Medeni Kanun’un Tarihi ve Günümüzde Artan Önemi

Medeni Kanun’un Tarihi ve Günümüzde Artan Önemi

Türkiye, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’ne 1986 yılında taraf olmuşsa da Türkiye’deki kadınların bugünkü yasalarda eşit sayılması çok daha sonraları büyük mücadeleler neticesinde gerçekleşmiştir. Özellikle 1987’deki Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşü ile başlayan kitlesel kadın hareketi hem toplumsal dönüşümü hem hukukî değişiklikleri önemli ölçüde etkilemiştir. Bu noktada özellikle 01/01/2002 tarihinde yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun’un medeni hakların kullanımında kadın-erkek eşitliğine vurgu yapan değişikliklerine dikkat çekmekte fayda var.

1926 yılında kabul edilen, yıllar içerisinde uluslararası sözleşmeler ve Anayasa bağlamında yenilenen ancak eşitlik taleplerini karşılayamayan Medeni Kanun yerine kadınların örgütlü mücadelesi neticesinde kabul edilen 4721 sayılı yeni Medeni Kanun eskisine göre önemli değişiklikler içeriyor. Eski yasada “evin reisinin erkek olduğu, evliliği erkeğin temsil edeceği, aile konutu olarak kullanılacak evi erkeğin seçeceği, çocuğun velayeti konusunda erkeğin fikrinin göz önüne alınacağı, erkek çocuklarının miras konusunda kız çocuklara göre öncelikli olacağı, evin geçimini erkeğin sağlayacağı, erkeğin kadının vasisi konumda olacağı, asgari evlenme yaşının kadın ve erkekler için farklı olacağı” konularındaki hükümler yeni yasada kadın-erkek eşitliğine uygun olarak ele alınmıştır. 1990 yılında “kadının meslek seçiminde kocasından izin alacağına” ilişkin maddenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptaliyle yerine getirilen “iş ve meslek seçiminde evlilik birliğinin huzurunun gözetileceği” hükmü ve 1997’de kabul edilen “kadına kocasının soyadından önce kendi soyadını kullanabilme imkânı” tanıyan hüküm de yeni kanunda korunmuştur. Ancak aile hukuku çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik bu değişikliklerden ziyade kadınların evlilik içinde ve evlilikten sonra ekonomik haklarını düzenleyen hükümler bütün toplumu etkileyecek nitelikteydi. Zira geleneksel roller ve aile yapısı sebebiyle kadınlar evlilik birliği içerisindeki çalışamıyor, ev içi emeği görünmüyor yahut çalışsa bile erkekle aynı haklara ve statüye sahip olamıyordu. Yeni Medeni Kanun hem kadının çalışma özgürlüğünü güvence altına aldı hem de boşanma ve mal rejimi düzenlemeleriyle kadının evlilik sonrası maddi haklarını erkekle eşit konuma getirdi. Bu çerçevede “aile konutuna ilişkin işlemlerin eşten izin almadan yapılamayacağı” ve “eşlerden her birinin yaşadıkları ev için tapuda aile konutu olarak şerh konulmasını isteyebileceği” hükümleri erkeğin ev ile ilgili tasarruflar yapmasıyla kadının mağduriyetinin önüne geçmek için getirilmişti. Yine çalışmayan, çalışamayan ya da kazandığı para koca tarafından alınan kadınların boşanma neticesinde “edinilmiş mallara katılma rejimi” olarak adlandırılan mal paylaşımıyla erkekle eşit pay alacağı hükme bağlanmış oldu. Bu değişiklikle birlikte yıllardır süregelen boşanan kadının maddi olarak hiçbir payının olmaması ve bu çekinceyle boşanmaktan imtina etmesi durumları büyük ölçüde değişti. Kadınlar da boşanma hakkını maddi çekinceler olmadan kullanmaya başladı. Özellikle bu durum 2000’ler sonrası evliliklerin ve boşanmaların niteliğini önemli ölçüde değiştirdi. Nafaka davalarının davalının ikametgahı yerine alacaklının yerleşim yerinde açılacak olması boşanma sonrasında erkekle bir araya gelmek istemeyen kadını gözeten bir hüküm olmakla birlikte nafaka alacaklısına kolaylık sağlamaktadır. Bu köklü değişiklikler evlilikte ev işleri, çocuk bakımı gibi ev içi emek olarak değerlendirilebilecek konularda bütün sorumluluğu üstlenen kadının edinilmiş mallara katılma rejimiyle ve yoksulluğa düşmesi sebebiyle lehine hükmedilecek yoksulluk nafakasıyla, ekonomik olarak mağdur olmaması amaçlanarak yapılmıştır.

Kadınların lehine önemli düzenlemeler içeren yeni Medeni Kanun elbette ihtiyaçların tümüne pratik hayatta cevap veremiyor. Çocuk yaşta zorla evlendirme, birden fazla kadınla dini nikahla birliktelik, bu evliliklerden doğan çocuk sayıları göz önüne alındığında Türkiye’de medeni kanunun hâlâ ulaşamadığı noktalar olduğu açıkça görülüyor. Göçmen, kimliksiz, yabancı uyruklu vb. kadınların medenî hakları kendi yasalarına bırakılıyor; milletlerarası hukuk konusundaki davalarda mahkemelerin belirsiz ve çelişkili kararları bu kadınların mağduriyetini katlıyor. Bununla birlikte mevcut yasalar da uygulama noktasında, bir türlü aşılamayan toplumsal cinsiyet eşitsizliği filtresine takılıyor.

Mücadele eksenleri değişmese, iyileştirmek için çaba sarf edeceğimiz metinler bugün mücadelenin ana hattını belirliyor. Ancak bu bir umutsuzluk sebebi değil, nereden başlandığını bilmenin önemidir. Mücadeleye yeni başlayanlar açısından “devletin ya da iktidarın” yasasını savunmak kafa karıştırıcı olabilir. Ama bir kanun nasıl yapılır/yapıldı bilmek, toplumlar tarihi açısından önem arz eder.

Siyasî figürler kadınların çok büyük ve zorlu mücadeleler neticesinde elde ettiği yasaları, sözleşmeleri ve hakları tartışmaya açarak eşitsizliği büyütüyor. Kadınlar sadece haklarından bahsettikleri için hedef gösteriliyor, kriminalize ediliyor, marjinal ilan ediliyor. Elbette kadınlar seçme ve seçilme hakkından Medeni Kanun’a, İstanbul Sözleşmesi’nden 6284 sayılı Kanun’a bütün haklarını nasıl mücadeleler ile kazandılarsa bundan sonra da ülkedeki bütün kadınlar için daha adil, eşit, kapsayıcı yasalar için birlikte mücadele edeceklerdir.

Türk Medeni Kanunu kadınların eseridir ve bugün savunulması gerekmektedir. Daha iyi bir kanun da yine kadınların eseri olacaktır. Bir sonraki dönemde!

Av. Arzu Aydoğan & Stj. Av. Handenur Dayıca

Yazar Hakkında