Covid-19 Krizi ve “Düşük Vasıflı” İşçinin Bitişi

Covid-19 Krizi ve “Düşük Vasıflı” İşçinin Bitişi

“TEMEL” EMEKÇİLER ÇALIŞIRKEN, EMEK PİYASASININ DURDUĞU BİR PANDEMİ

Mark Bergfeld ve Sara Farris

10 Mayıs 2020

“Günün birinde toplumumuz hayatta kalmak için sağlık çalışanına, çöpümüzü toplayan insana saygı gösterecek, çünkü çöpümüzü toplayan kişi doktorlar kadar önemlidir ve eğer işlerini yapmazlarsa hastalıklar artar. Tüm emeğin onuru vardır..” —Martin Luther King

COVİD-19 krizi işçi sınıfına pek çok acı ve çileye neden oluyor. Sevdiklerinin ölümünün yanı sıra, işsizlik ve gelir güvencesizliği de belirsiz bir gelecek doğuruyor. Ancak kriz aynı zamanda iş dünyasında oldukça çelişkili (ve potansiyel olarak ilginç) sonuçlara yol açıyor. Gözümüzün önünde, COVID-19 krizi, kafa ile kol emeği arasındaki geleneksel iş bölümünün dayandığı temeli çözüyor. Özellikle bu kriz, yaşamın ve toplumun yeniden üretimi için gerekli olan tüm vasfı ve işleri en altta tutan beceri-hiyerarşisinin meşruiyetini sorgulamaktadır. Bir anda, gıda zincirindeki işçiler, tarım emekçilerinden gıda fabrikalarındaki işçilere, süpermarket çalışanlarına, atık toplayıcılara ve temizlikçilere, sağlık ve bakım hizmeti çalışanlarına kadar “anahtar” ya da “temel” işçiler olarak adlandırıldı ya da kendilerine savaş zamanı ekonomilerini çağrıştıran ve bu yılın başlarında hayal bile edilemeyecek diğer hukuki yetkiler verildi.

Bu açıdan, bu olanlar çok radikal görünmeyebilir ama öyleler. Sonuçta, düşük vasıflı ve yüksek vasıflı işler arasındaki ayrım, sermayenin ücret eşitsizliklerini meşrulaştırmasına, sosyal üretimi yeniden damgalama ve devalüe etmesine ve yoksul ülkelerden daha zengin olanlara uluslararası göç hareketlerini harekete geçirmesine izin verdi. Böylece, mevcut kriz ve yarattığı geleneksel iş bölümünün (ve hiyerarşisinin) (anlıkolarak) çözülmesi, bizi düşük vasıflı işlerin temellerini sorgulamaya, sözde “vasıfsız” emeğin, toplumsal cinsiyetçi doğasını, gelmekte olan sınıf mücadelelerinin merkezine “yaşamı sürdüren faaliyetleriyle” geçeceğini her zamankinden daha net görmeye zorluyor. 

EMEK PİYASASI ÇALIŞMIYOR

Mevcut paradigmatik değişimi anlamak için, “düşük vasıflı işçi” tasvirinin toplumsal olarak nasıl inşa edildiğini tanımak gerekir. OECD düşük vasıflı işçileri, yaptıkları işe göre değil, eğitim durumlarına göre tanımlar. OECD, Avrupa Birliği’nin Eurostat’ı veya İngiltere’deki Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) gibi kuruluşlar, bu tanımları piyasa verimsizliği olarak gördükleri “vasıf eşleşmemesini” hesaplamak için kullanırlar. Bireysel çalışan için bu verimsizlikler, vasıflarının altındaki bir işte çalıştıkları ve dolayısıyla daha düşük ücret aldıkları anlamına gelir. Sermaye için, bu tür vasıf eşleşmemeleri (vasıflı işçiler daha düşük vasıflı işleri kabul etmeyi reddederse) işgücü sıkıntısıyla sonuçlanabilir, bu da işgücü maliyetleri üzerinde baskı oluşturabilir ve işçilerin pazarlık gücünü artırabilir. OECD’ye göre, Avrupa’da 80 milyon işçi nitelikleriyle uyumsuz çalışıyor ki bu emek piyasalarımızın tamamen işlevsiz olduğuna dair bir işarettir. 

İngiliz ONS, çalışanların beceri düzeylerini, bir kişinin belirli bir işi yapmak için gerekli becerileri edinmesinin ne kadar sürdüğü açısından hesaplar. Bu açıkça Bilim, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik (STEM) becerilerini şişiren ve doğrudan STEM olmayanların değerlerini düşüren veya kişiler arası ve ilişkisel beceriler gibi görünmez, heterojen ve ölçülemeyen becerilerin yanı sıra iş deneyimi yoluyla edinilen yeterlilikleri görmezden gelen bir beceri hiyerarşisi yaratır. Bu durum aynı zamanda, çoğunlukla erkek işçilere kıyasla STEM dışı becerilere sahip olma eğiliminde olan kadın işçilerin istihdam edildiği ekonomik sektörlerin, yeterlilik derecesi karşılaştırılabilir olsa bile, geleneksel erkek mesleklerine kıyasla daha aşağı ve düşük ücretli kaldığını açıklamaya yardımcı olur.

Marksistler uzun zamandan beri “vasıfların” inşasını kol emeği ile çalışan ve kol emeği ile çalışmayan işçiler arasındaki bölünmeyi ve dolayısıyla toplumsal eşitsizliklerin ve işçi yabancılaşmasının temel nedeni olarak görür. Kapital Bölüm I’de Marx, kapitalizmin mekanikleşmeye yönelik eğiliminin işçilerin vasıfsızlaşmasına yol açacağını savunuyordu, ki daha sonra 1970’lerde tekelci kapitalizm üzerine yaptığı öncü çalışmada Henry Braverman tarafından bu fikir sahiplenildi. Braverman için, kapitalist toplumlardaki teknolojik ilerleme, “emek sürecine ne kadar çok bilim dahil edilirse, işçi süreci o kadar az anlar; makine ne kadar entelektüel bir ürün haline gelirse, işçinin sahip olduğu makine üzerinde o kadar az kontrol ve kavrayış olur” şeklinde ifade edilir.

Braverman, kuzey yarım küredeki işçilerin çoğunun imalat ve endüstriyel üretimde çalıştığı Fordist bir dünyadan bahsediyordu. Birçok fabrikanın güney yarım küreye taşınması ve 1970’lerin sonlarından itibaren kuzey yarım küredeki üçüncül ekonomilerin genişlemesi ile, çalkantılı ekonomik kalkınma küresel emeğin yeniden örgütlenmesine yol açtığından bazı hipotezlerinin düzeltilmesi gerekiyordu. 

Sürekli otomatikleşme yoluyla işgücünün doğrusal bir “vasıfsızlaştırılması” yerine, 1970’lerden bu yana tanık olduğumuz şey, aynı sektörde oldukça heterojen bir yama halinde çalışan mekanikleşme süreci ile yüksek beceri ile düşük beceri arasında artan kutuplaşma ve beceri, meslek ve ekonomik dalların bölümlenmesi oldu. Burada ilginç olan şey, Braverman’ın öngördüğü durumun aksine, “düşük vasıflı” olarak tanımlanan bir işgücüne başvuran, özellikle düşük mekanikleşme seviyesine sahip sektörlerin var olmasıdır. Birazdan daha ayrıntılı tartışacağımız gibi, bu sektörlerde mekanizasyon eksikliği, çalışanların becerilerini önlemek veya bu tür düşük otomasyonlu sektörlerde işçilere çok fazla emek yoğun ve çok düşük ücretli olacak şekilde muamele etmek için bir gerekçe olarak bile kullanılmıştır. 

Dahası, bu tür bir kutuplaşma ve becerilerin, mesleklerin ve sektörlerin bölümlere ayrılması, giderek ırksal ve cinsiyetlendirilmiş bir dinamik yarattı. Bölünmüş işgücü piyasasının alt sektörlerinde istihdam edilen ve düşük ücret ödenenlerin büyük bir kısmı göçmenler, etnik azınlık çalışanları ve / veya kadın işçiler olmuştur.  

Bir yandan, son kırk yıl içinde kuzey yarım kürenin işgücü piyasaları, yaygın olarak bir feminizasyon süreci olarak tanımlanan şeyden geçmiştir. Neoliberalizmin himayesinde böyle bir süreç, sadece kadınların işgücü piyasasına toplu olarak girmeleriyle değil, aynı zamanda – Guy Standing’nin 1990’ların sonunda gösterdiği gibi – tarihsel olarak dişileştirilmiş özneler için ayrılan düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları, çeşitli güvencesiz ve düşük ücretli sözleşmeler biçimleriyle işçi sınıfının giderek daha büyük bir oranına genişletilmiştir.

Öte yandan, birçok düşük ücretli ve güvencesiz iş göçmen ve etnik azınlık işçileriyle doludur. 1973 Petrol Krizi’nden itibaren, Alessandro De Giorgi’nin zengin ulusları sınırlama ve yeniden sınırlandırma dediği sürece dediğine tanık olduk. Bu, 1970’lerin ortalarında Kuzey Avrupa ve ABD’deki sözde “durdurma” politikaları, vatandaş olmayanlara artık en azından retorik olarak hoş karşılanmadıklarını – en azından retorik olarak- izin vermek için gönderildikleri anlamına gelirken artan ucuz işgücü talebini karşılayacak kadar göçmen için sınırlar yeterince açık tutuldu. 

Sonuç olarak, işgücü piyasasının alt kademelerinde artan sayıda meslek giderek ırksal ve tek kullanımlık nüfuslara ayrılmıştır. “Yerli” çalışanlar artık meşhur DDD (Dirty, Dangerous and Demanding/Kirli, Tehlikeli ve Zorlu) ve CCC (Caring, Cooking and Cleaning/Bakıcı, Yemek Pişirme ve Temizlik) işlerinde dipsiz olarak düşük ücretler almaya istekli değillerdir. Son kırk yıl içinde daha zengin ülkeler tarafından getirilen sınır-dışı ve sınırları açma süreçleri böylelikle emek hareketliliğini kontrol etmek, seçmek ve yönetmek dışında bir şey ifade etmiyordu. Avrupa Birliği’nin “hareket özgürlüğü”, Avustralya veya Kanada (ve yakında İngiltere) gibi ülkelerdeki nokta tabanlı göç sistemleri veya ABD’de yaklaşık 12 milyon belgesiz göçmenin fiilen hoş görülmesi olsun, bu politikalar göçmenleri ikincil pozisyonda tutmak, siyasi haklar olmadan onları ve anında atılabilir veya sınır dışı edilebilir hale getirmek için kullanıldı.  Bu tür esnek ve enstrümantasyonel ve sınır komşulu süreç, sermayenin durgun büyüme ve düşük karlılık zamanlarında kar biriktirmek için gerekli gördüğü işgücü piyasasının artan esnekleşmesine paraleldir. 

“Özellikle düşük mekanikleşme seviyesine sahip sektörler, Braverman’ın öngördüğü durumun aksine, “düşük vasıflı” olarak tanımlanan bir iş gücüne başvurdu.”

MEKANİZASYON, BECERİ HİZMETLERİ VE YAŞAMI SÜRDÜREN İŞLER.

Yukarıda tarif ettiğimiz bölümlere ayrılmış ırksal ve dişileştirilmiş işgücü piyasalarının altındaki bazı işler tarım ve bakım sektörlerindeki işleri içermektedir. Bu sektörlerdeki işler toplumlarımızda en düşük ücretli ve en az saygın işler arasındadır. Ve yine de- Tithi Bhattacharya’nın tanımını takiben- daha çok “yaşam sürdüren işler ya da etkinlikler” olarak tanımlanmalıdırlar, çünkü onlar olmadan, basitçe ifade edilen yaşamın yeniden üretimi mümkün değildir. O zaman, bir pandeminin ortasında, gerçek anlamda yaşamı sürdüren ve bunun yerine yalnızca kar elde etmeyi mümkün kılan bu işlerin artık “anahtar” veya önemli” olarak sınıflandırılması sürpriz değildir. 

OECD, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kurumlar, tarım, bakım işleri ve diğer “yaşam sürdüren” sektörlerdeki işçilere daha yüksek ücret verilemediğini, çünkü verimlilik kazanımlarının elde edilmesi güç olduğunu savunuyorlar. Bu arada, proje, eğitim ve satış yöneticileri, özel sermaye CEO’ları, lobiciler, telemarketers ve aktüerler gibi David Graeber’in uygun tanımını ödünç alarak “saçmalık işleri” kutuplaşmanın diğer ucunda yer alıyor ve artan gelir eşitsizliğine katkıda bulunarak inanılmaz maaş artışları görüyordu. Bunun nedeni, yüksek beceri gerektiren işler olmaları değil, onları yalnızca kapitalistlerin kâr etmenin en yüksek hedefine ulaşmada faydalı bulmalarıdır. 

Böylece devam eden kriz, en azından insanlığın saçmalık işleri olmadan gayet iyi işleyeceğini açıkça ortaya koydu. Ancak, hemşireler, bakıcılar, tarım işçileri vb. gibi yaşam sürdüren işçilerin düşük ücret almasının nedeninin de düşük vasıflı olmamaları giderek daha açık hale gelmektedir. Bunun yerine, kapitalist güdümlü ekonomilerimiz, yaşam sürdüren mesleklerin çoğunluğunun ikinci sınıf sıralamalara devalüe edildiğinde ve dişileştirilmiş, ırksallaştırılmış ve diğer “daha harcanabilir” işçi kategorilerine bağımlı kaldığında kârın daha yüksek olduğunu bulmuştur. Çünkü bu işçilerin daha az pazarlık gücü vardır ve bu nedenle düşük ücretleri kabul etmek zorunda kalırlar.  Dahası, kapitalistler, bazı yaşamsal sektörlerin, en azından kısmen mekanize olmadıkları takdirde kâr elde etmeye daha iyi hizmet ettiklerini çok iyi anlıyorlar. Bu son açıdan, Braverman’ı ve kısmen Marx’ın kapitalistlerin mekanikleşmeye gittikçe artan yatırımının işçilerin vasıfsızlaşmasını sağlayacağına dair öngörüyü yeniden değerlendirmeliyiz.

Örneğin, bazı tarım sektörleri sadece beceri düzeyine göre değil, aynı zamanda masa başı işçilerine göre çok düşük düzeyde mekanikleşme sağlamıştır. Çeşitli tarımsal mekanikleşme biçimleri çoğunlukla toprak işleme teknolojisine odaklanmış veya monokültür mahsullerinde kullanılmış olsa da özellikle Avrupa’da bazı sektörler, elleri ve kolları hala tek güvenilir “araç” olan meyve ve sebze toplayan göçmen gündüz işçilerine büyük ölçüde bağımlı kalmıştır. 

Bu tarım işçileri, genellikle Avrupa Birliği’nce tanınmayan kendi ülkelerinde diploma veya mesleki eğitim aldıklarından, vasıf eşleşmezliğinin en iyi örneğidir. Göçmen işçilerin mevcudiyeti, Avrupa’nın daha zengin bölgelerindeki bu işlerin mekanize olmamalarının büyük ölçüde ana nedenidir. Daha fakir ülkelerden işçi istihdam etmek, ilk yatırımın yüksek olması ve yüksek vasıflı mühendisler ve teknik personel tarafından yönetilmesi ve sürdürülmesi gerektiği sürece, pahalı makine satın almaktan daha ucuzdur. Bu tarım sektörlerinde çalışan göçmenler genellikle belgesizdir veya sadece hasat sırasında birülkede kalmasına izin veren vizelerle mevsimlik işçi olarak işe alınırlar. Patronların ücretleri düşürmesine ve emekçileri politik olarak haklarından mahrum bırakmalarına ve sürekli bir korku durumunda tutmalarına izin veren, bu işgücünün tam olarak bu yasadışılık ve / veya aşırı güvencesizliği durumudur. Dahası, işverenler göçmen işçilere yiyecek ve lojman sağlayarak ve bu nedenle onlara inanılmaz düşük ücretler ödeyerek önemli ölçüde para kazanmaktadır (sağladıkları konut çoğunlukla ILO standartlarının altındaki barakalardan yapılmış olsa da). Göçmenleri hedef alan bu çapkın uygulamalar, İngiliz NHS’sini hayatta tutan hemşirelere bile uzanıyor. Burada, göçmen hemşireler vize almak için 400 £ ‘luk bir göçmen maaş ücreti ödemek zorunda kaldılar. Yukarıda tartışıldığı gibi, beceri hiyerarşisi ve göç rejimlerinin birleşimi, tarım işletmelerinin işgücü maliyetlerinden tasarruf etmesine ve büyük karlarda komisyon sağlamasına olanak tanımıştır. Böylece tarım gibi yaşamsal faaliyetler küçümsenir ve göreceli kapitalist istikrar zamanlarında tanınmazlar. Yine de, yaşadığımız gibi kriz zamanlarında esas rolleri ne olduğu ortaya çıkar. 

Son haftalarda merkezdeki yerini değiştiren bir başka yaşam aktivitesi bakım işleridir. Sağlık, yaşlı bakımı veya çocuk bakımı olsun, bakım işi otomatikleştirilmesi neredeyse imkânsız bir sektördür. Örneğin, bakım evlerinde “hemşire robotları” kullanarak bakımın bazı bölümlerini otomatikleştirme girişimleri çoğunlukla başarısız olmuştur. Bakım görevlileri tam olarak makinelerle değiştirilemez çünkü bakım görevleri kişisel ve ilişkisel beceriler gerektirir. Bu nedenle, başkentin bakım sektöründeki işgücü maliyetlerini azaltma stratejilerinden biri, güney yarım kürenin çeşitli yerlerinden veya nispeten daha fakir alanlardan (tekrar) göçmen işçilerin işe alınmasıdır. Ve tarım sektörü gibi, bakım sektörü de, hemşirelerden yaşlı bakıcılara, günlük bakım öğretmenlerine kadar çoğu iş profilinin, özellikle (kadın olan) göçmen işçilerin çoğunun düşük beceri olarak kabul edildiği bir sektördür, birçoğu yüksek dereceli diplomalara sahip olsa da. Bu, işçilerin düşük ücret alması ve işverenlerin işçilik maliyetlerinden tasarruf etmelerini sağlar.

Son yıllarda, işverenler bakım işlerini devalüe etmek ve düşük ücret ödemek için farklı stratejiler seçmiştir. Özellikle, birçok AB ülkesi, çocuk bakımı ve yaşlı bakımının büyük bölümlerinin giderek daha fazla kurumsallaşmasıyla kolaylaştırılan bakım çalışmaları sürecini standartlaştırmaya ve segmentlere ayırmaya çalışmıştır. Bu, Ken Loach’ın, bakım görevlisinin kargo şoförü olarak çalışan kocasıyla aynı emek yönetimi sürecine ve kontrolüne tabi tutulduğu son filmi “Üzgünüz, Size Ulaşamadık”ta çok netleşiyor. Bir dağıtım yolunun belirli bir sürede tamamlanması gerekirken, filmde tasvir edilen bakım görevlisinin de müşterisinin bakımı için on dakika ve bir sonraki müşteriye alelacele gitmeden önce duş almak için de on dakikası vardı. Bu, kâr amacı gütmeyen, hem nüfusun yaşlanması hem de devletin özel bakım hizmetlerinin sübvansiyonu tarafından ortaya çıkan artan yaşlı bakım talebinden yararlanarak, bakıma yatırım yapmasıyla giderek daha mümkün hale gelmiştir.

Sonuçta, tarımsal iş ve bakımın çoğunlukla (ve gittikçe azalan) düşük ücretli olmasının nedeni, beceri gereksinimlerinden değil, yalnızca kapitalistler tarafından verimlilikte çok düşük ve emek yoğun olduğu düşünülen yaşam sürdüren sektörler olmasındandır. Sosyal Üreme Teorisi’nin açıkladığı gibi, kapitalist üretimin gelişmesi için sosyal yeniden üretime (ya da burada yaşam sürdürme dediğimiz şeye) ihtiyacı vardır, ancak kapitalistler, mümkün olduğu kadar az ödemek ister. Bu nedenle, atık toplayıcılar, sağlık hizmetleri veya kamu hizmeti çalışanları gibi birçok hayat kurtarıcı işçi ya devlet hizmetlerine (Yeni Kamu Yönetimi’nin hakimiyeti göz önüne alındığında giderek daha az iş güvenliği ve ücret sağlıyor) dahil oluyor ya da rekabet eden ve işgücü maliyetlerini azaltan özel kuruluşlar aracılığıyla istihdam ediliyor.

Yaşlı bakımı vakası paradigmatik olup Güney Haçı veya dahayakın zamanlarda Four Seasons gibi hikayeler giderek daha fazla gösterilmektedir. Bu nedenle, önceden edindiğimiz birçok yaşamı sürdürme işinin düşük beceriye sahip olduğu vasıf sözüne karşı dikkatli olmalıyız. Aksine, büyük toplumsal eşitsizlikleri belirlemeye devam eden, iş ve mesleklerin eşit saygınlığının ve öneminin tanınması için mücadele eden vasıf paradigmasına ve hiyerarşilerine meydan okumalıyız (özelliklede kapitalizmin ihmal ettikleri ve ortaya çıkardığı istenmeyenleri), ve hepsinden öte bunların yeniden düzenlenmesi ve daha yüksek ücretlendirilmesi için kavga vermemiz gerekir.

TEMEL / TEMEL-OLMAYAN İŞÇİ İKİLİĞİ TUZAĞI

Yukarıda tartıştığımız gibi, işgücü piyasasının son kırk yıl boyunca neoliberal olarak yeniden yapılandırılması, hayat boyu çalışmaların çoğunu doğrusal masa başı yerine vasıf ve ücret segmentasyonu süreçleriyle bozmuştur. Düşük ve yüksek vasıflar arasındaki ayrım, eğitim seviyelerine dayalı olarak, mesleki eğitim veya diğer kişisel becerileri içermeyen bir eğitimin dar anlayışla sunulmuştur. Temel düzeyde, kafa ile kol emeği arasındaki ayrımı temel alır. Sonuç olarak, beceri hiyerarşisi, özellikle STEM konularında yüksek seviyeli yüksek öğrenim alanlar için ücretleri meritokrat ödüller olarak sunmuştur. Öte yandan, sosyal bilimler veya beşerî bilimlerdeki üniversite eğitimi, “yaşam boyu öğrenme” gibi eski sendika sloganının beceriler yoluyla sürekli kendi kendine optimizasyon kâbusu haline geldiği istihdam edilebilir mezunlar yaratmak amacıyla devredilebilir beceriler öğretmek için yeniden yerleştirilmiştir. 

20. yüzyılın Avrupa ve Kuzey Amerika’sındaki sendika hareketinin yaşam boyu öğrenme ve işgücü için beceri kazanmasının talep edilmesinin anlaşılabilir bir nedeni vardı. Bunun nedeni, sendikanın ve aynı şirket veya sektörde uzun süredir çalışan işçilerin pazarlık pozisyonunu güçlendirecek sektör çapında bir iç işgücü piyasası yaratmaktı. Nihayetinde artış, verimlilik artışlarına yol açacak ve bu da daha yüksek ücretlere ve işçiler için daha iyi şart ve koşullara dönüşecekti. Sendika hareketi, sanayide ve imalatta büyük ölçüde eğitimli erkek işçilerin küçük bir bölümü için bunu kurmada başarılı oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası fikir birliğinin bozulması, neoliberal ekonomi ve işgücü politikalarının başlaması ve hizmete dayalı istihdama geçişle, yaşam boyu öğrenme ve işgücünün artması yoluyla bu ekonomik ve sosyal entegrasyon modeli de ortadan kalktı.

Ancak, COVID-19 krizi sırasında yaşamı sürdüren sektörlerde istihdam edilen ve “zorunlu” olarak sınıflandırılan, çoğunlukla göçmen ve kadın işçiler, Keynesyen kapitalizmin bu ekonomik yapısının hiçbir zaman parçası değildi. O zaman da ve şimdi de, herhangi bir eğitim, işlerini yapmalarını sağlamak, yüceltilmiş bir işe alım veya şirket tarafından yürütülen eğitim programından başka bir şey değildir. Bu eğitim programlarının çoğu sertifikasızdır, yani saatlerce eğitimi tamamlayan işçilerin, sektör içindeki veya dışındaki diğer şirketlere geçtiklerinde bunları kabul ettiremediği anlamına gelir. Avrupa Birliği’nin 2020 Ortak İstihdam Raporu, düşük vasıflı işçilerin sadece yüzde dördünün şu anda AB’deki yetişkinler için herhangi bir eğitim programına kayıtlı olduğunu kanıtlıyor. Bu, sermayenin emek üzerinde güçlendirilmesinin yollarından biridir, çünkü işçiler işleri değiştirmeye ve böylece daha yüksek ücretlere ulaşmaya çalışmak için kendilerine daha az güven duyar.

Mevcut kriz bu düşük vasıflı ve yaşam sürdüren iş denilen şeylerin çelişkili doğasını ortaya çıkarmıştır. Kapitalizm sürekli olarak bu tür bir işi devalüe etmeye çalışır. Mevcut krizin berraklaştırdığı gibi, ekonomik ve sosyal bir sistem olarak, kapitalizm hem kâr kaynağı olarak (tarımsal işletmede olduğu gibi) hem de çalışanları için bir beslenme ve sağlık kaynağı (gıda üretimi / dağıtımı ve bakım işlerinde) yaşam sürdüren bu mesleklere bağımlıdır. İngiltere’de büyük iş şampiyonu Başbakan Boris Johnson, defalarca temizlikçilere ve bakıcılara hizmetlerinden dolayı teşekkür etti ve şimdi onlara “kilit çalışanlar” diyor. Norveç’te Veliaht Prens, bir grup temizleyiciyle bir Zoom konferansına katıldı ve onların toplumdaki “kritik işlevlerini” kabul etti. Almanya’da hükümet mevsimlik göçmenlere yönelik yasağı kaldırdı ve Romanya veBulgaristan’dan binlerce tarım işçisi ülkeye uçuyor. Bu işçilerin biri COVID-19’dan öldüğü için bunun insan maliyeti çok yüksek. Ancak ilk kez, bu çalışmanın nasıl düzenlendiği, Alman ekonomisi ve geçim kaynağı için ne kadar gerekli olduğu ve göçmenlere ne kadar bağımlı olduğu üzerine bir tartışma var.

Hayatta kalma, düşük ücretli ve (görünüşte) düşük vasıflı işlerin aniden yüceltilmesi, kamu görünürlüğüne ve bu işçilerin ücretlerinin adaleti hakkında politik bir tartışmanın başlamasına neden oldu. Dahası, böyle bir durum, birçok temel çalışanın vasfını “temel” kabul eden ONS beceri sınıflandırmasını önemsiz kılıyor. Bu vasıfları “basit” olarak küçülten ve böylece düşük ücretlerine zemin sağlayan bir tanımdır. Bunlar, gelecek mücadelede sınıf mücadelesi potansiyelini tartışacağımız önemli gelişmeler. Bununla birlikte, yaşam sürdüren işlerin aniden takdir edilmesinin ardındaki gizli tuzaklara “elbette ki” çok dikkat etmeliyiz.

Başlangıç olarak, “temel” ve “temel olmayan” işler arasındaki yaygın ayrım kapitalist önyargılara ve taktiklere meydan okumaktan ziyade onları güçlendirme riskiyle karşı karşıyadır. “Gerekli olmayan” sayılan işler, kâr amacı gütmeyen sayıldığından, uzun yıllar boyunca ciddi kesintiler yaşayan sanat, yaratıcı ve kültürel endüstrilere ait işlerdir. Şimdiki gibi veya öngörülebilir gelecekte bir düşüş veya talep eksikliği yaşayan sektörlerde bulunan işler (örneğin restoranlar, oteller ve konaklama endüstrisi, havaalanları ve hava şirketleri, üniversite öğretim görevlileri vb.) “zorunlu olmayan” şeklinde adlandırılıyor. Bu da yaygın işten çıkarmalara veya “kısa süreli çalışma” sözleşmelerine yol açıyor.

Ayrıca, raporlar, çevrimiçi ev işlerine geçiş nedeniyleprofesyonellerin artan iş yükleriyle karşı karşıya kaldığını öne sürüyor. EY’nin son araştırmasının da belirttiği gibi, mevcut pandemik çok sayıda endüstrinin otomatik hale getirilmesi için kullanılırken, yeni bilgi sistemleri teknolojileri ve iç İK sistemleri işyeri gözetimini artırdı. Beyaz yakalı profesyonellerin alanları artık Deliveroo sürücüsü (“Üzgünüz, Size Ulaşamadık filmine atıf -ç.n.) gibi dijital olarak izleniyor. Beyaz yakalı denilen bazı gruplar bu nedenle, pek çok “temel işçinin” uzun süredir günlük olarak deneyimlediği güvencesizlik, güvensiz ücret ve değersizlik hissi yaşamaktadır. İkili “temel / temel olmayan” bu nedenle yeni haklar-hiyerarşiler ve kitlesel işsizlik için bir tür haklı sonuç olarak “ahlaki” gerekçe sağlayabileceğinden, işçi hakları için tehlikeli bir alan olabilir.

Hayat boyu devam eden işler için kamuoyunda övgü dışında şimdiye kadar gerekli olan ücret durumlarını ve çalışma koşullarını iyileştirme taahhüdü gelmedi. İngiltere’de, zaten düşük bir maaşı olan ve şimdi kilit işçi olarak övülen göçmen hemşireler, vize almak için 400 £ ‘luk bir göçmen maaş ücreti ödemek zorundalar. ILO ve Eurofund araştırması, Avrupa’daki COVID-19 krizinin, daha uzun saatler çalıştığı ve evde çocuklara ve yaşlılara bakması gerektiğinden kadın sağlık çalışanlarını orantısız olarak etkilediğini söylüyor. Aynı şey, genel olarak işçiler ve özellikle de şu anda ev işlerine geçemeyen, ancak yine de zorlu, düşük ücretli bir işin ve muhtemelen bir ailenin evde bakım zorluğuyla karşı karşıya kalan diğer “kilit sektörlerdeki” kadın işçiler için de söylenebilir. Bu nedenle, bu hayat boyu süren işlerin daha fazla kabul görmesi gelişmekte olan krizin bir özelliği olmakla birlikte, bunu temel işçi ücretlerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi takip etmemiştir ve henüz hükümet düzeyinde tartışılmamaktadır.

Yaşamı sürdüren işlere halkın övgüsünü şimdiye kadar “zorunlu” olarak takip ederket, ücret durumlarını ve çalışma koşullarını iyileştirme taahhüdü gelmedi.

YAKLAŞAN SINIF MÜCADELESİ

Geleceği tahmin etmek ve nihayetinde bu işlerin, pandemi sona erdiğinde şimdiye kadar edindikleri durumu koruyup koruyamayacağını ve alkışları fiili ücret artışı takip edip etmeyeceğini bilmek zordur. Ancak salgının yarattığı kriz birşeyi açıklığa kavuşturduysa, o da birçok yaşam sürdüren işçinin artık aynı düşük ücret için tehlikeli koşulları kabul etmeyebileceğidir. Kaliforniya’da, bakım gören bir huzurevindeki bakım çalışanları işlerinden uzak kaldı. Temizlik sektöründe, işverenler personel sıkıntısı ve alışılmadık derecede yüksek devamsızlık oranları ile karşı karşıya kalmıştır. İşçiler virüsden işverenlerinden daha fazla korkmaya başladılar. Çoğu işyeri güvenliği ve KKD (Kişisel Koruma Desteği) eksikliği ile ilgili protestolar düzenlendi. Staten Island Amazon depo çalışanı Chris Smalls, işyerinde yeterli kişisel koruyucu ekipman eksikliği nedeniyle bir yürüyüş düzenledi. Amazon işçileri sadece 23 Mart’ta ücretli izin politikası kazanmakla kalmadı, aynı zamanda talep ettikleri Kişisel Koruma Desteği’ni de aldılar. 

Son haftalarda, üretim, lojistik ve süpermarket çalışanları işyerlerinde sağlık ve güvenlik konularında kendiliğinden grev eylemleri gerçekleştirdiler. Grevler, New York Magazine’in “Coronavirus işçileri radikalleştiriyor” başlıklı bir öyküsü gibi ana akım basının birçok köşesinde kaşlarını kaldırdı. Bu kendiliğinden grevlerin birçoğu gerçekten istikrarlı bir sendika örgütüne dönüşüyor; örneğin, Birleşik Krallık’ta, kapanma sürecinin başlamasından bu yana 16.000’den fazla işçinin sendikaya katıldığını bildiriyor.

Özellikle yaşamı sürdüren sektörlerde çalışanlar, hak ettikleri gecikmiş ücret artışlarını talep etmeye başladılar. Bazı şirketler, Fransız süpermarket zinciri Auchan’da olduğu gibi, işçilerin daha yüksek ücret taleplerini “ikramiye” ödeyerek öngörebilmişlerdir. Benzer şekilde, Amazon bir saatte 2 dolar daha fazla ücretle yeni işe alımlar yaparken, Alman hükümeti yaşadığı işgücü sıkıntısı nedeniyle bu hizmetlere olan talebin artması için on iki saatle sınırlı yeni bir çalışma süresi kanunu geçirerek başka bir yol izledi.

Bütün bunlar, ekonomilerimizin tamamında verimlilik ve ücretler arasındaki bağlantının açıkça koptuğu bir zamanda yeni fay hatları açabilir. Bu nedenle, taleplerimizi daha yüksek ücretlere ve “yaşam sürdüren” işçiler için iyileştirilmiş koşullara odaklamak, emek hareketinin stratejik olarak anahtarını ve bu konjonktürde küresel olarak solun ispatına neden olabilir. Bu sadece yaşamı sürdüren işçilerin salgın döneminde ön cephede olmaları değil, her şeyden önce mücadelelerinin kapitalizmin sürdürülemezliği ve hayatı tehdit eden doğasına mümkün olan en açık şekilde ışık tutması nedeniyle böyledir. Böylece yaşamı sürdüren sektörler örgütlü emeğin yeni merkezleri haline gelebilir.

Yaşamı sürdüren işçilerin emeğinden, kâr elde etme rasyonalitesi ile çözülemez bir çelişki içinde olduklarından, çalışmalarının, insan hayatını ve halk sağlığını ilk sıraya koyan ekonomi ve zenginliği yaratığını kavramanın alternatif bir yolu olarak bahsedebilir.

Yazının orijinali için tıklayınız.

Yazar Hakkında