REİS NATO ZİRVESİNDE: BİR ANTİEMPERYALİZM HİKÂYESİNİN GERÇEK YÜZÜ

REİS NATO ZİRVESİNDE:  BİR ANTİEMPERYALİZM HİKÂYESİNİN GERÇEK YÜZÜ

Giderken çok sertti. Eğer NATO’dan PYD-YPG’nin bir “terör” örgütü olduğuna dair bir karar çıkmazsa Baltık ülkeleri ve Polonya’nın Rusya’ya karşı savunulmasıyla ilgili askeri planları veto edeceğini söylüyordu. RTE,  “Bizim terör örgütü olarak telakki ettiğimiz ve kendileriyle terör mücadelesi verdiklerimizi bizim NATO’daki dostlarımız eğer terör örgütü olarak kabul etmezse kusura bakmasınlar orada atılacak her türlü adımın biz karşısında oluruz” demişti. Olmadı; NATO Zirvesi’nden, “teröre karşı” mücadelenin sürdürülmesi ile ilgili genel bir karar çıksa da Suriye’deki Kürt siyasi-askeri örgütlenmesi “terörist” ilan edilmedi. Ancak RTE hiçbir şeyi veto etmedi. İnat edip olay da çıkarabilirdi, ama yapmadı, yapamadı. Neticede karşısında bizdeki muhalefet liderleri yok ve belli ki dışarıda da işler pek yolunda gitmiyor. Türkiye’de tribünlere dönük sahte “antiemperyalizm” gösterileri, gerçek emperyalizm karşısında sökmüyor! 

Yerimiz, Duruşumuz: NATO’ya Laf Söyletmem!

Belli ki RTE’nin “emperyalizm karşıtlığına” NATO dahildeğil; aynı, uluslararası mali sermaye gibi! Bakın Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir!” açıklamasına nasıl da “Asıl senin beyin ölümün gerçekleşti!” cevabını veriverdi. O kadarla da kalmayıp devam etti: “Üye ülkelerin alternatif aramak yerine NATO’yu ortak tehditler karşısında daha güçlü kılacak çalışmalar içinde olmalarını bekliyoruz. Bazı çevreler art niyetli bir şekilde ülkemizin NATO’ya mensubiyetini gölgelemeye çalışsalar da bizim yerimiz ve duruşumuz bellidir…”

Görüldüğü üzere RTE’nin, emperyalizmin ABD önderliğindeki vurucu gücü NATO ile esasa ilişkin bir sorunu yok.  Onun bünyesinde, teşkilatı “ortak tehditler”, yani ortak düşmanlar (mesela Rusya!) “karşısında daha güçlü kılacak çalışmalar içinde” olmaya hazır. Ayrıca Kimseler bizim “NATO’ya mensubiyetimizi gölgeleyemez” çünkü “yerimiz ve duruşumuz belli…

Tuhaf Pazarlık!

Bu sağlam duruşa karşın RTE’nin NATO’ya,  içinde Rusya’nın da adının geçtiği kritik bir veto tehdidiyle, Suriye Kürtlerine karşı (Buna gereğinde başka Kürtler de eklenebilir!) ortak mücadele önermesi ve bir çeşit pazarlığa girişmesi veya zirve sırasında konuyu resmen açmasa da  böyle bir görüş açıklaması biraz tuhaf kaçıyor. Gerçek bir “pazarlığın” ancak eşdeğer kozlarla yapılabileceği düşünüldüğünde Türkiye’nin bu tavrı Rusya ile Rojava özerk yönetimini fiilen “eşdeğer” hale getiriyor. Sonuçta Türkiye’nin en istemediği şey oluyor.

İşte, yeni rejimin dış politikada geldiği yer burası. Anlaşılan Kürt korkusu, aynı “eskisi” gibi “yeni Türkiye”nin efendilerini de etkisi altına almış ve NATO’yu  yardıma çağıracak duruma getirmiştir. Yani koskoca Türkiye, adını ne koyarsa koysun, bir “Kürt saldırısına” karşı NATO’dan yardım istemektedir! Burada biraz ironi var elbette. Ancak ortada ciddi bir de gerçek var: Türkiye’yi yönetenler,  iç ve dış politikalarıyla,  Kürt sorununu izole etmeğe çalışırken, onun, neredeyse bütün dünyanın tartıştığı uluslararası bir sorun haline gelmesine yol açmışlardır! 

Değişen Bir Şey Yok: Mensubiyet, Bağımlılık, Bağlılık 

Sonuçta Türkiye, emperyalizmin vurucu gücü NATO’ya “mensubiyetini” ve bağlılığını bildirerek, yüz yıldır bir “bağımsız Kürdistan” kurmaya çalıştığını iddia ettiği emperyalizme Kürtlere karşı bir ittifak önermektedir. Yani emperyalizm Kürtlere yakın durduğunda “emperyalist”,Türkiye’ye yakın durduğunda bir “dost ve müttefik”tir! Aynı eski “laik-Atatürkçü” modelleri gibi büyük sermayenin siyasi ve askeri temsilcilerinin “alnı secdeden kalkmayan” yeni modellerinin de emperyalizm karşıtlığı böyle bir şey.

Türkiye’yi yönetenlerin asıl sorunları emperyalizmle, NATO’yla değil, emperyalist sistem ve teşkilat içindeki konumları, payları ve ilişkileri ile ilgilidir. Nitekim RTE, büyük bir gürültü çıkaracakmış gibi gittiği NATO zirvesinde uyumlu biçimde oturmuş ve sessiz sedasız geri dönmüştür. O da bütün burjuva politikacıları gibi kendi siyasi çıkarlarının yanı sıra temel sınıfsal çıkarlarının farkındadır. Sakin tavrında, büyüklere diş geçirememenin yanı sıra bu “farkındalığın” da önemli bir payı vardır. Reis, NATO’nun en temel varlık nedeninin kapitalizmin dünya çapındaki egemenliği ve güvenliği olduğunu bilmektedir. Bu aynı zamanda, son tahlilde sınırlarını da bilmek anlamına gelir. Emperyalist sistemin düzeni ve güvenliğiyle bir yere kadar “oynayabilirsiniz” ancak bir yerden sonra onun “terbiye edici” yüzü ve mantığıyla yüz yüze gelirsiniz; hele ki sistemin gözünde “öngörülemez-güvenilmez” bir kişi durumuna gelmişseniz. Emperyalizme bağımlılık böyle bir şeydir. Ancak RTE’nin Macron’a ettikleri de dahil NATO’ya ve Türkiye’nin teşkilattaki yerine ilişkin lafları, sadece derin bir bağımlılığındeğil, aynı şekilde derin bir bağlılığın da ifadesidir. Unutulmasın kimse Türkiye’yi NATO’ya zorla sokmamıştır, aksine NATO üyeliği Türkiye’nin egemenlerinin en temel sınıfsal çıkarları doğrultusundaki tercihleri ve talepleri sonucunda gerçekleşmiştir.

Emperyalizmin egemenliğinden kurtulmanın bir işçi sınıfı iktidarından ve sosyalizmden başka bir yolu yoktur. Gerisi lafügüzaftır!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında