OTUZ İKİ KISIM TEKMİLİ BİRDEN!

OTUZ İKİ KISIM TEKMİLİ BİRDEN!

Yumuşama mı dediniz? Bir işkence tekniği olarak siyasetHiç beklenmedik bir karar: Onu beraat ettirmeye kalktılar!  Kılıçdaroğlu’nun 1 dolarlık banknotu!  Herkes FETÖ’den içeri girer mi? Etkili bir terör yöntemi.   İdlib’i bırakmayacağız!  ABD’nin yeniden arzı endamı!  Her an her türlü dayanışmamız olabilir.  ABD kışkırtıyor mu? Türkiye, Suriye’de bir ABD-NATO müdahalesi için neler yaptı?   ABD ile flört!  Eski güzel günlere doğru mu?  Bizi kullanırlar mı?                                                              

Cumhurbaşkanı son konuşmasında her şeyi bir çırpıda anlatıverdi. O her zamanki açık sözlülüğü ileGezi’den girdi, CHP ve Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’cülüğünden geçti, İdlib’den çıktı! Yani her şeyimiz tamam; eskilerin deyişiyle “otuz iki kısım tekmili birden!” Cumhurbaşkanı’nın en büyük yeteneği muhaliflerinin beyninde oluşabilecek en ufak bir umut kırıntısına dahi izin vermemesi. Zaten bu kadar uzun süren (Cumhuriyet tarihinde bir rekor!) iktidarının önemli sırlarından biri de bu!

Yumuşama mı dediniz?

Gezi davasının hiç beklenmedik bir biçimde beraatle sonuçlanması, üstü örtülü de olsa birkaç saat süren bir “umut” dalgasına yol açmıştı. Bu, içeride ve dışarıda iyice sıkışmış olan iktidarın destek sağlamak amacıyla Batı’ya yolladığı bir mesaj olabilir miydi? Beraat kararlarının hukuki değil siyasi olduğu konusunda herkes hemfikir olsa da nihayetinde bu adımın bir yumuşamaya işaret etme ihtimali var mıydı? Ayrıca, Cumhurbaşkanı onca zamandır her ne söylemiş olursa olsun, bu karar aynı zamanda Gezi’nin, dolaylı da olsa temize çıkmasının ve meşruiyetinin belgesi sayılabilir miydi?

Neyse ki bu anlık gevşeme hali fazla uzamadı; beraat ettirilen Osman Kavala çıkışta darbeye iştirakten gözaltına alınıp ertesi gün yeniden tutuklandı. Anlaşılan iktidar o ünlü “torba yasa” tekniğini burada da kullanıp biz ölümlülere bir kez daha sevinç ve üzüntüyü, umut ve umutsuzluğu bir arada yaşatmıştı. (Unutulmaması gereken bunun sadece bir yasa çıkarma tekniği değil, aynı zamanda bir işkence tekniği de olduğudur.)

“Onu beraat ettirmeye kalktılar!”

Tabii iş bu kadarla da kalmadı. Cumhurbaşkanı milletinin bu konuda en ufak bir tereddüt yaşamaması için gerekli açıklamaları yaptı: Kafasındaki “Gezi, darbe, dış güçler” bağlantısı üzerinden Osman Kavala’yı kastederek “Türkiye ayağı içerideydi, bir manevra ile onu beraat ettirmeye kalktılar” dedi. Bu açıklamanın ardından bu hiç beklenmedik kararı veren mahkeme heyeti için soruşturma başlatıldı. Bu durum mahkeme kararlarının hukuki değil siyasi olduğunu söyleyenleri bir kez daha haklı çıkarmış olsa da hemen herkesin aklına iktidar içi bir kamplaşma ve kavgayı da getiriverdi. Zaten bir süredir bu konuda, özellikle de adliye cephesinde, pek çok söylenti vardı. (Adalet Bakanı’nın temsil ettiği kanatla Pelikancılar arasında çatışma!) Sonunda bir dizi “saray darbesi” yaşaması muhtemel bir ülkede her alanda bu tür çatışmaların olması elbette kaçınılmazdır.

Kılıçdaroğlu’nun bir dolarlık banknotu!

Konuşmanın bir diğer bölümü CHP ve Genel Başkanı’nın “FETÖ’nün siyasi ayağı olduğu ve Kılıçdaroğlu’nun cüzdanında o meşhur 1 dolarlık banknotlar birini taşıdığı üzerineydi. Bu konu artık kabak tadı vermiş gibi görünse de artık giderek başka bir mecraya girmeye başladı. Tartışmanın yeniden alevlenmesi ve iktidar tarafından da köpürtülmesi, hatta son günlerdeki “darbe” tartışmaları başka bir şeylere işaret ediyor. Mesela Suriye ile patlayacak bir savaşla birlikte ilan edilebilecek (yasal veya fiili) bir olağanüstü hal kapsamında CHP’nin belini kırmak amacıyla, Kılıçdaroğlu’nu da kapsayan bir operasyona gidilebilir. RTE’nin konuşmasında “sosyalist, ulusalcı, hatta farklı İslami ekollerden kişilerin FETÖ’cü çıktığını” söylemesi böyle bir saldırının, gerçekleşmesi halinde var olan-kurulmakta olan partilere, sosyalistlere, hatta İslamcılara da yönelebileceğini gösteriyor. Bütün bunlar bu memlekette olmayacak şeyler değil! Yani bu konuda Batı’nın tepkisine, iktidarın zor durumda olmasına, kamuoyunun tepkisine falan güvenmek olmaz. Kısacası Kavala davasında da olduğu gibi, “Bunu kimseye anlatamazlar!” düşüncesi epeydir bir anlam taşımıyor. Adamlar kimseye bir şey anlatmayı düşünmüyorlar. Böyle bir dertleri yok. İktidarlarının devamı için, bazen sonradan dengeleseler de, kendilerince ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Bu tehdit, şantaj ve güç gösterisi politikalarının bir aracı. “Akıl dışı” gerekçelerle insanları tutuklamak etkili bir terör yöntemidir. O zaman hiç kimse kendini güvende hissedemez.

İdlib’i bırakmayacağız!”

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında haliyle İdlip meselesi de önemli bir yer tutuyordu.  RTE, Suriye devletine ele geçirdiği yerlerden çekilmesi için verilen süreyi ve her zaman olduğu gibi “bir gece ansızın gelebileceklerini” hatırlatıp “Rejime ve onu cesaretlendirenlere İdlib’i bırakmayacağız!” dedi. Yani sadece Suriye devleti değil, ona destek ve cesaret veren Rusya, İran vd. de ayaklarını denk almalı demek istedi Eğer “Ne yaparsak yapalım, Ruslarla ilişkiler fazla bozulmaz. Onlar da bize muhtaç. Bir biçimde hepsine geri adım attırırız” veya “Ruslar kara gücü olmadan fazla bir şey yapamazlar, bize engel olamazlar” gibi hesaplar yapılıyor mu bilemeyiz. Ancak bu defa sadece Suriye’yi değil Türkiye’yi de cesaretlendiren bazı durumlar var. 

ABD bu son İdlib geriliminde onca yıllık bir “dost ve müttefik” olarak bütün “tatlılığıyla” arzı endam ediverdi! Laf arasında bazı sınırlamalar koysalar da ABD’li yetkililerin ağzından bal damlıyor! Üstelik bir süre önce konulan Türkiye’ye yönelik kısıtlamalar da kaldırıldı. NATO’dan Suriye ve İdlib’le ilgili destek açıklamaları geliyor. Son olarak Trump, sempati dolu bir ifadeyle “sert adam” olarak tanımladığı Erdoğan’la “İdlib konusunda birlikte çalıştıklarını” açıkladı. Ardından RTE, yine aynı bağlamda “Her an her türlü dayanışmamız olabilir” açıklamasını yaptı. 

ABD kışkırtıyor mu?

Bütün bunlar olurken sağlı-sollu kimi milliyetçi-ulusalcı çevreleri “ABD ‘bizi’ Suriye’de bir savaşa mı kışkırtıyor?” endişesi sardı! Bizce böyle bir endişeye gerek yok. Çünkü “bizim” Suriye’de bir savaşa girme konusunda herhangi bir “kışkırtmaya” ihtiyacımız yok! Aksine Saray rejimi, çok uzun bir süredir, saldırgan ve öngörülemez politikaları nedeniyle sadece Rusya tarafından değil, ABD tarafından da sakinleştirilmeye çalışılıyordu. Bunun nedeni elbette adı geçen büyük güçlerin dünya ve bölge barışını temsil etmeleri falan değil. Hatırlanacağı üzere ABD iç savaş başladıktan bir süre sonra Suriye’de destek verdiği “ılımlı” muhalefetten siyasi olarak bir şey çıkmayacağını, bunlara hiçbir şekilde güvenilemeyeceğini gördü. Suriye’de Irak benzeri bir çöküşün hem kendisinin hem de İsrail’in çıkarları açısından zararlı olabileceği sonucuna varan ABD “Esatsız” ancak “Baaslı” bir geçişi dolaylı olarak kabullendi. CIA ve Pentagon’un eğitip silahlandırıp organize ettiği, desteklediği çeşitli örgütlerin varlığına rağmen ABD politikası daha çok Suriye rejimi üzerinde ağır bir baskı kurmaya yönelikti. ABD o dönemde “ılımlı” İslamcılara verilen silahların “teröristlerin” eline geçtiğini gördükten sonra muhalefete ağır silah desteğini de kesti. Türkiye’nin her türlü desteğinden çok memnun olan Suriye muhalefeti başlarda çok şeyler beklediği ABD’den şikâyet ediyordu. Türkiye uzun süre ABD ve diğer Batılı emperyalist güçlerin Suriye’ye doğrudan müdahale etmesi için çabaladı. Hatta 2015’te bir NATO müdahalesini sağlamak amacıyla bir Rus savaş uçağını düşürdü, ama olmadı. Saray rejiminin kendine özgü bölgesel amaçları, talepleri ve dış politika tarzı uluslararası sistem açısından tehlike arz etmeye başlamıştı. ABD’nin Suriye’deki PYD-YPG ve SDG ile kurduğu IŞİD karşıtı ittifakın da etkisiyle ilişkiler hızla bozuldu.  Rejimin “arızalı” ve öngörülemez yapısı emperyalizm açısından da endişe kaynağıydı. Türkiye’nin Rusya’ya yanaşması bütün bunlardan sonra oldu.

ABD ile flört!

İdlib’de Rusya, İran ve Suriye devleti açısından “sona” gelinmesi, ancak Türkiye’nin çeşitli biçimlerde ele geçirdiği bölgelerden çıkmak istememesi ve Esat rejiminin devrilmesi şartı nedeniyle Rusya ile arasının bozulmaya başlaması, iktidarı ABD ile “flörte” yöneltti. ABD’nin de “bize” karşı boş olmadığı görüldü; bir anda eski “güzel günlerin” esintilerini hissetmeye başladık. Ancak yine de bazı sınırlar var. Mesela ABD’li bir yetkili, İdlib’e paraşütlerle inemeyeceklerini, Rusya ve Suriye rejimi ile savaşmaya niyetleri olmadığını söyledi. Ama olsun, bize hak vermeleri, haklı davamızda arkamızda olduklarını söylemeleri ilişkilerde ciddi bir iyileşme işareti! Elbette işin nerelere varacağını şimdiden bilemeyiz. Ancak bu gelişme, Türkiye’yi yönetenlerin büyük güçler arasındaki dengelerin istismarına dayalı “şantaj”politikasına yeni kapılar aralayabilir. Hatta yeniden eski mutlu günlere dönmesini sağlayabilir. Ancak işlerin bu yönde gidebilmesinin iktidar açısından öncelikli koşulu, Saray rejimi için bir “beka” sorununa yol açmaması. Malum, RTE Amerikalıların kendisiyle ilgili niyetleri konusunda kuşkulu. İktidarıyla ilgili garanti verilmesi halinde herkesle her yola gitmeye hazır.

ABD’nin niyeti

Suriye’deki faaliyetlerini ağırlıklı olarak Kürtlerle sınırlayan ABD’nin derdinin ülkedeki mevcut durumun, kendisine en çok yararı sağlayacak bir noktaya gelene kadar sürdürülmesi olduğu açık. Yani  “Esatsız” veya “Esatlı” da olsa kendi etkisini artırabileceği, bu arada İran etkisini kırabileceği bir siyasi çözüm arayışı söz konusu. ABD’nin bir başka niyeti de Rusya’nın maddi sınırlarını zorlayacak biçimde bölgede oyalanmasını sağlamak. Böylece Rusya’nın başka bölgelerdeki aktivitelerini sınırlamayı veya engellemeyi düşünüyor. Türkiye şu anda, kontrol altında tutulabilmesi şartıyla, bu iş için en uygun araç! Üstelik şartlar, ortada bir S-400 sorunu olsa da, Rusya ile arası açılan NATO  üyesiTürkiye’yi yeniden kazanma ve kontrol altına alma imkânı sağlıyor. Bu durumda Saray rejiminin bazı provokasyonlarına da gelmemek şartıyla Türkiye’nin cesaretlendirilmesi ABD açısından en uygun yol olarak görünüyor. Yani ortada bir “kışkırtmadan” ziyade bir “cesaretlendirme”, bir “teşvik” durumu var. 

“ABD bizi kullanacak!” korkusuna gelince. Bu “antiemperyalist” söylem kulağa çok hoş gelse de, bizim egemenleri “masumlaştırmaktan” başka bir işe yaramıyor, hem de “işbirlikçi hainlikle” suçlamak isterken! Oysa onların Suriye üzerinde doğrudan doğruya kendi hesapları ve sınıfsal çıkarları var. Bunu açık açık söylüyorlar. Becerip becerememek ayrı, ama niyetler çok açık.

İşte, Gezi davasından girdik, İdlib’ten çıktık; yani “otuziki kısım tekmili birden!” Son yıllarda hep denildiği üzere: İçimizle dışımız hiç bu kadar aynı olmamıştı!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında