ÜÇÜNCÜ “KANAL HAREKÂTI”NA DOĞRU!

ÜÇÜNCÜ “KANAL HAREKÂTI”NA DOĞRU!

RTE’nin son zamanlarda bir Enver Paşa taklitçisine dönüştüğü sıkça söylenir oldu. Aynı kişinin Sultan 2. Abdülhamid’e olan derin muhabbeti de düşünüldüğünde, ortada tuhaf bir durumun olduğu söylenebilir. Öyle ya, Sultan’ı kendi geçmişinin başlıca simgesi, Paşa’yı da Osmanlıyı batıran“İttihatçı gâvuru”nun önde gideni olarak gören bir geleneğin bugünkü temsilcisinin bu iki zıt şahsiyeti kendi bünyesinde bu derece birleştirmesi en azından görünürde çelişkili bir haldir. Ancak bazı koşullar vardır ki, birbirine zıt iki uç arasında, sevgiye dayanmayan bir “mantık beraberliğine” imkân verir. 

Tekerrür Değil, Ama Benzerlik!

Tarih elbette tekerrürden ibaret değildir, ancak pek çok benzerliklerle doludur. Bilindiği üzere, Osmanlı’nın çöküş sürecinin hızlandığı “93 Harbi” (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrası dönemde Sultan 2. Abdülhamid, uzun saltanat yılları boyunca büyük devletler arasındaki güç dengelerine oynama politikasıyla  devletinin varlığını ve topraklarını korumaya çalışmıştı. Buna rağmen yaşanan toprak kayıplarının da etkisiyle onu devirerek önce iktidarı kontrol altına alan ve sonra da iktidara tamamen el koyan ittihatçılar ise bir süre sonra,  devleti ve topraklarını kurtarmanın tek yolunun güçlü bir emperyalistin yedeğinde dünya savaşına girmek olduğu sonucuna vardılar… Ardından yaşananlar malum!

Şimdiki sorunumuz elbette “devleti kurtarmak” değil. O, halihazırda, bütün milliyetçi endişelere ve kendi içendeki sorunlara karşın şu veya bu biçimde kendini kurtarabilecek durumda! Bugün öyle altı yüz yıllık bir imparatorluk falan değil, birkaç yıllık bir rejim kurtarılmaya çalışılıyor! Ancak belli ki rejimin tepesindeki yönetici güç açısından arada pek bir fark yok! Ha Osmanlı, ha kendileri! Sürekli olarak “beka” söylemini kullanmaları  bundan! Kendi yıkımlarını bir tarihsel felâket olarak Osmanlı’nın yıkımı ile adeta eşdeğer görüyorlar! Birbirine zıt şeyleri temsil eden tarihsel şahsiyetlerin ve akımların, hepsi belirli toplumsal-sınıfsal çıkarları temsil eden rejimleri ve bu bağlamda devleti kurtarmaya yönelik politikalarını birbiriyle bütünleştirip güncelleyerek uygulamaya koymaları bu yüzden. 

Yeni Bir “Kanal Harekâtı”na Doğru!

Soruna bu açıdan bakıldığında ortada gerçek manada bir tuhaflık veya çelişki yok. Yaşananlar, tarih boyunca, çöküş sürecine girmiş iktidarların yaşadıklarından esas olarak farklı değil. RTE’ninkurduğu rejimi yaşatabilmek için üçüncü “Kanal Harekâtı’na niyetlenmesi bu bakımdan son derece anlaşılır bir durum arz ediyor. Birinci Emperyalist Savaş’ta (Harbi Umumi veya Birinci Cihan Harbi) ilki Şubat 1915’te, ikincisi Temmuz 1916’da İngilizlerin elindeki Süveyş Kanalı’na yönelik olarak yapılan ve her ikisi de yenilgiyle sonuçlanan  harekâtların ardından yüz küsur yıl sonra yeni bir “kanal harekâtı” başlamak üzere. Şimdilik kanalı İstanbul’a, harekâtı da Libya’ya yapacaklarmış gibi görünse de ikisinin de, aynı amaca matuf olmaları nedeniyle, birleştirilerek muhalefeti ezmeye yönelik hale getirilmek istendiği çok açık. Tarihte yıkılmaya yüz tutmuş her rejimin son demlerinde böyle “çılgınlıklar” görülür.

Yaptığımız tarihsel benzetme boşa değil. Bugün iktidara gözü kapalı iman eden kesim dışında herkes,hem yeniden harlanan “Kanal İstanbul” projesinin,hem de Libya’ya asker göndererek oradaki savaşa dahil ve müdahil olma hazırlığının doğrudan doğruya sallanmaya başlamış olan Saray rejiminin“bekasıyla” ilgili olduğunun farkında. Artık milliyetçi-ulusalcı muhalefetimiz bile “vatan-millet” menfaatına destek vermeyecek noktaya geldiğine göre durum ve niyet amiyane tabirle “kabak gibi” ortada. 

Beka Derken…

Rejimin en militan savunucusu Devlet Bahçeli, bu defa da Türkiye’nin bekasının Libya’dan başladığını söyledi! Tabii yine az bile söylemiş, memleketin bekasını Cebeli Tarık’tan da başlatabilirdi! Yani bunca afra tafraya, şişinmeye rağmen o koskoca “ebed müddet” devlet, bir türlü kurtulamadığı bir beka sorunuyla karşı karşıya. Aslında “devlet” derken öncelikle  “rejimi” kastettikleri çok açık. Dış politikanın bu derece iç politikanın aracı haline geldiği bir dönemde Kanal ve Libya politikalarına, verilmeye çalışılan bütün “milli” görüntülere rağmen bir rejim sorunu olarak bakmak zorundayız. Bu aynı zamanda, dışarıda ve illâki içeride ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak epeyce felâketli sonuçlar verebilecek olan “Üçüncü Kanal Harekâtı”na karşı hazırlıklı olmamız gerektiği anlamına da geliyor…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında