SURİYE DÜĞÜMÜNÜN BUGÜNÜ -2

SURİYE DÜĞÜMÜNÜN BUGÜNÜ -2

Son birkaç yıl boyunca belirli bir bölge dışında Suriye’de (iç) savaşın bittiğine ve sıranın artık siyasi çözüme geldiğine dair pek çok açıklama dinledik. Ayrıca  “siyasi sorunun” çözümünü sağlayacak bir “anayasa komisyonu” da kuruldu. Henüz  ileri doğru net bir adım atılamamış olsa da zaman zaman toplanıyor. Siyasi çözüm sorunu, anlaşıldığı kadarıyla henüz karşılıklı “peşrev” aşamasında. İnisiyatifin Suriye halkının değil, kendi “çözüm” planlarıyla işe dahil olan “dış güçlerin” elinde olması sorunun iyice çıkmaza girmesinin de nedeni. Bunlar aynı zamanda, Arap devrimleri döneminde Suriye’deki demokratik-devrimci dalgayı bastırmak veya onu istediği gibi kullanabilmek için farklı yönlerden müdahale edip ülkenin kanlı ve kaotik bir iç savaşa sürüklenmesine, halk muhalefetinin büyük bir bölümünün geri çekilmesine neden olan “uluslararası karşıdevrim cephesi”nin de unsurları. Bunların, Suriye halkının emekçi çoğunluğunun gerçek çıkarlarıyla en ufak bir ilgisi olmayan kendi özel çıkarları, hesapları var. Stratejik planları, bölgesel projeleri, taktikleri, iç ve dış ittifakları tamamen bu doğrultuda. Hepsinin de içeride, gerçekte kendi çıkarlarından başka hiçbir şeye bağlı olmayan bir takım uzantıları-işbirlikçileri var. Suriye’deki mücadele, hemen her zaman “demokrasi, hak, hukuk, adalet, insan hakları…” üzerine hikâyeler anlatsalar da gerçekte sorunlara buz gibi bir “jeopolitiğin” penceresinden bakan bu güçlerin kontrolünden çıkmadığı sürece Suriye halkının yararına hiçbir sonuca ulaşamayacaktır.

Sorunun Asıl Kaynağı

Suriye sorunu, ancak başladığı yerde, asıl kaynağında, yani toplumsal alanda çözülebilir. Gerçek çözümü, çekilen acıların, yoksulluk, sömürü, eşitsizlik ve baskıların gerçek mağdurlarından başkası sağlayamaz. Bugün konuya müdahil olan bütün güçler, hangi kılıklara girmiş olurlarsa olsunlar Suriye halklarına sadece zarar vermektedirler. Suriye halklarının gerçek sorunları ve bu sorunların gerçek çözümleri bunların umurlarında bile değildir. 

Suriye sorununun temel nedeni, farklı dönemlerde farklı politik biçimler altında da olsa çeşitli mezhep, din ve milliyetlere mensup Suriyeli emekçileri ezen toplumsal düzendir. Bu düzenin, daha önceki sivil veya askeri biçimleri bir yana, 1963’te başlayan ve “Baas sosyalizmi” veya “Arap sosyalizmi”  olarak adlandırılan döneminde de işin esası değişmemiştir. Bu, ideolojik olarak küçük burjuva-radikal Arap milliyetçiliğine dayanan bir rejimdir. Emperyalizm karşıtı, bağımsızlıkçı tavrı, bir çeşit “milliyetçi sosyalizmi” içeren devletçi-ulusal kalkınmacı (devlet kapitalizmi) ekonomik politikaları ve politika tekelini elinde tutma karşılığında halka “bahşettiği” sosyal haklarla o dönem için bir umut olmuştur. Ancak bu rejim, vaat ettiği gibi zaman içinde gerçek bir eşitliğe, özgürlüğe dayalı bir halk egemenliğine dönüşmek şöyle dursun, ciddi bir bürokratik yozlaşma eşliğinde, zorbalık ve hırsızlığa dayalı bir hanedan rejimine, bir polis devletine dönüşmüştür.Bu rejim(ler)in “Sosyalizmi”, çoktandır, kuruluş dönemlerine ait “mitolojik” bir hikâyeden başka bir şey değildir; “halkçılıklığından” ise eser dahi kalmamıştır.

Nasıl Bir Rejim?

Daha önce de yazdık.

Suriye 1963 Baas darbesinden başlayarak 50 yıl boyunca bir olağanüstü hal rejimiyle yönetilmiştir. Bu, polise ve diğer güvenlik güçlerine olağanüstü gözaltı ve sınırsız tutuklama yetkisi veren bir rejimdir. Doğrudan Esad ailesine bağlı Muhaberat ve özel askeri birliklerle paramiliter güçler her türlü muhalif toplumsal hareketi en kanlı biçimde bastırmakla görevlidir. İşkence son derece yaygındır. Daktilolu dönemde halkın bir daktilo makinesi bulundurması bile izne tabidir. Baas dışında bütün partiler fiilen yasaktır; varlıklarını ancak “Ulusal İlerici Cephe”ye katılıp resmen Baas’a biat etmeleri şartıyla sürdürebilirler. Basın, fikir, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini sıkı bir denetim altında tutan rejim, muhaliflerine seyahat yasağı uygular. Bütün medya Baas denetimindedir. 1960’lı yıllardan başlayarak yüzbinlerce Kürt vatandaşlık hakları ellerinden alınarak “yabancılar” olarak fişlenmiştir. Bütün internet iletişimi sıkı bir sansür ve denetim altında olup blogger’lar ve gazeteciler sistematik olarak baskı ve tutuklanma tehdidiyle yüz yüzedir. Hiçbir bağımsız siyasi ve sendikal faaliyete ve işçi eylemine izin yoktur; muhalif  ve devrimci sosyalist faaliyetler ağır biçimde cezalandırılır. Kısacası Baas diktatörlüğü, ortalama bir Türk solcusunun, kendi ülkesinde bunların onda birini dahi “ faşizm!” olarak tanımlayacağı (hatta tanımladığı) bir rejimdir.”

Baas Kapitalizmi

İşin bir başka yönü daha vardır. Genelde “Baas sosyalizmi” üzerine konuşulsa da Suriye’nin asıl sorunu uzun zamandır “Baas kapitalizmi”dir!   Yoksul halkın rejime karşı çeşitli derecelerdeki tepkisinin de gerçek nedeni bu kapitalizmdir. Muhalif kesimlerin önemli bir bölümünün emperyalist müdahale ve silahlı İslamcıların melanetleri nedeniyle geri çekilmiş olması veya İslamcıların halk hareketine el koyarak onu tasfiye etmesi bu gerçeği değiştirmez.

Burada söz konusu olan, özellikle 2000’li yılların başından beri ivme kazanarak ilerleyen neoliberalleşme süreciyle daha da azgınlaşan, hırsızla polisin birlikte zenginleştiği bir sömürü düzenidir. Bu, yaygın bir rüşvet ve yolsuzluk ağına dayalı, en tepesinde Esad hanedanının olduğu kayırmacı bir “eş-dost-ahbapçavuş kapitalizmi”dir. Bu düzen, rant sağlama ve bu rantı paylaşma esasına dayanır. Bu ranta ulaşmanın en kestirme yolu her mezhepten kapitalistlerle hükümet ve asker- sivil bürokrasi mensupları arasında oluşturulan çeşitli işbirlikleridir. Zaten bu rejimde devlet görevlilerinin öncelikli amacı, siyasi güçlerinden istifade ederek servet sahibi olmaktır. Aynı şekilde kapitalistler de devlet yetkilileriyle iyi ilişkiler kurarak daha da zenginleşirler. Suriye, 178 ülkenin yer aldığı aşağıdan yukarıya yolsuzluk sıralamasında 127’ncidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi piramidin tepesinde Esad hanedanı vardır. Mesela bir iddiaya göre 2005 yılındaki petrol gelirlerinin yüzde 85’i Esad ailesine ve ortaklarına gitmiştir. Son zamanlarda devletin mali ihtiyaçları ve siyasi bazı sorunlar nedeniyle itilip kakılsa da, en büyük telekomünikasyon şirketinin sahibi, bir diğerinin ortağı ve “rejimin kasası” kuzen Rami Mahluf’un ekonomik konumu ve faaliyetleri,“kayırmacı eş-dost kapitalizmi” tanımlamasının boşa yapılmadığını göstermektedir. Kendisinin 2011’deki gösterilerde yoksul halkın en nefret ettiği kişi olarak öne çıkması tesadüf değildir.

Baas Tipi Antiemperyalizm!

Baas rejiminin sosyalizmi gibi antiemperyalizmi de onun uzak ve mitolojik geçmişine ait eski bir hikâyeden başka bir şey değildir. Baas geleneğinin 50’li ve 60’lı yıllardaki, gerçekte kapitalizm karşıtlığı içermeyen küçük burjuva milliyetçi antiemperyalizmi, yozlaşma ve çürüme sürecine paralel biçimde rejimin iç dengelerine tabi ve emekçi halk kitlelerini korkutarak kontrol altında tutmayı amaçlayan içi boş bir söyleme dönüşmüştür. Özellikle SSCB sonrası dönemde emperyalizmle açık veya örtülü işbirliklerine sıklıkla gidilmiştir. (Bak: 1991 Körfez krizi vb.) Rejimin neoliberal dönemdeki “antiemperyalizmi”,  uluslararası mali sermayenin tahakkümüne karşıtlık temelinde değil, yukarıda tanımlanan ekonomik-siyasi yapının, rejimi ayakta tutan iç dengelerin, çıkarlar ağının ve iç sömürü tekelinin korunmasıyla ilgilidir. Rejimin dış politikası da, esas olarak emperyalizmin egemenliğine set çekmeyi değil, rejimin ayakta tutulmasının bölgesel (uluslararası) plandaki diplomatik-askeri gereklerini yerine getirmeyi hedeflemektedir. Son derece “pragmatik” ve “oportünist”  olduğu bilinen Suriye rejiminin İran’la oluşturduğu “direniş cephesinin” amacı budur. Üstelik Batılı emperyalist güçler ve gerici Arap rejimleri açısından sorun Suriye rejiminin  “antiemperyalizmi” falan değil, İran’la ilişkileridir. Bu bağın kopması diğer Arap gericiliklerinin Suriye’yi bağırlarına basmaları için yeterlidir.

Ülkenin Durumu

İç savaş öncesi, 2005’ten başlayarak kırsal bölgeleri kasıp kavurmaya başlayan büyük kuraklığın, hükümetin yanlış tarım politikalarının da etkisiyle neden olduğu büyük yıkıma, işsizlik ve yoksullaşmaya ve büyük şehir varoşlarına  yönelen kitlesel göçün yol açtığı sefalete karşı rejim hiç de “halkçı” olmayan sınıfsal tepkiler vermiştir. Aynı dönemde özelleştirmeler az sayıda “seçkini” zengin ederken çok sayıda insanın daha da yoksullaşmasına yol açmıştır. Rejimin böyle bir kriz esnasındaki sınıfsal öncelikleri, onun gerçek sosyo-ekonomik temelini de ortaya koymuştur . Bu durum aynı zamanda, ayaklanmanın ve İslamcı gericiliğin halkın bir bölümü  üzerindeki etkisinin de  en önemli nedenlerinden biridir.

Dokuz yıldır sürmekte olan iç savaş, yol açtığı yıkımla Suriyeli emekçilerin yaşam koşulları daha da kötüleştirmiştir. İşsizlik, yoksulluk ve gıda yetersizliği had safhadadır. Milyonlarca insan evini kaybetmiş, ülke içinde ve dışında mülteci durumuna düşmüştür. Ancak Suriye halkının durumu, sürece müdahale eden yabancı güçler açısından bir istismar konusundan başka bir şey değildir.

“Suriye’de siyasi bir çözüm” bugün için ne yazık ki çatışmaya müdahil çeşitli dış güçler arasındaki ayak oyunlarına, taktik numaralara, manevra ve uzlaşmalara, pay kavgalarına bağlıdır. Yeni bir anayasa ve siyasi yapı konusunda bir anlaşmaya varılsa bile, bu koşullar nedeniyle yeni siyasi yapının istikrarlı ve bağımsız bir nitelik kazanması mümkün değildir. Muhtemel bir anlaşmanın, yabancı güçlerin belirleyici olduğu tepeden niteliği, bir takım “görüntüleri” ve “sahtekârlıkları” saymazsak demokratik bir yapının kurulmasını da imkânsız hale getirmektedir. 

İç politikada çeşitli dış bağlantıları olan güçlerin ekonomik-siyasi pay kavgaları, hanedan rejiminin ve çevresindeki bürokrasinin çıkarlarını korumak için göstereceği direnç, burjuvazinin çeşitli kesimlerinin hamleleri, İslamcıların yeni dönemde girecekleri kılıklar ve oynamak isteyecekleri roller, emperyalizmin, büyük güçlerin, Türk, Arap ve İran gericiliklerinin diplomatik-askeri manevraları, muhtemel bir “yeni düzenin” şeklini, niteliğini ve ömrünü belirleyecektir.

Kendi bağımsız örgütlenmelerinden ve siyasi önderliklerinden yoksun Suriyeli emekçilerin ve örgütlü- özerk bir yapıya sahip olsalar da devre dışı bırakılmak istenen Kürt halkının kendi gerçek talepleriyle yer almadığı bir düzenin, adına “demokrasi” denilse de yeniden krize girmesi kaçınılmazdır.  Yıllardır süren kanlı ve kaotik bir iç savaşın yıkıma uğrattığı Suriye,  ancak özgürlük ve eşitlik temelinde ve işçi sınıfı önderliğinde yeniden inşa edilebilir. Marx’ın aktardığı bir sözden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Muhtemel bir barış, Suriye halkının gerçek özgürlüğüyle el ele yürümediği takdirde ancak bir cinayet olabilir..!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında