YENİ BİR DÖNEME GİRERKEN: “BİTTİK, AMA OYUNA GELMEDİK!” DEMEMEK İÇİN

YENİ BİR DÖNEME GİRERKEN:                               “BİTTİK, AMA OYUNA GELMEDİK!” DEMEMEK İÇİN

Uzun bir Kovit-19 tatilinin ardından toplanan TBMM’nin ilk işi, bekçilerin yetkilerini artırmak oldu. Ardından da 4 Haziran’da, HDP’den Leyla Güven ve Musa Farisoğulları ile CHP’den Enis Berberoğlu’nun milletvekillikleri Saray’dan gelen bir emirle alelacele düşürüldü; milletvekilleri hapse gönderildi. Sırada muhalif meslek örgütleri var. Bütün bunlar (aslında daha pek çok şeyle birlikte) yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor. Bu sadece bizim görüşümüz değil. AKP’liler de “4 Haziran’ın bir milat olduğunu, siyasette yeni bir dönemin başladığını” açık açık söylüyorlar. 

Bunların yanı sıra Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla yapılması beklenen siyasi partiler ve seçim yasalarındaki, Meclis İç Tüzüğü’ndeki değişiklikler de hesaba katıldığında “siyasette yeni bir dönemin başladığını”, yani iktidarın “bir şeyler” yapmaya hazırlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Erken Seçim mi?

Tabii, bütün bunların sadece bir erken seçim hazırlığı olduğu da düşünülebilir. Nitekim tahminler, tartışmalar bu ihtimal üzerinden yürüyor. Önce çeşitli yollarla muhalefetin Meclis’teki gücü azaltılacak, söz hakkı kısıtlanacak, muhalefetin geri kalanına -elbette yasal yollardan! – başlarına neler gelebileceği hatırlatılacak; AKP’den ayrılanların kurduğu iki partinin seçimlere ve Meclis’e girmeleri engellenecek ve de seçim sistemi değiştirilerek Cumhur İttifakı’nın seçimleri kaybetme ihtimali ortadan kaldırılacak. “Cumhur’un” bekası da bu yolla garanti altına alınacak.

Eğer amaç seçim mevzuuyla sınırlıysa yine de korkulacak bir durumun olmadığını söyleyebiliriz.  Salgının ağırlaştırıp derinleştirdiği krizin etkisiyle epeyce yıpranıp destek kaybettiği düşünülen iktidarın, bütün güçlüklere rağmen sıkı bir seçim seferberliği ve sandık denetimiyle iktidardan düşürülmesi bile mümkün… Tabii, “olağan” şartlarda! 

Olağan Dönemlerin Olağan İşleri veya Böyle Bir Dünya Var mı?

Ancak şartların pek “olağan” olmadığını düşünenlerde var. Mesela CHP’nin sol kanadından İlhan Cihaner, gelişmelerin “Olağan bir dönem yaşanıyor gibi yapılan siyasetle gidişata müdahale edilemeyeceğinin trajik bir göstergesi ” olduğunu söylüyor. Cihaner’in, AKP’li çevrelerin bile siyasette yeni bir dönemin başladığını açıkça belirttiği bir dönemde, yaşananlara çok uzun süredir eski rejimden kalma alışkanlıklarıyla “olağan” tepkiler vermeye devam eden kendi parti yönetimini eleştirdiği belli.

Burjuva muhalefet partilerinin üst kademelerine göre, bu ekonomik kriz, iktidarı götürecek. Açıklamalarına bakılırsa bu arkadaşlar, iktidarın kayıplarının neredeyse otomatik olarak kendi kazanç hanelerine yazılacağına inanıyor gibiler! Öyle ya, uzun süreli krizler iktidardakileri yıpratıp güçten düşürürken muhaliflerin de güç kazanmalarına yol açar. Böylece, zamanı geldiğinde bir iktidar değişikliği yaşanır. Zaten demokrasinin de kuralı budur!

Eğer gerçekten böyle düşünüyorlarsa, bu mantığın gerçek hayatta geçerli olmadığını anlamaları gerekiyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi, mutlak anlamda böyle bir kural olmaması. Demokratik kuralların iyi kötü işlediği rejimlerde bile süreçler çok daha inişli çıkışlı, karmaşık bir seyir izler.  Sürecin bizim muhalefetin hayal ettiği biçimde işleyebilmesi birtakım koşullara bağlıdır. Yani hiçbir ekonomik krizin ve bunun yol açtığı toplumsal sorunların siyasi olarak otomatik sonuçları yoktur. İktidarlar, pek çok zaman, ciddi toplumsal ve siyasi güç kayıplarına rağmen, fiziksel güçleri, konjonktürel şansları ve muhaliflerinin “hali pür melali” sayesinde beklenenden çok daha uzun ömürlü olabilirler. Üstelik hiçbir kriz, hangi şiddette olursa olsun, muhalefetin başarısını “kendiliğinden” garanti altına almaz.  Gerçekleşeceği düşünülen “silsileyi” kesintiye uğratabilecek, olayların yönünü değiştirebilecek bir takım olaylar, güçler ve alternatifler her zaman ortaya çıkabilir.

Küçük Bir Ayrıntı: Rejim, Kaybetse de İktidarı Verme Niyetinde Değil!

Muhalefetin mantığını geçersiz kılan ikinci ve çok daha somut bir neden daha var: Saray rejiminin, seçimleri kaybetse dahi iktidarı teslim etmek gibi bir niyetinin olmaması. İktidarın hedefi, oluşturduğu bütün çıkar ağlarıyla birlikte Türkiye’de “milliyetçi-mukaddesatçı” yani dinci-faşist gericiliğin ebedi iktidarını kurmak ve bunu her ne pahasına olursa olsun korumaktır. Bunun için gücünün yettiği veya yeteceğini düşündüğü bütün yol ve yöntemleri kullanmaya hazırdır.

Zaten yukarıda sözünü ettiklerimiz de dahil bütün hazırlıkları bu yöndedir. Saray-MHP ortaklığının son icraatları, sadece “seçimlerle” ilgili olsa bile bu durum kimseyi rahatlatmamalıdır! Seçimlerin ve seçim sonuçlarının temel meşruiyet kaynağı olarak gösterildiği özel bir tür rejimde (yeni-bonapartizm) bu koşula uygun olarak hem seçimlerin yapılmasıhem de seçim sonuçlarının yasal veya yasadışı yollarla garanti altına alınması gerekmektedir (buna sonuçların duruma göre zor ve hile yoluyla değiştirilmesi ve gerektiğinde tanınmamaları da dahil). Kısacası rejim kendi içinde veya dışında daha beter “bir şeye!” dönüşmediği sürece bildiğimiz seçimlere benzer seçimleri yapmaya devam edecek olsa bile bunun koşullarını “garanti” altına almak için gerekenleri yapmak zorundadır. 

Bir Başka Küçük Ayrıntı: Rejim Değişti!

Yani, başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet partilerinin sürekli lafını etseler de yokmuş gibi davrandıkları gerçek, Türkiye’de birkaç yıl önce yaşanmış olan rejim değişikliğidir. Rejim değişiklikleri hiçbir zaman “olağan” durumlar değildir. Zaten İlhan Cihaner’in de parti yönetimini eleştirirken söylediği budur. Olağanüstü durumlarda olağan siyaset yöntemleri geçerliliklerini kaybeder. Önlerindeki ideolojik, politik, toplumsal ve sınıfsal engeller ne olursa olsun, eminiz bu gerçeği muhalefetin tepesindekiler de bilmektedirler. Bu zatlar, tabanlarını, seçmenlerini her ne kadar  “demokrasiye güven” vaazlarıyla sakinleştirmeye çalışsalar da çok büyük ihtimalle tehlikenin farkındalar. Zaten aksi bir durum onların devlet ve siyaset tecrübelerine yakışmaz! Nitekim CHP Genel Başkanı, yeni rejim inşasının en önemli aşamalarından biri olan hileli referandum (16 Nisan 2017) sonuçlarını neden protesto etmediklerini soranlara, sanki çok “olağan” bir durumdan bahsediyormuş gibi “Dışarıda silahlı adamlar vardı!” cevabını vermişti. Aynı tutum, bugün de yine Genel Başkan’ın ağzından çıkan “CHP’yi sokağa çekmek istiyorlar, ama oyuna gelmeyeceğiz…!” sözleri eşliğinde sürmektedir. 

Oyuna Gelmemek…!

Oysa CHP ve diğerlerinin oyuna gelip gelmemesi Saray güçlerinin umurunda bile değil. Onlar zaten kendi oyunlarını oynamaya devam ediyorlar. Muhalefet “oyuna gelmedikçe” iktidar oyun alanını genişletmekte; muhalefeti baskı ve tehdit yoluyla kendi sınırlarına hapsetmekle kalmayıp, o sınırları da aşarak alan hâkimiyetini büyük ölçüde ele geçirmektedir. Bu nedenle, rejime karşı hiçbir şeyin yapılamaz hale geldiği bir noktada, artık fiilen bitmiş bir muhalefetin son nefesinde, “Bittik, ama oyuna da gelmedik!” açıklaması hiç kimseyi “teselli” etmeyecektir.

Yeni rejimin “bekası” hızla, muhalefetin “bitirilmesine” bağlı hale gelmektedir. Rejimin çevresinde, geleceğe oynayan farklı siyasi odakların oluşması ve Türkiye’nin geleneksel faşist partisinin rejimin en militan savunucusu haline gelmesi boşa değildir. Yasa değişikliği hazırlıkları ve yetkili gece bekçileri vb. işler, ülke nüfusunun bir bölümünün “millet dışı” ilan edilmesi, güvenlik güçlerinin “kapıkulu ocaklarına” dönüştürülmesi, “kayıp silahlarla” donatılan paramiliter örgütlenmeler ve her türlü muhalefetin “darbecilikle” yaftalanıp ölümle tehdit edilmesi vb. bu kapsamda değerlendirilmelidir.

CHP, 2017’de milyonlarca kişinin katıldığı  “Adalet Yürüyüşü”nü Milletvekili Enis Berberoğlu’nun “casusluktan” 25 yıla mahkûm edilip tutuklanmasının ardından başlatmıştı. Çünkü, sıranın Kılıçdaroğlu’na bile gelebileceğinin farkına varılmıştı. Aradan üç yıl geçti, gündemde yine Milletvekili Enis Berberoğlu var ve bu defa durum üç yıl öncesinden çok daha vahim. Ancak CHP yönetimi bu defa “oyuna gelmemekte” ısrarlı görünüyor! 

Tamam, kendilerinden “sınıf mücadelesi” falan beklediğimiz yok. İddia ettikleri üzere “demokrasi mücadelesine” girmeleri de yeterli. Ancak demokrasi mücadelesi, niteliği gereği,  “aile arasında”  değil,  “umuma açık” alanlarda verilebilir. Ve en önemlisi bu mücadelenin gerçekten demokratik sonuçlar verebilmesi milyonlarca insanın bu mücadeleye katılmasıyla mümkündür. Yani demokrasi mücadelesi, esas olarak açık havada ve kitlelerin seferber olmasıyla bir sonuca ulaşabilir. Seçimleri kazanarak iktidara gelmeniz de buna bağlıdır. İktidarın “seçim oyunlarının” bozulması, İstanbul Belediye Seçimleri’nde de görüldüğü üzere demokratik kitle seferberlikleriyle mümkündür. 

CHP Genel Başkanı, yapılması gerekenler konusunda üç yıl önceki “Adalet Yürüyüşü”nü hatırlatanlara, “Bugünkü koşulların farklı olduğunu, gerginlik yaratacak, provokasyonlara açık eylemlerden uzak durulmasını, zaten Erdoğan’ın da muhalefeti provokasyonlara açık şekilde sokağa dökmek ve bunun üzerinden politika yapmak istediğini, bu nedenle oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek gerektiğini…” söylüyor. Yani durum üç yıl öncesinden çok daha kötü ve tehlikeli.  Muhtemelen bu gidişle üç yıl sonra, mesela normal seçim yılı olan 2023’te durum daha da kötü ve tehlikeli olacak. Kafamızı bile çıkartamayacağımız koşullarda seçime gideceğiz! Üstelik ortada muhalefet tarafından açıklanmış bir “B Planı” da yok.

Biz yine de hatırlatalım: Evet hanımlar, beyler,memleket siyasette yeni bir döneme giriyor!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında