SAVAŞIN YENİ ADI: FETİH SURESİ EŞLİĞİNDE “BARIŞ PINARI!”

SAVAŞIN YENİ ADI: FETİH SURESİ EŞLİĞİNDE “BARIŞ PINARI!”

Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür.”  George Orwell-“1984” 

“İşgal” değil “fetih” diyorlar, “işgal” diyeni içeri alıyorlar ve askeri harekâtın  başlamasıyla birlikte camilerde Fetih Suresi’ni; okutuyorlar, devlet büyüklerimiz fetihten söz ediyorlar! Tamam, o zaman biz de “fetih” diyelim. Arapça bir sözcük olan fetihin(feth) “açma, başlama” gibi anlamları da var, ancak işin içine askeri bir harekât girdi mi sözcük “ele geçirme, zaptetme”, yani bir ülkenin, bölgenin veya bir kentin savaşarak ele geçirilmesi, zaptedilmesianlamını kazanıyor. Ancak bilindiği üzere bizimkilerin zihninde “fetih” kutsal, soylu bir anlam taşıyor. Üstelik bu kavram kendilerine de “Allah katında” müstesna bir yer kazandırıyor; Kuran’daki Fetih Suresi’ne bir göz atın anlarsınız! (Tabii işin içinde “ganimet” de var!) Ayrıca kavram bizimkilerin (neo) Osmanlıcı kafa yapılarına da uygun! 

Evet “bizimkiler” Suriye’nin kuzeyinde son birkaç yılda oluşan Kürt özerk bölgesini (Rojava) ortadan kaldırmak ve bölgeyi yeniden şekillendirmek üzere bir askeri harekâta giriştiler. Harekâtın adı “Barış Pınarı!” Aynı birkaç yıl önceki Afrin’e yönelik “Zeytin Dalı” gibi bir şey, O zaman onun için “Zeytin Dalı”ndan ziyade “meşe odunu”na benziyor demiştik, buna ne denmesi gerektiğine varın siz karar verin.Unutulmaması gereken, kavramları tersyüz etme sanatının Orwell’ın “1984” romanında anlattığı “Büyük Birader” rejiminin başlıca marifetlerinden bir olmasıdır.

Öncelikli amaç…

Harekât’ın öncelikli amacı, “Terör yapılanması” bahanesiyle, Suriye topraklarında bu güne kadar kurulmuş (görece) en demokratik siyasi-toplumsal yapının tasfiyesi ve bu yapının demografik altyapısını oluşturan Kürt halkının bölgeden sürülmesi. Böylece oluşumun bölge ülkelerinde yaşayan diğer Kürtler için bir örnek teşkil etmesi önlenmek isteniyor. Koskoca “stratejik derinliklerden”, bütün bir bölgenin lider ülkesi olma hayallerinden gele gele geldiğimiz yere bakın denilebilir. Ancak haksızlık etmeyelim, daha fazlası var. Saray rejimimiz bu işi yaparken bölgede yeni bir oluşumu gerçekleştirme peşinde. Sürülen Kürt nüfusun yerine Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin önemli bir bölümünü buraya yerleştirmeyi planlıyor. İlk denemeleri Afrin’de yapılan bu iş aslında büyük bir iş! TOKİ tarafından kurulacak büyük yerleşimlerden, Gaziantep üniversitesine bağlı fakültelerden, yüksekokullardan, Afrin’de olduğu gibi burada da Türkiye’deki idari yapının bir kopyasının oluşturulmasından söz ediliyor. Böyle bir amaç için harekâtta Türkiye’de doğrudan Türk devleti eliyle örgütlenen “Suriye Milli Ordusu”, ÖSO gibi gerici-dinci silahlı unsurların da kullanıldığı düşünüldüğünde Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak yapının ne menem bir şey olacağı anlaşılır. Bölgede olabildiğince kalıcı olmanın hesaplarının yapıldığı ortada. İktidarın “Suriye’nin toprak bütünlüğünden” anladığı budur. 

Savaşın bu yönü öncelikle Suriye’nin yeni siyasi şekillenmesinde kendi taleplerini kabul ettirmekle ilgili. Ancak yeterli fırsat ve boşluk doğması halinde işin daha ötelere varması da muhtemel. Yani iktidar “fetih” sözcüğünü durduk yerde kullanmıyor!

İç meseleler

Aklı başında herkes bütün bunların tek başına “dış politika” konuları olmadığının farkında. Zaten iktidar ortaklarının yırtınırcasına tekrarladıkları “beka” söylemi de bunun kanıtı. Yani anlattıklarımız esasında iç politikaya ilişkin konular. Sorunun öyle “terörle-sınır güvenliğiyle” değil doğrudan doğruya rejimin varlığıyla, sürdürülebilmesiyle ilgili olduğu açıkça ortada. Mesela, eğer Kürt siyasi önderlikleri bu rejime destek verselerdi konu çok farklı bir seyir izleyecekti. Yine aynı şekilde Suriye’deki PYD, Esat rejimine karşı savaşmayı kabul etmiş olsaydı, bugün iktidar sözcülerinden “Türkiye’nin Kürtlerle büyümesi” üzerine övgü dolu sözler işitecek; Türkiye’de bir Kürt özerkliğinin nasıl bir şey olması gerektiği üzerine tartışacak; belki de şanlı ordumuzun Kürt özerk yönetimini “zalim Esed”e karşı korumak üzere sınırı geçişini alkışlayacaktık! Tabii CHP yine temkinli davranacak ve silahlı kuvvetlerimize tam destek vermekle birlikte, bu özerkliğin gelecekte bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasına yol açabileceği ve bu nedenle Suriye hükümetiyle görüşülmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunacaktı!

CHP’nin halleri…

Evet, sorun esas olarak rejimin varlık-yokluk sorunudur. Bunu CHP de bilmektedir. Ancak konuKürtlere aman verilmemesi olunca geri kalan her şeyin teferruat olduğu prensibi uyarınca ana muhalefet partisi her zaman olduğu gibi o çok karşı olduğu rejimin kuyruğuna takılmaktadır. Net bir karşı çıkışın iktidarın en ağır suçlamalarına rağmen, CHP’ye belirli sınırlar içinde olsa da çok daha gerçek bir muhalefet partisi kimliği kazandıracağı açıktır. Ancak CHP kurucusu olduğu rejimin artık değişmiş olduğunu sık sık söylese de ezeli ve ebedi bir düzen partisi olma niteliğiyle “fetih politikasında” yeni-Bonapartist Saray rejiminin kuyrukçusu olmayı tercih etmektedir. CHP’nin sözde itirazlarına rağmen fiilen askeri harekâtı destekleme gerekçesi “askerimizin burnunun kanamamasıdır!” Oysa askerin burnunun ancak barış halinde kanamayacağını herkes bilir. Bu durumda CHP’nin gerekçesinin gerçekle bir ilgisinin olmadığı açıktır. CHP  bu konuda TSK ile rejim arasında bir ayırım yaparak sorumluluktan sıyırma peşindedir. Siyasi iktidarlarla orduların kurumsal anlamda her zaman bire bir aynı şeyler olmadığı bir gerçek olsa da neticede her rejim bu tür işlerde orduyu kullanır; ve her ordunun karar verici organı, “burunlarının kanamasını istemediğimiz çocuklarımız” değil, önemli ölçüde siyasete gömülmüş komuta kademesidir. Bu nedenle bu tür müdahalelere destek verip vermeme konusunda bu gerçek ilişki hesaba katılmalıdır.

CHP düzenperestliği nedeniyle, bu savaşın yol açabileceği kötü sonuçların  farkında değilmiş gibi davranmaktadır. Oysa böyle bir sürecin, rejimin “başka bir şeye”  dönüşmesiyle daha da baskıcı ve saldırgan bir karakter kazanmasına yol açması kuvvetle muhtemeldir.

Diğerleri ve biz

HDP ve sosyalistler dışındaki diğer partilerden söz etmiyoruz bile. MHP ve Vatan Partisi gibi aleni Kürt düşmanlıkları nedeniyle doğrudan iktidarı destekleyenler bir yana, geri kalanların hemen hepsi Saray iktidarına karşı olsalar da işin askeri boyutu konusunda birer Türk milliyetçisi olarak tavır almaktadırlar. Aynı şekilde Türkiye büyük sermayesi de her benzer durumda olduğu gibi devletinin yanındadır. Bu genel milliyetçilik, ağır baskı altındaki Kürt emekçileri dışında,  kaçınılmaz olarak bu savaştan en büyük zararı görecek olan işçileri ve genel olarak bütün emekçileri de etkilemektedir. Savaş karşıtı muhalefet devlet baskısı, dağınıklık,siyasi etkisizlik vb. nedenlerle ne yazık ki çok zayıftır.

Bize gelince, siyasi önderliklerinin nitelikleri ve hataları ne olursa ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını sonuna kadar destekliyor;  bu “fetih” savaşının asıl nedeninin Saray rejiminin ayakta kalmasını sağlamak olduğunu biliyor ve emekçiler için yıkımdan başka bir şey getirmeyecek olan bu savaşa karşı çıkıyoruz.

KG Yayın Kurulu