibi inanılması güç olaylar söz konusuydu.

Oysa Suruç ve Diyarbakır mitingi patlaması yeni olmuştu, orada da katledilen gençlerin acısı da, katliamın anısı da daha çok taze idi.

İstihbarat denen şey, yine ne hikmetse mevzu bizim korunmamız olunca işlemez hale gelmişti.

Katliam alanının sistemli incelenmesi ve delil toplanması, yine katliama uğrayanlar tarafından yapılmak zorunda kalıyor, alandaki emniyetin yokluğu adeta “ancak bu kadar olur” sözünü doğruluyordu.

O günü ve etkisini almadı kafam, bir süre, benim de. Bir kötü rüyadayım gibi yapmıştım, acının yavaş yavaş zerk etmesi zamanla oldu, bu sebeple. 

Katliamın üzerinden çok geçmeden Ankara’ya gittim. Patlamanın olduğu yerde basit üç kenarlı bir karton gibi bir şeyden 1-1,5 m. yüksekliğinde yapılan anıta baktım, kalakaldım. Bu anıt (!) bile, defalarca saldırıya uğramıştı, yakılmaya çalışılmıştı üstelik.

Bu günlerde, aldıkları seçim yenilgisi ile parçalanma ivmeleri hızlanan AKP’de, o dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu, 7 Haziran’da kaybettikleri seçimin ardından, 1 Kasım’a kadar geçen sürede olanları anlatırsa yer yerinden oynayacağını söylüyor. Biz, tevatürlerden değil, sonuçlardan hareket edelim;iki seçim arasında, bu katliam, toplumun terörize edilmesinde kullanılarak, 1 Kasım’da AKP yeniden tek başına hükümet oldu. O dönemde bizzat bu zat patlayan bombaların “işlerine yaradığını” ifade etmişti.  Şimdi sütten çıkmış kaşık davranışı gösteren bu sabık adama inanmamız bekleniyor. Hafızamızı ya da izanımızı kaybetmiş olmamız lazım. Bizi boş verin, hala devam eden mahkemenin savcıları, bir ifadeye dahi başvurmuyorlar. Bildiği ve yer yerinden oynayacak olan şeyler nedir, bunun Ankara katliamı ve sonrası ile bir ilişkisi var mıdır, diye. En basit burjuva hukukunda olması beklenecek şeyler dahi olmuyor. Ne dönemin ve hala istihbarat dairesi başkanı, ne emniyet müdürü, ne dönemin hükümeti, ne içişleri bakanı bundan kaynaklı en ufak bir vebal duymuyor, zira. Haklarında dava dahi açılamıyor.

Geriye, bize kalan, acıların içimizde büyüttükleri oluyor. Hiçbir şeyle değiştirilemeyecek olan.

O yüzden kaybettiklerimizi tanıyın. Yeniden dönün, hayatlarını okuyun. Göreceğiniz kendiniz olacak çünkü.

B. Turgut

Yazar Hakkında