ZAMANE DEVRİMLERİ, KARŞI DEVRİMLERİ, HALK HAREKETLERİ: NASIL BAKMALI-3

ZAMANE DEVRİMLERİ, KARŞI DEVRİMLERİ, HALK HAREKETLERİ: NASIL BAKMALI-3

Emperyalizmin rolü, emperyalizme ve rejime karşı devrimci mücadele

Doğru bir tavır alabilmek için yeni zamanların rejim ve /veya hükümet karşıtı kitle hareketlerini çok yönlü olarak ele almak gerekiyor. Örneğin emperyalizmin ve diğer devletlerin çoğu zaman devreye girerek, halk hareketlerine kendi çıkarları doğrultusunda müdahale ettikleri gerçeğini atlamamak gerekiyor. Bu güçlerin amacı sadece, kendi dünya ve bölge çapındaki politik ve ekonomik çıkarları açısından engel teşkil eden veya arıza çıkartan bir rejimi devirmekle veya hizaya sokmakla sınırlı değil. Nihayetinde o rejimlerle de idare edilebileceğine dair engin tecrübeleri var! Asıl derin ve sınıfsal hedefleri, halk hareketlerinin ülkeden ülkeye yayılmasına, büyüyerek ve örgütlenerek  “devrimci duruma” dönüşmesine ve kendi başlarına da bela olacak bir sosyal devrimin kapılarını zorlamasına engel olmak. Bunun için de Suriye, Libya vb. örneklerde olduğu gibi, doğrudan müdahale ederek veya destekledikleri silahlı güçler eliyle devrimi bir karşı devrime, kaotik bir iç savaşa dönüştürme, emperyalizmin ve bölge gericiliklerinin hizmetine koşma yolunu tutuyorlar.

İster içeride aktif bir mücadele yürütüyor olsunlar, isterse dışarıdan enternasyonalist bir destek veriyor olsunlar devrimci sosyalistlerin bu durumu gözden kaçırmamaları gerekiyor. Dış müdahaleler, yol açtıkları daha karmaşık sorunlar nedeniyle devrimcilerin mücadele taktiklerinde birtakım önemli değişikliklere neden olurlar. Ancak bu durum rejimin desteklenmesini gerektirmez. Bu noktada devrimci mücadelenin “somut ve öncelikli” hedefleri arasına rejimle mücadelenin yanı sıra emperyalizm ve diğer müdahil bölge gericilikleriyle doğrudan mücadele de girer. (Aslında bu hedef en baştan programa alınmalıdır, çünkü müdahale ihtimali çok yüksektir.)

Bu koşullarda mücadelenin daha karmaşık bir hal alması kaçınılmazdır. Devrimci sosyalistlerin az çok etkili bir güç durumuna gelmeleri halinde güç dengelerine, bu dengelerdeki değişim ve kaymalara bağlı olarak çeşitli yöntem ve taktikler geliştirmeleri gerekir. Böyle durumlarda mücadelenin seyrine ve askeri duruma bağlı olarak bazı güçlerle, “süresi ve sınırı belirli eylem birlikleri” kaçınılmaz olabilir. Ancak bu hiçbir koşulda emekçilerin mücadelesini burjuvazinin şu veya bu kanadının veya sermayenin “demokrat avukatlarının” hizmetine koşacak türden bir ittifak veya “cephe” biçimini almamalıdır. İşçi sınıfının ve devrimci hareketin sınıf müttefikleri ve birleşik cephe anlayışları bellidir.

İşçi sınıfının varlığı

Asıl sorun ve görev her zaman devrimci-sınıfsal bir önderliğin inşası ve devrimci halk hareketlerinin kendi seferberlik organlarını, silahlı öz örgütlerini yaratmalarıdır. “Devrimci durumlar” ancak böyle ortaya çıkabilir. Her devrim, karşısına çıkan görevleri çözümleyebildiği oranda ilerler. Aksi halde geri çekilme ve yenilgi kaçınılmazdır. Mücadele politik, örgütsel anlamda ve öne çıkan talepleriyle sınıfsal bir boyut kazandığı ölçüde özgürlük ve eşitlik talep eden devrimci halk hareketinin emperyalizmle işbirliği halindeki burjuva güçlerle ayrışması, o güçlerin hareketten uzak tutulması ve sızmalarının engellenmesi mümkün hale gelir. Bu, devrimci önderliklerin de başarı şansını artıran bir durumdur. Tunus ve Mısır gibi örneklerde, sonraki politik sonuçları bir yana, sürecin görece “temiz” ilerlemesinde, işlerin Suriye ve Libya’dakine benzer bir hal almamasında bu ülkelerin işçi sınıflarının devrimdeki payları önemli bir rol oynamıştır. 

Saldırı ve işgal durumunda…

Emperyalist ve bölgesel dış müdahalelerin askeri bir saldırıya ve bir işgale dönüşmeye başladığı noktada ise bütün dünya devrimcilerinin görevi tereddütsüz biçimde bu saldırı ve işgale karşı çıkmaktır. Ancak bu, o ülkenin gerici rejimine değil, işgalin durumlarını daha da ağırlaştıracağı yoksul emekçilerine verilen bir destektir. O ülkenin devrimcilerinin işgalci güçlere karşı savaşı, mücadele içinde önderliğin kazanılması, doğru strateji ve taktiklerin uygulanması ve ittifakların kurulması sadece yabancı güçlerin yenilgisini değil gerici rejimlerin de yıkılmasını sağlama ihtimali güçlüdür.

Burada önemli nokta, yabancı müdahalenin, ön plana çıkmış siyasi liderlikleri kim olursa olsun toplumsal bir çatışma zemininde ortaya çıkmış olmasıdır. Bu durum emperyalizmin ve yabancı devletlerin saldırının tek başına bir “ulusal bağımsızlık” sorunu olarak ele alınamayacağını gösterir. Mücadelenin seyri içinde, devrimciler açısından sınıf düşmanlarının hangi kanadının daha öncelikli bir hedef olarak görüleceği, bu dengenin nasıl kurulabileceği emekçi kitlelerin siyasi bilinç düzeyine ve devrimci önderliğin siyasi kavrayışına bağlıdır. Ancak önderliğin “sınıf mücadelesi” perspektifini, yani kendi “sınıf bilincini” kaybetmemesi birinci koşuldur. Böyle durumlarda kolaylıkla yayılacak milliyetçiliği ve “vatanseverlik” demagojisini aşmak başka türlü mümkün değildir.

Bu yaklaşım “Rejimin ne olduğunu biliyoruz, ama emperyalizme karşı destekliyoruz” tutumuna da bir cevaptır. Unutulmaması gereken husus, bu ülkelerin rejimlerinin, zaten sürekli devlet terörüne maruz bıraktıkları küçük devrimci sosyalist grupların desteğine ihtiyaç duymadıklarıdır. Bugüne kadar solun emperyalizme karşı bu rejimlere verdikleri desteklerin karşılığı katliamlardan ve hapis cezalarından başka bir şey olmamıştır. Bu nedenle, sosyalist hareketin gelişip büyüyebilmesinin tek yolu olarak rejime karşı bağımsız devrimci tavır, gerçek manada “hayati” bir öneme sahiptir. Rejimin, en küçük bir desteğe bile muhtaç olduğu sıkışık bir anında bu “küçücük” devrimci desteği kabul etmesi halinde bile gerçek anlamda değişen bir şey olmayacak, durum biraz düzeldiğinde her şey eski haline dönecektir!

Devrimcilerin bir dış saldırı altında rejimin ordusuna katılıp kitlelerin gözünde “en kahraman” askerler olarak takdir görecekleri, bunun devrimci harekete bir halk desteği ve rejim gözünde meşruiyet sağlayacağı düşüncesi hayaldir. Devrimciler böyle durumlarda ancak gizli çalışma, örgütlenme, propaganda ve uygun koşullarda ajitasyon yoluyla güçlerini koruyup büyütebilirler. Geçmişte emperyalizm tarafından desteklenen Irak’la savaş yıllarında İran’da yaşananlar bu konuda acı derslerle doludur: Pek çok solcu savaş sırasında askeri birliklerde idam edilmiştir.

“Yancılığı” ret, bağımsızlık, emekçilerin birliği ve ilkelerde sağlamlık

Meseleye öncelikle “jeopolitik” değil sınıfsal-toplumsal açıdan bakması gereken devrimci sosyalistlerin sorunu çatışan güçlerden birinin “yancılığını” yapmak değil, bağımsız bir sınıf hareketi temelinde bütün emekçi güçlerin ittifakını sağlayarak bir devrime öncülük etmektir. Hiçbir mücadele başkalarının gücü ve silahlarıyla kazanılmaz. Başkalarının güdümünde iş gören hiçbir sol hareket gerçek bir güce dönüşemez. Zayıf bir devrimci hareketin güçlenmesi ideolojik, politik, programatik ve örgütsel gereklilikleri yerine getirmesinin yanı sıra yabancı sınıf güçlerine ve önderliklerine karşı bağımsız ve “düşmanca” bir tavır almasına bağlıdır. İlkelerde yeterince sağlam olunduğunda taktiklerde esneklik o derece kolay olur.

Emekçileri terk etmemek

Gelişmeler hangi doğrultuda, gücü de hangi seviyede olursa olsun, halkın mücadelesinin gerici güçlerin eline hiçbir biçimde terk edilmemesi, devrimin veya hareketin geri çekilmesi durumunda bu çekilmenin kayıpları en aza indirecek biçimde organize edilmesi, bir yenilgi halinde, direniş odaklarının örgütlenmesi devrimcilerin görevidir. Halkı, emekçileri aldatmaya çalışan burjuva ve emperyalizm işbirlikçisi güçlerle mücadelenin yolu budur. Ancak bu işlerin doğru biçimde yapılabilmesi, öncelikle sürecin niteliğinin, içinde bulunulan gerçek durumun, bir devrimle karşı devrim arasındaki farkların, neyin nerede başladığının, neyin nerede bittiğinin doğru biçimde kavranmasına bağlıdır. Zafere gidebilecek bir yolda geri çekilme ne kadar ölümcül sonuçlara yol açarsa, yenilmiş veya geri çekilmiş bir devrimin devam ettiği zannedilip hücuma kalkılması da o derece ölümcül sonuçlara yol açar.

Küçük bir sorun ve burada “faşist” dediğini orada “ilerici” ilan etmek!

Son yıllarda çeşitli ülkelerdeki rejim veya hükümet karşıtı kitle hareketlerine ilişkin sol içinde sürdürülen tartışmaların “küçük” bir sorunu vardır. Bunların hemen hiç birinde sol dişe dokunur bir güç olarak yer almamıştır. Gerçekte adeta yok hükmündedirler! Vakti zamanında belirli bir güce sahip olan sol hareketler ise yine “antiemperyalizm” gerekçesiyle kendilerini sürekli baskı altında tutan bu rejimlere verdikleri desteğin kurbanı olmuşlardır. Ancak sorunu daha da büyüten husus dışarıdan “taraf” olan sosyalistlerin çoğu zaman hiç de devrimci olmayan tavırlarıdır. Oysa ne kadar “dışarıdan” da olsa bu konudaki enternasyonalist devrimci tavır ve destek çok önemlidir.  Bu ülkelerin kardeş emekçilerine elden geldiği ölçüde maddi-manevi, siyasi ve programatik bir desteğin verilmesi kesinlikle gereklidir. Dünya çapında etkileri olan hareketlerin bize de er veya geç hayrı dokunacağını düşünmek bile, o ülke rejimlerinin değil, halklarının desteklenmesini gerekli kılmaktadır. Böyle bir yaklaşımın kendi ülkemizde patlayacak bir halk hareketinde de doğru bir tavır almamızı, buna hazırlıklı olmamızı sağlayacağı kesindir. Bu, Türkiye solunu en azından RTE’nin “antiemperyalist” olup olmadığı, “dış güçlere” karşı desteklenip desteklenmemesi gibi tartışmalardan, hatta yeni bir çeşit “Yetmez ama Evet!”çilikten kurtaracaktır! Buna yeni bir Gezi’nin “ulusalcı” solumuz tarafından desteklenip desteklenmeyeceği sorunu da dahildir!  Unutulmasın halkın ayağa kalktığı ülkelerin rejimleriyle bizimki arasında (“emperyalizmle mücadele” konusundaki kıdem farklarını saymazsak!) hem eylem, hem de söylem bakımından çok büyük benzerlikler vardır. Burada “faşizm” dediğimizi orada “ilerici” vb. ilan etmek en azından ayıptır…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında