RÜZGÂR DÖNÜYOR MU?

RÜZGÂR DÖNÜYOR MU?

Tam Libya falan derken Suriye cephesinde “ilginç” şeyler oluyor. Önceki “yoklama” ve sürtüşmelerden farklı olarak Suriye ile açık ve doğrudan bir çatışma yaşandı. Muhtemelen Rusya’nın müdahalesi ile ortalık bir kez daha ve geçici bir süre için yatışacak. Ancak Suriye-İdlib düzleminde ve daha da ötesi bölgede rüzgârın bir kez daha dönmeye başladığına dair işaretler var.

Bilindiği üzere Rusya Türkiye’nin, Astana ve Soçi’deki taahhütlerinin hiçbirini yerine getirmediğini sıklıkla tekrarlıyor. Bu tür anlaşmaların, tarafların amaç ve konumları nedeniyle düz bir çizgide ilerlemeyeceği ve hayırlı bir netice vermeyeceği daha baştan belli olsa da Rusya, en azından biçimsel olarak haklı. Malum olduğu üzereTürkiye, ağır silahlardan arındırılmış bir bölgenin kurulması, “terörist” kabul edilen güçlerin (HTŞ, IŞİD vb.) tasfiyesi ve yakın olduğu, hatta organize edip yönettiği İslamcı grupların zapturapt altına alınması ve stratejik M-4 ve M-5 karayollarının açılıp Suriye yönetimine teslim edilmesi gibi anlaşma şartlarını bilerek ve isteyerek yerine getirmiyor. Bu durum Rusya ve Suriye rejimi için sorunu askeri yöntemlerle ve kendi başlarına çözme gerekçesi haline geliyor. Nitekim Rusya destekli Suriye ordusu uzunca bir zamandır kısmi harekâtlarla İdlib Vilayeti’nin güneydeki Han Şeyhun, Maaret el Numan gibi son derece stratejik yerleşimlerini ele geçirmiş durumda. Bu harekâtlar sonunda TSK’nin daha önce İdlib sınırlarında oluşturduğu gözlem noktalarının bir bölümü Rus korumasını gerektirecek derecede Suriye ordusunun ve destek güçlerinin kuşatması altına girdi. Son olarak yine Rusya destekli Suriye ordusu, bu defa İdlib’in kuzeydoğusunda, il merkezine çok yakın mesafedeki Sarakib’e doğru harekete geçince TSK ve SMO adı verilen İslamcı müttefikleri de Suriye güçlerinin ilerlemesini durdurmak ve bu amaçla bölgede yeni mevziler oluşturmak üzere bir askeri harekâta girişti. Ardından TSK ile Suriye ordusu arasında “sıcak temas” başladı. İki taraftan da asker kayıpları var.

Kritik eşiğe geldik mi?

Buraya kadar, biraz daha kanlı olsa da “bildiğimiz durumlar” denilebilir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bu defaki durum öncekilerden daha farklı görünüyor; yani rüzgâr biraz farklı esiyor! Bunun nedeni öncelikle tarafların zaten bilinen asıl niyetleri doğrultusunda artık “sadede gelmeye” başlamaları. Yani Astana ve Soçi ortaklarının kendi açılarından kritik eşiğe çok yaklaşmış olmaları. Her türlü sürtüşmeye, hatta oyuna rağmen, daha büyük çaplı uluslararası dengelerin de etkilediği anlaşmalar ve mutabakatlar yoluyla bir yere kadar “idare edilen” süreç, giderek hızlanan bir tempoyla dengeleri zorlamaya başlıyor. Rusya ve Suriye ile Türkiye’nin ses tonlarını yükseltmeleri, karşılıklı askeri hamlelere girişmeleri, asıl niyetlerini ve görüşlerini daha açık biçimlerde ortaya koymaya başlamalarının nedeni bu.Ancak sürecin, karşılıklı askeri hamlelerin ötesinde siyasi ve diplomatik boyutları da var.  Bu güne kadar işlerini “Abdülhamidvari” bir tarzda, yani büyük güçler arasındaki denge ve boşluklar üzerindenyürüten Türkiye, bölgedeki “kalıcı” niyetlerini biraz dolaylı ifadelerle de olsa bizce çok açık biçimde ifade etmeye başladı. Kendi ülkesinde, kendinden olmayan her şeyi “terörizmle” yaftalayan RTE’nin, söz Suriye’deki İslamcı örgütlere geldiğinde “Ne teröristi ya!” demeye başlaması boş yere değil. 

Mr. Jeffrey’nin sevgi ve muhabbet dolu sözleri!

Aynı bağlamda çok önemli bir gelişme de ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Saray rejiminin Suriye’deki İslamcı müttefiklerinden son derece “anlayışlı” bir dille söz etmesi! Jeffrey’nin Rusya ve Suriye’nin “sivil hedefleri vurması” ve sınıra yönelen mülteciler konusunda RTE ile aynı dili kullanması, yine mülteciler konusunda Türkiye’nin tavrını övmesi de dikkat çekici. Ama bu kadar da değil, ABD Temsilcisi açıklamasında RTE’nin Suriye’deki durum hakkında deneyimli bir lider olduğunu belirttikten sonra “Kendisi bizim ortağımız ve NATO müttefikimiz, onun yanındayız. Kendisine Suriye’de Putin’e güvenemeyeceğini söylemiştik, şimdi sonuçlarını görüyor!” diyor. Aynı şekilde Pentagon sözcüsü de NATO müttefikleri Türkiye’nin yanında olduklarını açıklıyor! ABD-Türkiye ilişkilerinin son yıllarda içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde bu sevgi ve muhabbet dolu sözler yabana atılamaz; hele ki belirli bir karşılığı varsa veya bir zaman sonra olacaksa!

Hain Ruslar, tükenen sabırlar, ne gerekiyorsa onu yapmak!

Ancak durum bunlarla sınırlı değil. RTE Rusya ve Suriye ordusunun İdlib’teki askeri ilerlemesine ilişkin olarak  “Rusların söylediği şey; ‘Teröristlere karşı mücadele ediyoruz.’ Kim terörist? Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi…” dedikten sonra Astana süreci diye bir şeyin kalmadığını, Rusya’nın şu anda Astana ve Soçi’ye sadık olmadığını ve de sürecin asıl odağının Cenevre’ye kayması gerektiğini belirterek Rusya’yı da sözlerini tutmamakla suçladı. RTE ayrıca rejimin ateşkesi bozma girişimlerini bizzat önlemekte karalı olduklarını, İdlib’deki bombardımanın durmaması halinde sabırlarının tükeneceğini, bundan sonra ne gerekiyorsa onu yapacaklarını, kendi göbeklerini keseceklerini, Rusya’nın, eğer sadık bir ortaksa tavrını belli etmesi gerektiğini, ya Suriye ile olan süreci, ya da Türkiye ile olan süreci farklı yürütmek zorunda olduğunu söyleyerek epeyce bir el yükseltti. RTE bu kadarla da kalmayarak Rusya’nın adeta damarına basarcasına bir de Ukrayna yolculuğuna çıktı ve orada askeri malzeme satma amaçlı bir askeri hibe anlaşması yaparak, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımadıklarını açıkladı! Tabii Rusya da altta kalmadı. Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’nin Libya’da çevirdiği işlerle ilgili açıklamalar yaptı!

Saray rejimi açısından bütün bunların, meşhur “denge politikaları” dahilinde, daha önce de benzerlerini yaşadığımız türden, gerekirse taraf değiştirme tehdidini de içeren, Rusya’ya “ayar vermeye” yönelik taktikler olduğu da söylenebilir. 

“America I Love You”gidinin Moskof’u ve kötü bir ihtimal!

Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, sürecin kritik bir noktaya, yani bu biçimiyle sürdürülemez hale gelmesi ve de rejim sorunu ve iktidar dengeleri açısından zorunluluk kazanması durumunda Saray iktidarının uluslararası politikalarında, başta ittifaklar konusu olmak üzere köklü değişiklikler meydana gelebilir. Şimdi bu noktada mıyız sorusunun cevabının ne olduğu, bizim akıl yürütmelerimizden ziyade (Elbette bu da önemli!) İktidarın durumu(nu) nasıl algılayıp değerlendirdiğine, dışarıda neleri göze alabileceğine ve ABD’nin, Saray rejimiyle ilişkileri konusundaki tavrına bağlı. Bizce Rusya ile olan ekonomik bağların da etkisiyle çok kısa vadede çok hızlı ve köklü bir değişim yaşanmayacak olsa da, Saray’ın sahte “antiemperyalizmi” ABD ile eskimutlu günlere dönme konusunda bir mani teşkil etmemektedir. Ne de olsa NATO’dan ahbabımız, yetmiş küsur yıllık dost ve müttefikimiz! Zamanıgeldiğinde “soğuk savaş” günlerindeki gibi “Rusya ile tarihsel düşmanlıklarımız” üzerine nice hikâyeler dinleyeceğimize eminiz. Türkiye sağının, özellikle de İslamcı ve faşistlerimizin bu konuda engin bir tecrübe sahibi olduğunu çok iyi biliyoruz. (Rusların bizdeki eski adı “Moskof”tur!) Şunu da belirtelim: Böyle bir değişimin en tehlikeli yönü, aynı o birkaç yıl önceki uçak düşürme olayında olduğu gibi Saray rejiminin hem ayakta, hem de Suriye’de kalabilmek için NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirebilecek birtakım işlere girişme ihtimalidir.

Her yol var!

Bütün “kendi göbeğini kesme” iddialarına karşın, bu işleri tek başlarına kıvıramayacaklarını, bu türden bir  “değerli yalnızlığın” çok büyük felâketlere yol açacağını eminiz “devlet büyüklerimiz” de biliyor! O nedenle bir süre daha iki tarafı da,  zaman zaman “kıskandırma” taktiğiyle idare etme yoluna gideceklerdir. Ancak Suriye’de kritik bir eşiğe gelindiği ve işin uzun bir süre daha böyle gitmeyeceği açık. Rüzgâr dönmektedir. Saray rejiminin amacı şu veya bu biçimde Suriye’de kalmaktır.  Bunu kimin aracılığı ve desteğiylesağlayacaksa sonunda yoluna onunla devam etmek isteyecektir; elbette kendi oyunlarını oynarken, onların oyunlarına da alet olarak! Amaç rejimi ayakta tutabilmektir.  Bunun için her yola başvurabilirler; en belalıları da dahil.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında