Virüs ve Çürüyen Kapitalizm

Virüs ve Çürüyen Kapitalizm

O, dünyalara bile sığamayacak gibi görünen koskoca kapitalizm, ancak elektron mikroskobuyla görülebilecek kadar küçük, canlı olup olmadığı bile tartışmalı bir oluşum karşısında rezil ve kepaze oldu. Elbette dünya yüzünde yaşayan milyarlarca insanı da dehşete düşürerek. Emperyalist sistemin ağababaları “covid-19” adlı “terörist” karşısında sapır sapır dökülüyor! Karşımızda bir zamanlar “tarihin sonunu” getirdiğini iddia edip nihai zaferini ilan etmiş olsa da insanlığa vaat ettiği hiçbir şeyi yerine getirememiş bir düzen var. Bu Sovyet Devrimi’nin büyük önderi Lenin’in “çürüyen kapitalizm” olarak tanımladığı bir düzen; değdiği her şeyi çürütüyor; varlık süresi uzadıkça giderek daha büyük felâketlere, krizlere, yıkımlara yol açıyor. Ve bu düzen, yeni umutlar bir yana, insanlığın geleceğine ilişkin bütün umutları yok ederek varlığını sürdürüyor.

Çürüyen Kapitalizmin Akıl Dışı Dünyası

Bu akıl dışı bir düzen. Üretimin toplumsallaşmasının dev boyutlara ulaştığı bir çağda, dev boyutlu servetlerin bir avuç kapitalistin elinde toplanmasına yol açıyor. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’a göre dünyanın en zengin 26 kişisinin serveti dünya nüfusunun yarısının, yani 3.8 milyar kişinin servetine eşitmiş! Zenginler 2018 yılında 900 milyar dolar daha zenginleşmişler! 2008 krizinden bu yana dolar milyarderi sayısı iki katına çıkmış! Ve dünya nüfusunun yüzde 1’inin serveti yüzde 99’unun servetinden fazlaymış..!

İşte kapitalist emperyalizmin, yani “çürüyen kapitalizmin” dünyası. Üretim giderek toplumsallaşırken mülkiyet giderek bireyselleşiyor. Bu öyle bir düzen ki, periyodik krizlerden, yeryüzünü saran depresyonlardan kurtulamıyor. İnsanlar çok çalıştıkları için işsiz, çok ürettikleri için aç kalıyor! Oysa bütün geçmiş düzenler kıtlık nedeniyle krize girmişti; bunlar “bolluktan” muzdarip! Öyle bir gelişme ki, kendi kendini tahrip ediyor. Başlıca övünç kaynakları olan teknoloji en önemli üretici gücü, yani insanı mahvederek gelişiyor; havayı, toprağı, suyu zehirliyor. Dünya bir iklim krizinin girdabında. Çoraklaşan toprakların, kuruyan akarsuların, kirlenen denizlerin artık besleyemediği aç, işsiz ve umutsuz insanlar, mülteci olarak yurtlarını terk etmek zorunda kalıyor, binlercesi yollarda can veriyor. İşte günümüzün dünyası!

Daha önce birkaç kez yıkımın eşiğine gelmiş olan kapitalizm, inişli çıkışlı bir dünya krizinin etkisiyle ve kendisini ayakta tutmaya çalışan bütün o (neo) liberal yalanlarla birlikte yine çatırdıyor.  O meşhur “küreselleşme” her biri panik halinde kendi canını kurtarmaya çalışan kapitalistlerin elinde can veriyor.  Krizin şiddetlendirdiği rekabetin neden olduğu pazar kavgaları ve “ticaret savaşları dünya ekonomisinin parçalanmasına yol açabilecek dinamikleri harekete geçiriyor…

Salgın Neden mi Sonuç mu?

“Geçti gitti, artık toparlanıyoruz!” diye üstü örtülen kriz,  bir “korona virüs”ün tetiklemesiyle yeniden arzı endam ediyor. Öyle gösterilmeye çalışılsa da “Covid-19” krizin asıl nedeni değil, sadece tetikleyicisi. Bu, kapitalizmin dünya çapındaki krizinin, zaten bir süredir beklenen yeni bir aşaması. Söylenen, büyük bir resesyonun geldiği. Yani, esas olarak herhangi bir “hatadan”, “aç gözlülükten” veya öznel her hangi bir durumdan değil, kapitalizmin temel hareket yasalarından kaynaklanan bir krizden, depresyondan söz ediyoruz.

Evet, Birleşmiş Milletler tarafından “pandemik” olduğu ilan edilen virüs salgını krizin asıl nedeni değil, ama ulaştığı düzey ve yol açtığı tehlikeler itibariyle büyük ölçüde günümüzün “neoliberal-serbest piyasacı-küresel” kapitalizminin bir sonucu. Saçma sapan komplo teorileri bir yana, bu, doğrudan bazı egemenlerin laboratuvarlarda ürettiği bir virüs değil. Ancak yoksullara, emekçilere karşı yoğun nefretleri ve toplum sağlığı konusundaki bilinçli umursamazlıkları nedeniyle kapitalistlerin daha da öldürücü hale getirdiği bir virüs bu. Salgının “pandemik” bir hal almasının ve bu salgın karşısındaki “acizliğin” en önemli birkaç nedeninden biri toplum sağlığı konusundaki son kırk yıllık neoliberal-serbest piyasacı politikalardır. Liberalizm sağlık, eğitim vb. alanlarda bütün toplumu kapsayan sosyal hak ve hizmet anlayışına karşı çıkarken, herkesin parası kadar  (yani farklı düzeylerde ve sınıfsal konumuna göre) yararlanabileceği sosyal hak ve hizmet anlayışını öne sürmekteydi. İddiaya göre bu tür bir “toplumsal” politika devletin ekonomiye ve toplumsal hayata müdahalesini en aza indirirken (serbestlik!) vatandaşları tembellikten kurtaracak ve zengin olmaya teşvik edecekti. Ancak “sosyal devletin” ve sosyal haklarının “boyunduruğundan”  kurtarılan bu vatandaşlar “kürselleşmeci” saldırı altında kaybettikleri diğer hakları ile birlikte öyle bir emek sömürüsüne ve çalışma koşullarına maruz kaldılar ki, bırakın zengin olmayı, geleceklerine ilişkin bir umut beslemeleri bile imkânsız hale geldi.

Her Şey Sermaye için: Paran Kadar Hayatta Kal!

Neoliberal küreselleşmenin, yani her türlü sınırlamadan azade uluslararası mali sermayenin egemen olduğu dünyada pek çok sosyal hizmet gibi sağlık hizmetleri de da emekçilerin örgütlü direncinin kırılıp geriletilmesi oranında özelleştirilip kapitalizmin kâr mekanizmalarına kurban edildi. Artık herkes gerçekten parası kadar hayatta kalabilecekti! Devlet büyük ölçüde emekçilerden topladığı vergilerle sağladığı kaynaklarını emekçiler için harcayarak çarçur edemezdi! O nedenle bütün kaynaklar, yeni gelir dağılımı politikaları gereği büyük sermayeye akıtılmaya başlandı. Devlet artık en açık biçimiyle sınıfsal görevini yerine getiriyordu. Çünkü o, işçilerin değil, sermayenin devletiydi.

Bütün bunlara bakıldığında mesela 50 milyon kişinin sağlık sigortasından yoksun olduğu ABD’de Obama’nın sağlık reformu yasasının (Obamacare)  karşılaştığı şiddetli direnç (hem de “sosyalizm” suçlamasıyla!)  ve Trump’ın 2018’de Sağlık Bakanlığı’na bağlı Salgın Hastalıklar Birimi’ni “tasarruf” gerekçesiyle (yani büyük sermayeye vergi indirimi yapabilmek için!) kapatması iyice anlaşılır hale geliyor. Salgının ABD’ye sıçramasıyla birlikte ABD’nin liberal sağlık sisteminin durumu bütün rezilliği ve sınıfsallığıyla ortaya seriliyor. Kapitalist emperyalizmin devasa hegemon gücünün paralı sağlık hizmetleri, virüs karşısında aciz kalıyor. Son derece yetersiz sayıda, pahalı ve hatalı virüs testleri salgının yayılmasını kolaylaştırıyor. Başkan adaylarından solcu B. Sanders’in “Herkese Sağlık Hakkı” projesinin “komünizmle” eşdeğer tutulduğu ülkede salgın başladıktan sonra Demokratlar, virüs testlerinin sigortalı-sigortasız herkese bedava olması için bir yasa tasarısı veriyor! Bu arada ABD’li uzmanlar da ülkede bir-iki yılda 250 bin ile 1,7 milyon arasında insanın virüsten ölebileceğini tahmin ediyorlar.

Kısacası ABD’ye göre bazı farklar içerseler de bazı istisnalarla pek çok kapitalist ülkede, neoliberal dönemde sağlık hizmetlerinin, diğer kamu hizmetleri gibi önemli ölçüde özelleştirilmesinin yol açtığı çok büyük bir tahribattan söz edebiliriz. Buna azgelişmiş ülkelerdeki ve gelişmiş ülkelerin bazı bölgelerindeki sağlık hizmetlerinin ve genel olarak yönetim anlayışlarının kötülüğünü, oransal olarak sağlık harcamalarının düşüklüğünü, doktor ve hastane yetersizliklerini, daha kârlı tıp alanlarının tercih edilmesini de eklediğimizde durumun vahameti ortaya çıkar.

Dersler; Virüsün “Sınıfsal Bilinci”; “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!”

Bu nedenle, virüsün sadece İran vb. azgelişmiş ülkelerde değil İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere, Almanya gibi emperyalist-ileri kapitalist ülkelerde yol açtığı tahribat ve dehşet de bir sürpriz sayılmamalı. Kârâ dayalı, özelleştirmeci kapitalist sağlık hizmetleri anlayışının doğal sonucu, kârlı olmayan, doğrudan kâr sağlamayan önleyici tıp, salgın hastalıklar, toplum sağlığı gibi alanların kasıtlı biçimde görmezden gelinmesi ve giderek varlıklı kesimlerin özel ihtiyaçlarına yönelik hizmetlere (pahalı tedaviler, estetik, saç ekimi vb.) ağırlık verilmesidir. 

Böyle bir salgının herkese ders olacağı, bundan böyle bazı şeylerin değişeceği söylenebilir. Yaşananlar ve muhtemelen yaşanacak olanlar hesaba katıldığında devletlerin, hükümetlerin daha farklı sağlık politikalarına yönelebilecekleri umuduna da kapılabiliriz. Ancak bu umudun gerçekleşmesini burjuva devletlerinin ve hükümetlerinin insafına bırakmak mümkün değildir. Böyle bir değişim ancak bu tür felâketlerin ekonomik ve toplumsal olarak en ağır zararlarıyla karşı karşıya kalan emekçilerin toplumsal ve siyasi mücadeleleriyle mümkün olacaktır. Virüs, kendi başına sınıfsal bir “bilince” sahip olmasa da, şu anda çok net olmayan muhtemel nedenleri (mesela vahşi hayat alanlarının kâr amacıyla işgali vb.) ve hem şimdiki, hem de ortaya çıkacak sonuçları itibarıyla son derece sınıfsaldır. Çürüyen kapitalizm sadece “neoliberal” biçimiyle değil, bütün biçimleriyle insanlık için ölümcül bir tehlike haline gelmiştir. Sorun artık “sosyal devlet”falan değil “sosyalizm” sorunudur. “Ya sosyalizm ya barbarlık” sorunu bir kez daha insanlığın gündemindedir. İnsan soyunun hayatta kalabilmesi için kapitalizmin ölmesi gerekmektedir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında