Takkeli PacMan İstanbul’u Yutarken

Takkeli PacMan İstanbul’u Yutarken

Kapitalistler için yaşam özü, hayatın anlamı kar marjlarını sürekli olarak arttırmaktır. Ağaçlar, hayvanlar ya da geçmişin mirası onlar için hiçbir şey ifade etmez. Onlar için keseleri önemlidir ve her biri doymak bilmez asalaklardır.

AKP iktidarı ise Batılı muadillerini kıskandıracak kadar büyük bir hızla, çevrilmemesi gerekenleri dahi nakde çevirebilecek kadar gözünü karartmış halde, devasa ve doymak bilmez bir PacMan edasıyla, çıkamayacaklarını anladıkları çöküş girdabını son bir büyük vurgunla taçlandırmakta kararlı.

Öyle ki Kanal İstanbul ile, bin yıldan fazladır, geçmiş dönem burjuva iktidarlarının da büyük bir iştahla iştirak ettikleri kent suçlarıyla betona ve şamataya boğulan, beli bükülse de bir şekilde ayakta kalabilen İstanbul’u yok etmeye hazırlanıyorlar.

Emekçilerden çaldıkları dahil milyarlarca dolarlık devasa bütçeleri dahiyane bir yatırım hamlesiyle betona gömmekle kalmayıp dış politikada uyguladıkları dillere destan, binlerce yıl boyunca, kuşaktan kuşağa anlatılacak kadar acınası stratejilerle Körfez düklerine bağladıkları geleceğimizi daha da karartmak için cüretkar bir adım atmaya hazırlanıyorlar.

Çürümenin bilançosu

Bilindiği kadarıyla 2016 yılından bu yana Kanal İstanbul güzergahında yer alan arazinin 30 milyon metrekarelik bölümü, merkezleri Körfez ülkeleri olan 3 şirkete satıldı. Karadeniz bölgesinde yakarak öldürdükleri ağaçların küllerini bile sattıkları Katarlılar, kendilerinden yüzbinlerce kat büyüklükteki devasa bir ülkeyi kolonileştirme yolunda attıkları hayret verici adımların verdiği mutluluğun doruklarında mıdırlar bilinmez, ama Saray Rejimi belli ki halinden hoşnut.

Saray Rejimi Kanal İstanbul projesiyle 25 milyon metrekare büyüklüğünde, 200 bin 827 ağaçtan oluşan ormanlık alanı yok ederek geleceğini çaldığı halkın oksijenini de çalmaya hazırlanıyor. Bu cinayet, muhtemeldir ki ilerleyen yıllarda Kanal İstanbul’un halk sağlığı açısından yarattığı yıkımı anlatan bir bilanço yazısı hazırlamamızı zorunlu kılacak.

Saray Rejimi sebep olduğu krizle birlikte taze sebze ve meyveye hasret bıraktığı emekçilerin kursağındaki 2 lokmadan birine daha talip oluyor Kanal İstanbul projesi ile. Öyle ki 136 milyon metrekarelik tarım alanı yok olacak ve Saray Rejimi sınıf karakterine oldukça uygun bir şekilde gerçeklerden yüz çevirmekte ısrar ediyor.

Yandaş inşaatçılarının ve Körfez soytarılarının keseleri ile ejder meyveli smoothie’leri oldukça şık bir şekilde taşıyan altın kadehler ağzına kadar dolsun diye İstanbulluların deniz mahsulleri yiyemeyecek olduğu gerçeği Saray Rejimini bir nebze bile olsa derin ve kederli düşüncelere sevk etmiyor. Kanal İstanbul ile zarar görecek olan balıkçılık faaliyetleri Karadeniz bölgesini de etkileyecek. Gastrokültürünün merkezinde balık yer alan Karadeniz’in binlerce yılda gelişen kültürel kodları hızla değişecek. Körfez soytarıları ve muhiplerinin hatrına binlerce yıllık lokal kültür yapıbozumauğrayacak.

Yaklaşık 8 bin 500 yıldır İstanbul’un yaşam pınarı olan doğal su kaynaklarını yok edecekler ve bununla da yetinmeyecekler; Terkos Gölü tuzlu su ile tanışacak ve Sazlıdere Barajı ile birlikte usulca tarihe karışacak. Sürekli olarak temiz içme suyuna ulaşabilecek durumda olan patron sınıfına mensup İstanbulluların hayatını etkilemesi pek olası olmayan bu gerçeklik, yoksul mahallelerde halk sağlığı açısından önemli sonuçlara yol açacak. 

Bir başka suçlunun suça iştiraki

A Haber’de dile getirilen “Vatikan kaynaklarından alınan bilgilere göre Kanal İstanbul [güzergahında] Tapınak Şövalyelerinden kalan 10 gemi dolusu altın var” şeklindeki görkemli argümanların gölgesinde Saray Rejimi Kanal İstanbul projesi için ihtiyaç duyduğu Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu yayınlandı.

Gazeteci İsmail Saymaz’ın ortaya çıkardığını göre; ÇED raporunu hazırlayan Çınar Mühendislik Müşavirlik A.Ş’nin Sahibi Selahattin Hacıömeroğlu, BOTAŞ Davası’nda rüşvet vermek suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası aldı. Yargıtay’ın bozduğu dava halen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor.

BOTAŞ Davasının gerekçeli kararında rüşvetin telefon konuşmaları ile sabit olduğu ve rüşvet alan görevlilerin ihale süreci hakkında bilgi sızdırdığı ve şirketin teknik puanını arttırdığı ortaya çıktı.

Oldukça güvenilir, gerekçeli kararda görüldüğü üzere iş ahlakı ile büyük insanlığa örnek olabilecek kadar değerli bir isim olan Selahattin Hacıömeroğlu’nun şirketi tarafından hazırlanan ÇED raporunda yer alan önemli noktaları birleştirmek gerekiyor.

ÇED raporuna göre;

Kanal İstanbul yalnızca iktisadi ve kültürel yıkıma sebep olmayacak. Zaten büyükçe bir şantiye haline getirilen İstanbul projenin başlamasıyla birlikte 1 yılda 360 patlamaya ev sahipliği yapacak. Yani İstanbullular 1 yıl boyunca, günde ortalama 1 defa 43 kilogram ağırlığındaki dinamitin çıkardığı korkunç sese, yarattığı ucube şantiyeye şahitlik edecek.

126 kilometre yarıçapındaki bölgedeki yapıların zarar göreceği bu patlamalarla birlikte ortaya 103 milyon 740 bin 225 ton ağırlığındaki hafriyat, en az 3 bin 227 kamyon ile yılın 46 haftası, haftada 6 gün ve günde 24 saat çalışarak 4 yılda temizlenecek.

Gürültü ve görüntü kirliliği konusunda oldukça açlık çektiği bilinen İstanbullular için ne büyük şans!

Bahsolunan şans yeniden tekerrür ederse, 43’er kiloluk bu 360 patlama Marmara Denizinin içinden geçen, proje güzergahına 11 kilometre mesafedeki Kuzey Anadolu ve 30 kilometre mesafedeki Çınarcık Fay Hatlarını harekete geçirecektir. Doymak bilmez burjuvazi ve Körfez soytarıları, bu proje nedeniyle tetiklenmesi muhtemel Büyük İstanbul Depremi ile 100 binlerce İstanbullunun kanında ellerini yıkamak için hazır kıta bekliyor!

Ege’den İstanbul’a; birleşik mücadele kazandırır

Faturası emekçilere ödetilecek olan ve geri dönüşü olmayan utanç verici yıkımı durdurmak için ÇED kararının iptali için hızlıca harekete geçilmesi gerekiyor. 2 Ocak 2020 tarihine kadar resmi itiraz hakkımız var. TMMOB tarafından yayınlanan örnek dilekçe ile yapılacak başvurular ile yapılacak itirazlar bu süreçte çok şey ifade ediyor.

Fakat Saray Rejiminin suçlarını aklama görevini uzun zamandır üstlenen yargının alacağı karar ne kadar sağlıklı olur bilinmez.

Nihai çözüm için izlenmesi gereken yolu, yıllardır süren mücadelelere önderlik eden; yemenileri, çiçekli şalvarları ve tepeden tırnağa donatılmış haldeki jandarmaları bile yıldıran kararlılıkları ile Ege’nin yoksul köylü kadınları gösteriyor.

Ege’yi gün be gün yok eden santraller ve madenlere karşı köy köy gezerek birleşik bir mücadele hattı ören köylülerin şantiye ve köy meydanı işgallerine, Saray Rejimi temsilcilerine yüksek perdeden, hep birlikte karşı çıkmaya cüret etmesine şahit oluyoruz. 

Köy meydanında jandarmayla boğuşmaktan vali kovalamaya kadar pek çok şeye cüret edebilmesinin sebebi, yaşam alanlarını “birlikte” savunma iradesine dayanıyor.

Bu nedenle İstanbulluları büyük bir mücadele süreci bekliyor. Bu mücadele Saray Rejiminin suçlarını aklamaya çalışan mahkemeleri yüzbinlerce dilekçeye boğmaktan, meydanları işgal etmeye kadar farklı merhalelerden geçmek zorunda olan uzun süreli ve yoğun bir kampanya ile başarıya ulaşabilir.

Ege köylerinden Karadeniz yaylalarına, Mersin dolaylarından İstanbul’a; birleşik bir mücadele ile gün geçtikçe yükselen gür sesleri üst perdeye taşıyabilirsek Saray Rejiminin Kanal İstanbul ile doruk noktasına ulaşan yağma girişimlerine son vermek için ihtiyaç duyduğumuz boyun eğmeyen, geri adım atmayan ve diz çökmeyen toplumsal bir hareket için gereken ivmeyi sağlayabiliriz.

Ağaçların, göçmen kuşların ve balıkların; toplu konutların ve gecekonduların; koskoca bir tarihin kurtuluşu için yürümeye başlamalıyız…

Yürümek zorundayız…

N.Cemal Demi

Yazar Hakkında