Kapıyı Çalan Gıda Krizi

Kapıyı Çalan Gıda Krizi

Pandeminin tüm dünyada resmi olarak kabul edildiği Aralık 2019’ dan beri neredeyse  yarım yılı geride bıraktık. Burjuvazinin ekonomistleri bile dünyada gidişatın, kapitalizmin 1929 yılında yaşamış olduğu kriz gibi büyük bir bunalıma doğru ilerlediğini söylüyor. Başta kapitalizmin kalesi ABD olmak üzere pandemi nedenli işsizlik her yerde hızla yayılıyor. Birçok küçük işletme hızla iflas ediyor. Bu arada gıda fiyatlarındaki artış dikkati çekiyor. Dünyada birçok insan yaşamını devam ettirebilmek için gerek duyduğu temel gıda maddelerine sağlıklı olarak ulaşabilmekten çok uzakta. 

Tüm bunlar 2008 de yaşanan gıda krizini aklımıza getiriyor. Ancak birkaç farkla.  2008’de yaşanan küresel krizin sebepleri için; yükselen petrol fiyatları ile birlikte enerji giderlerindeki artış, özel sektörün dünya gıda pazarında hâkim konuma gelmesi, bununla birlikte arz ve talep dengesinin talep yönünde aşırı değişmesi,  özel sektörün “ihtiyaçtan” ziyade kapitalist sitemin kuralı gereği yüksek karlılık getiren ürünlerin üretimini tercih etmesi ve bunların daha fazla kar elde edebilmek adına stoklaması sayılabilirdi. 2008’deyaşananlar oligopoller için daha fazla kar getirirken, işçi sınıfının ve yoksul kesimin hanesine daha fazla yoksulluk, açlık ve ölüm olarak yazıldı. 

Bugün ise yaşananlar yukarıdakilerden biraz farklı. Gıda krizinin bu nedenlerine pandeminin gıda tedarik zincirinde yarattığı kırılmalar/ aksamalar da eklendi. Bu tedarik zinciri kabaca şu aşamalardan oluşuyor; Üretim, erişilebilme ve fiyatlandırma.

Tarımda çalışan işçilerin genellikle yüksek yaşlarda olması bu yüzden üretime katılamaması, tarım işçilerinin şehirlerarası yolculuklarının kısıtlanması ve dolayısıyla tarımda çalışacak işçi temininin güçleşmesi, petrol fiyatlarında büyük bir düşüş olmasına rağmen ülkemizde çiftçinin hala pahalı yakıt alması, üretim basamağında aksaklıkların oluşmasına sebep olarak gösterilebilir.

Pandemi ile birlikte birçok ülke bazı tarım ürünlerinin ihracatına yasaklar getirdi. Bugün ülkeler arasında ürün giriş çıkışları oldukça problemli ve gümrük kuralları daha da sıkılaştırıldı. Hala yeter sayıda uluslararası uçuş mevcut değil. Bu durum, tarımda kullanılan gübre, tohum gibi ana üretim ihtiyaçlarına ulaşabilmeyi daha da zorlaştırıyor. – Bu satırlar yazılırken bile ülkemizdeki limon üreticileri ihracat yasağı yüzünden protesto gösterileri yapıyordu-. Üretici, maliyeti artan girdiler nedeniyle ürünü toplamak yerine tarlada bırakmayı giderek daha fazla seçiyor. Bazı temel ürünler, piyasada yok hale geliyor. Bu durumda da fiyatları artıyor, tüketicinin bu sebeple alamadığı bir döngüye giriyor.

Sera gazları etkisi sebebiyle, küresel ısınma, yükselen ortalama sıcaklık, rüzgar ve yağış miktarlarındaki değişim,  iklim krizinin etkilerini arttırıyor. Ortalama sıcaklığın 1 derece bile artması halihazırda orman yangınları, sel felaketleri gibi çevre felaketlerine sebep oluyor.  İklimdeki değişimin en büyük etkisi kuraklık olacak. Bu iklim krizi pandemi ile birleştiğinde ise yıkıcılığı artacaktır.

Resme bir bütün olarak bakıldığında ilerleyen günlerde bazı temel gıda ürünlerinin erişilebilmesinde sıkıntılar çıkabileceğigörünüyor. Bu durum bazı ürünlerin fiyatlarının peyderpey artmasına, bazı ürünlerin fiyatlarında da piklere sebep olabilir. Önlem alınmadığı takdirde çok yakında tekrar bir kriz ile karşı karşıya kalabiliriz. Bundan en çok etkilenecekler ise küçük üreticilerle birlikte, yine toplumun geniş kesimleri, işçiler ve yoksullar olacak.

Temel gıdanın kar amacı güdülen bir meta olduğu bu sistemden, üretim araçlarının özel mülkiyetinin dolayısıyla üretim sürecinin önündeki “kar” hırsının ortadan kalktığı, üretimi hem toplumun hem de kişinin gereksinimleri göz önüne alarak önceden belirlenmiş “toplumsal-planlı” bir şekilde düzenlendiği bir sistem ancak ortadan kaldırılabilir. Bu, işçilerin ürettiği miktara ve üretim alanına karar verdiği ve her an denetleyebildiği bir sistem olacaktır.

Tüm bunlar sürdürülebilir bir yaşam için insanlığın büyük bir seçimle karşı karşıya olduğunu gösteriyor bize. Bu seçim, sadece küçük bir azınlığın mutluluğunu amaçlayan, plansız, vahşi sömürü düzeninin, “kapitalizmin” dünyadan silinmesi ya da bu vahşetin ve barbarlığın devam etmesidir. 

Tarih bizi o “eski” seçimle tekrar sınıyor:

Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!

Ömer Demirci

Yazar Hakkında