ÖLDÜREN KAPİTALİZM ÇAĞINDA VİRÜS VE REJİMİN ÇÖZÜMÜ!

ÖLDÜREN KAPİTALİZM ÇAĞINDA VİRÜS VE REJİMİN ÇÖZÜMÜ!

TÜSİAD’ın talepleri. Sermayenin sınıf bilinci. İktidarın çözümü: İane, fitre, zekât, sadaka! Niyet ve yetenek! Devrimci ve karşı devrimci ihtimaller. İnsanlık seçim noktasında: “Ya  sosyalizm ya barbarlık!”

Doğrudan sermaye yararına olsa da “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adıyla açıklanan ilk paketten belli ki TÜSİAD da tatmin olmamış. En büyük patronların örgütü, hem ekonomi hem de sağlık açısından yapılanların yetersizliğinden söz ediyor. TÜSİAD Başkanı, öncelikli sorunun istihdamın korunması olduğunu, insanların işlerini ve sağlıklarını kaybetme korkusu yaşadıklarını, ekonomi ve sağlıkla ilgili mümkün olan en sıkı önlemlerin en erken zamanda alınması gerektiğini, bu yolun başta maliyetli görünse de gecikmenin maliyetinin çok daha vahim olacağını; bazı ülkelerde olduğu gibi  ekonominin durabileceğini, küçük esnafın, KOBİ’lerin, hatta bir süre sonra büyük işletmelerin bu yükü tek başına taşıyamayacağını, bu nedenle gelir kayıplarının telafi edileceği mekanizmaların oluşturulmasını ve hane halkına transfer gelirleri sağlanmasını, ancak bunun sistemin bütününe zarar vermeyecek biçimde yapılması gerektiğini söyledi.

Sermayenin Sınıf bilinci

Bütün bunlar, çok yüksek bir sınıf bilincine sahip olduklarından en ufak bir kuşku duyulamayacak büyük sermaye kesiminin “toplumsal” kavrayışını, “sorumluluğunu” gösteriyor. Büyük sermayenin en tepesindekiler nihayetinde kurtarmaya çalıştıkları düzenin kendi düzenleri olduğunun ve bu zor günlerde işletmelere ve hane halklarına devlet eliyle aktarılacak paraların zaten çok büyük ölçüde işçi ve emekçilerin cebinden çıktığının farkında. Sonuçta halkın gelirlerinin, hâkimi oldukları ekonomik bir sistemde kendi ceplerine gireceğini biliyorlar! Yani sömürüp kazanabilmeleri için ekonominin bir biçimde işlemesi, insanların bir şeyler harcaması gerekiyor.

Bunları elbette iktidar da biliyor; üstelik TÜSİAD’tan farklı olarak en azından “şimdilik” halkın gönlünü alıp seçim kazanmak zorunda. İktidarda kalması buna bağlı. Ancak belli ki hem maddi, hem de manevi olarak tükenmiş durumda. Daha önce sınır ötesi savaşlar ve kahramanlık hikâyeleriyle örtebildiği gerçeği artık saklayamıyor. Halktan, işçi ve emekçilerden kesilen paralarla oluşturulan kaynaklar öyle yerlere, işlere ve kişilere aktarıldı ki, bütün toplumun sağlığının tehdit altında olduğu bir dönemde halkı ayakta ve hayatta tutacak kaynak kalmadı. Bu, ellerinde hiçbir şey olmadığı, sıfırı tükettikleri anlamına gelmiyor elbette. Var, ama “kendilerine kadar!” Yoksa neredeyse sınırsız Örtülü Ödenek’ten “Yap İşlet Devret”lere yapılan döviz cinsinden Hazine ödemelerine, gerçek maliyetlerinin çok üzerinde verilen ihalelere, savaş harcamalarına, yandaşlara dağıtılan akıl almaz maaş vs. gelirlere kadar epeyce bir “kaynak” söz konusu, ancak hepsinin gideceği yerler belli!

Rejimin Çözümü: Bağış, Fitre, Zekât, Sadaka..!

Bütün o sınır tanımaz kibirlerine ve “herkeslerin kıskandığı büyük devlet” olma iddialarına rağmen sorunun çözümü yine bir yardım kampanyasına, halktan toplanacak ianelere, fitre, zekât ve sadakalara, faizli banka kredilerine kaldı. Elbette devlet de üç beş kuruş bir şeyler atacak. “Biz bize yeteriz!” deseler de eldekinin öyle herkese yetmeyeceği, o nedenle sadece kendileri için öncelikli yerlere (yine bizim cebimizden) aktarılacağı belli. İktidarın hem sınıfsal refleksleri, hem de açık tercihleri böyle olmasını gerektiriyor.

İktidarın açıkladığı önlemlerin virüs salgını, yani halk sağlığı öncelikli değil, “ekonomi” öncelikli olduğu görüldü. Ancak bu ekonominin halkın ekonomisi olmadığı ortada. Şu ana kadar hem virüsün yayılmasını önleyecek, hem de bu mücadele kapsamında emekçileri ekonomik olarak hayatta tutacak temel önlemler alınmadı. Bunun için yapılması gereken şey çalışanların işlerini ve gelirlerini kaybetme ve aç kalma tehlikesi yaşamadan gönül rahatlığıyla evlerinde oturmalarını sağlamaktı. Oysa yüzbinlerce işçi ve emekçi işyerlerinde bir arada zorunlu olarak çalışmaya devam ediyor.

İktidarın Niyeti ve Yeteneği

İktidar, bugün dünyanın pek çok yerinde uygulanmak zorunda kalınan 2-3 haftalık zorunlu karantinayı, emekçiler için gerekli harcamaları, merkezi ve yerel planda çok yönlü organizasyonları yapmak zorunda kalmamak, bunların maddi yükünü yüklenmemek için uygulamaya koymamaktadır. Kapitalist bir iktidarın sınıfsal tercihleri bellidir. Ancak kendisinden ekonominin süreklilik koşullarını ve fiziksel temelini koruyabilecek, hem üreticileri, hem de tüketicileri hayatta tutabilecek ciddi önlemler alması beklenir. Bu önlemler “belirli sınırları” aşmaması koşuluyla sermayenin çıkarlarına da aykırı değildir. Nitekim bazı gelişmiş kapitalist ülkelerdeburjuva hükümetleri, neoliberal politikaları nedeniyle toplum sağlığı konusunda yer yer iflas noktasına varsalar da en azından işin maddi boyutuyla ilgili olarak kesenin ağzını açtılar. (Sermayenin çıkarları, üretimin ve kârların bir biçimde devamı için ve salgın sonrası dönemin siyasi, toplumsal ihtimallerini düşünerek.) Zaten TÜSİAD’ın önerilerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.

Bizde şu ana kadar ekonomik planda yapılmayan budur. Emekçilerin gerçek çıkarları ile ilgili hiçbir konuda etkili ve gerçek bir organizasyon yeteneği ve niyeti olmadığını bir kez daha gösteren rejim, halkın cebinden sağlanan kaynakları kendi sınıfsal ve siyasi çıkarları doğrultusunda “kuruturken” (İşsizlik Fonu, İhtiyat akçesi vb.) emekçileri bir kere daha hayırseverlerin bağış, yardım, fitre, zekât ve sadakalarıyla idare etmeye mecbur hale getirmeye çalışıyor; üstelik sadece kendi güvenilmez yardım kampanyalarına mahkûm ederek; CHP’li ve HDP’li belediyelerin kampanyalarını yasaklayarak.

“Öldüren kapitalizm” çağında Saray rejiminin çözümü ve politikası budur!

Ya Sosyalizm ya Barbarlık!

Önümüzdeki zaman diliminde ne tür bir seyir izleyeceği henüz bilinmeyen salgın sorunu, muhtemel bütün ekonomik, siyasi ve toplumsal sonuçlarıyla birlikte ele alınmalıdır. “Çürüyen kapitalizmin”, yani emperyalist dünya sisteminin, sonuçları salgınnedeniyle daha da ağırlaşacak olan uluslararası krizinin, insanlık için nesnel ve potansiyel anlamda büyük umutları barındırdığı söylenebilir. Ancakdevrim ve karşıdevrimin aynı nesnelliğin sonuçları olduğu düşünüldüğünde kapitalizmin krizinin çok tehlikeli ihtimalleri de barındırdığı unutulmamalıdır. Bugünlerde kapitalizmin istikbali ve “dünyanın artık eski dünya olamayacağı” üzerine çok şey söyleniyor olsa da bunun nasıl bir dünya olacağı konusunda çok fazla iyimser olamıyoruz. Çürüyen kapitalizmin bataklığında ne tür “virüslerin”,  karşı devrimci ihtimallerin ürediğini hem tarihsel, hem de güncel tecrübelerimizle biliyoruz.  Bugün yaşanan insanlık krizinin kaderi sınıf mücadelesi alanında tayin edilecektir. Koşullar ne olursa olsun kapitalizm için “otomatik” bir son yoktur. Sermaye düzeni ancak bilinçli insan eylemiyle yıkılabilir. Buradaki sorun işçi sınıfının toplumun geniş emekçi kesimlerine önderlik edebilecek bir bilinç ve örgütlülüğe ulaşması ve proletaryanın devrimci önderliğinin inşa edilmesidir. Troçki’nin, dünyanın İkinci Emperyalist Savaşa doğru yol aldığı dönemde söylediği  “İnsanlığın krizinin proletaryanın önderlik krizine indirgenebileceği” sözü, bugünün koşullarında çok daha geçerlidir.  İnsanlık sosyalizmle barbarlık arasında kesin bir seçim yapma noktasına bir kez daha gelmiştir. İşçi sınıfının seçimi sosyalizmolmalıdır!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında