ARAÇLAR, AMAÇLAR, GÜNDEMLER…

ARAÇLAR,  AMAÇLAR, GÜNDEMLER…

Yurtta ve cihanda dehşet saçan Saray iktidarı, dış politikada diplomasinin, diyalog ve müzakerenin önemini kavrayarak birden bire “barışçı” bir yola girdi! (Tabii Azerbeycan –Ermenistan meselesi hariç!)  Rejim yandaşı medya her ne kadar “oyunun” dışında bırakılmak istenen Türkiye’nin, askeri gücünü de kullanarak hasımlarını masaya oturmak zorunda bıraktığını söylese de işin böyle olmadığı ortada. Uluslararası planda, gücünün sınırlarına geldiğini bir kez daha gören rejimin geri adım atmak zorunda kaldığı cümlenin malumu.

İç politikayla dış politikanın bu derece iç içe geçtiği bir dönemde, dışarıdaki bu “barışçıl” tutumun, içeride de bir yansıması olabilir mi?  Ne kadar “safça” görünse de insanın aklına böyle bir soru geliyor; hani en azından “teorik” olarak! Ancak öyle uzun uzadıya düşünmek zorunda kalmadan en “dobra” biçimiyle cevabımızı alıyoruz; 2014 yılındaki Kobane olayları ile ilgili oldukları öne sürülen çoğunluğu HDP’li 82 kişi gözaltında…

Gündem Değiştirme Mi? Bir Aracın Özgül ve Belirleyici Anlamı

Bu son operasyon neyi amaçlıyor?  İlgili herkes bu soruyu soruyor. Ancak kimse “hukuki” bir neden aramıyor, hemen herkes bu operasyonun tamamen “politik” amaçlarla yapıldığını kabul ediyor. Nedir bu politik amaç? Gerçekten bir gündem saptırma mı söz konusu? Ardında gizlenen nedir? Gerçekte ne yapmak isterlerken böyle işleri yapıyorlar? Burjuva muhalefete sorarsanız, amaç bildik ekonomik ve politik başarısızlıkların, yönetim zaaflarının üzerinin örtülmesi, hedef şaşırtarak bunların tartışılmasının engellenmesi; çünkü artık bu iktidarın sonu geldi, ilk seçimde yolcu…!

Bu tür operasyonlar elbette birer araçtır ve her zaman daha kapsamlı bir siyasi amacı gerçekleştirmek için yapılırlar. Ancak birer “araç” olmaları onların önemini, özgül ve bazı hallerde belirleyici anlamlarını ortadan kaldırmaz.  Örneğin  (yaygın bir inanç olarak) “gündem saptırma” amacıyla kullanılan bazı araçlar,  niteliklerine göre doğrudan doğruya birer gündem haline gelebilir, işin gidişatını, hatta niteliğini değiştirip sonucu belirlerler (Mesela mali veya ahlaki bir suçu örtmek için işlenen cinayetler!) Bu “gündem değiştirme” işinde,  yalana dolana, entrikaya dayansa da daha “normal” parlamenter, siyasi, ekonomik ve medyatik araçların kullanılmasıyla,  doğrudan polis operasyonlarına, hatta bazı dönemlerde siyasi cinayetlere başvurulması arasında ciddi bir fark vardır. Ha keza 2015’te 7 Haziran başarısızlığından sonra 1 Kasım seçimlerini kazanmak için uygulanan kanlı taktiklerin, yeni bir rejim inşasında birer araç olarak belirleyici gücünün seçimin sayısal sonuçlarından daha az olduğu söylenebilir mi? Yine bugün, yapılanların bir amacı da “muhalefet bloğunu bölmek ve bir bölümünü kazanmak” olsa bile bunun birtakım ayak oyunları veya siyasi manevralarla değil de bir diktatörlüğe has polisiye ve hatta askeri yöntemlerle gerçekleştirilmeye çalışılması, asıl amacın yanında ikincil öneme sahip bir “teferruat” mıdır?

Bu bağlamda asıl sorulması gereken soru, bu tür araçları kullanan bir iktidarın gerçek ve nihai amacının yukarıda sayılanlar kadar sınırlı ve “masum” olup olamayacağıdır. Son yaşananlar, diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında, sorunun normal veya erken bir seçim yolunda “gündem değiştirme” ve/veya “muhalefeti parçalama”nın ötesinde rejimin zorunlu ihtiyaçları, iç dönüşümü ve giderek şiddetlenen çelişkileriyle ilgili olduğu görülür.  

Seçimler Her Zaman Demokratik Olmak Zorunda Mıdır?

Yaşananların elbette “seçimlerle” bir bağlantısı vardır. Çünkü çok partili seçim, bugün dünyada bir dalga gibi yayılmakta olan “yeni- bonapartist” rejimler için “zahiri” de olsa başlıca meşruiyet kaynağıdır (milli irade!). Ancak böyle olması, seçimlerin az çok demokratik nitelikte olmasının garantisi değildir. Tam tersine böyle bir “meşruiyet” arayışı seçimlerin hangi yöntemle olursa olsun mutlaka kazanılmasını da gerekli kılar. Bu gereklilik, iktidarın kazanma imkânları azaldıkça, memleketi önce hileli ardından da “sopalı” seçimler noktasına getirir. Ülkenin normal “demokratik” araçlarla yönetilemez hale gelmesi ölçüsünde devreye başka araçlar girer, muhalefete karşı zor yöntemleri ön plana çıkmaya başlar. Bu noktada eğer hâlâ yapılıyorsa seçimler, sonuçları baştan belli birer formaliteye dönüşür. Bu aynı zamanda rejimin iç dönüşümü, yani başka türden bir diktatörlüğe dönüşmesi, devreye daha farklı yönetim araçlarının girmesi anlamına gelir. Seçimlerin hiç yapılmadığı durumlar dışında, iktidarların seçim kazanmak için başvurdukları yöntemlerin niteliği o rejimin de niteliğini belirler. Kısacası sorun bir baskı rejiminden kurtulmak olduğunda, iktidarların başarısız politikaları, kriz içindeki bir ekonomi, ülkenin kötü yönetimi ve bunların sonucu olarak bir seçim başarısızlığı, demokrasi beklentisi açısından herhangi bir garanti oluşturmaz.

Muhalefet ne anlatırsa anlatsın, bugün Türkiye’yi yönetenlerin, seçimleri gerçekten kaybetmeleri halinde bile çeşitli yasa ihlallerine başvurmalarını engelleyebilecek ve iktidarı bırakmalarını sağlayabilecek hiçbir siyasi, hukuki, anayasal ve kurumsal güç yoktur. Zaten yeni rejim böyle bir şeydir. Bu nedenle sorunun çözümü bu yeni gerçeklerin ışığında aranmalıdır. Bu kural, giderek artan baskıya karşı verilmesi gereken kitlesel mücadelenin araçları konusunda da geçerlidir.

Rejimin Niteliği, Araçların Bütünlüğü ve “Gizli Ajanda” Meselesi

Bir rejimin niteliğini, gidişatını ve ona karşı mücadelenin esaslarını sınıfsal karakterinin yanı sıra varlığını sürdürebilmek için kullandığı siyasi, idari, toplumsal vs. araç ve yöntemlerin niteliği ve bütünlüğü belirler. Bu bütünlük açısından bakıldığında son yaşananların Kürt siyasi hareketiyle sınırlı, arızi, sadece bir şeyleri örtmeye matuf eylemler olmadığı anlaşılır. Ayan beyan ortada olan silahlı selefi veya çeşitli meşreplerden dinci örgütlenmeler, iktidar tarafından örgütlenip silahlandırılan paramiliter gruplar, “sokaktaki silahlı adamlar”,  Suriye’den toplanıp her türlü silahlı işe koşulan İslamcı milisler, Bekçi teşkilatları,  “merkeze bağlı” Takviye Hazır Kuvvet Müdürlükleri, yeni kurulan ve başlıca görevinin memleket dahilindeki “beşinci kol” faaliyetleriyle mücadele olduğu en yetkili ağızdan açıklanan Stratejik İletişim ve Kriz Dairesi Başkanlığı vb. araçların yanı sıra nüfusun bir bölümünün “millet dışı” ilan  edilip “giderek “düşman savaş hukukunun” hedefi haline getirildiği, tamamen iktidarın emrindeki bir hukuk düzeninin oluşturduğu bütünlük, rejimin hedefini, niteliğini ve gidişatını açıkça ortaya koymaktadır. Bunları birer “seçim oyunu” veya “örtü” olarak görmek akıllara ziyan bir tutumdur. Bu “araçların” nitelik ve amaçlarının ve de topluca oluşturdukları gerçekliğin kavranması, her birinin tek tek ve hepsinin bir bütün olarak yakıcı gündemler oluşturması için yeterlidir. Uzun süredir tekrar ettiğimiz üzere, iktidarın “gizli ajandası yerine” açıkça yaptıklarıyla uğraşmak çok daha doğru bir davranış olacaktır. Bu rejimin en iyi tarafı gerçekte hiçbir gizlisinin saklısının olmamasıdır! Ağızlarından çıkan her sözü ve yaptıkları her işi en çıplak anlamlarıyla anlamakta fayda vardır.

Sözün özü, ufukta bir “yumuşama” ihtimali yoktur, araçlarla amaçlar arasında doğrudan bir bağlantı vardır ve asıl gündem budur…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında