GÜNEY KAFKASYA’DA HERKES İÇİN KULLANIŞLI SAVAŞ

GÜNEY KAFKASYA’DA HERKES İÇİN KULLANIŞLI SAVAŞ

Kafkasya’nın güneyinde (Transkafkasya) 1988’den bu yana süren savaş, 27 Eylül’de yeniden alevlendi. 27 Eylül sabahı her iki ülkenin de birbirini ani bir saldırıyla suçlamasının ardından Dağlık Karabağ-Artsakh topraklarında çatışmalar başladı.

1988’de başlayan Dağlık Karabağ Savaşı, 1994’e dek yoğun biçimde sürmüş, 1994’te imzalanan ateşkes anlaşmasıyla beraber yerini yıllar içerisinde periyodik olarak tekrarlanan düşük yoğunluklu askeri çatışmalara bırakmıştı. Özellikle 2008’den itibaren ateşkes hattında iki yılda bir çatışmalar yaşanır, tarafların birbirini suçlamaları ve açıklanan kayıplardan sonra yeniden sessizlik hâkim olurdu.

2020 Temmuz’unda da benzer bir süreç yaşandı ve bu çatışmalarda Azerbaycan ordusundan birçok yüksek rütbeli subayın ölümüyle sonuçlandı. Bugünlerde yaşananlarsa bu olayın tetiklediği bir önceki çatışmalarla kıyaslanmayacak ölçüde yoğun bir savaş durumuna neden oldu.

Şu ana dek çatışmalarda her iki ülke de karşı tarafa yüksek kayıplar verdirdiğini açıklasa da gerçek rakamlar belirsiz ve açıklananlardan çok daha düşük olduğu tahmin ediliyor. Çatışmalarda 19 Azeri ve 13 Ermeni sivil yaşamını yitirdi, 55 Azeri ve 60’tan fazla Ermeni sivil yaralandı. Her iki ülkede de sıkıyönetim ve seferberlik ilan edildi.

Bütün bu yaşananları anlamak için 100 yıl öncesine bakmak gerekiyor.

Karabağ’ın Geçmişi

Dağlık Karabağ ya da Ermeni Halkının ona verdiği isimle Artsakh İlkçağ’dan bu yana batıda Anadolu topraklarının doğusundan başlayan “Büyük Ermenistan”ın doğu sınırında yer alıyor. Türkiye-Ermenistan sınırında yer alan Aras Nehri, Ermeni coğrafyasını doğu ve batı olmak üzere ikiye bölüyordu. Bu coğrafyada Ermeni halkı diğer birçok halkla beraber çağlar boyu yaşamını sürdürmüş ve geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. 1850’lerden itibaren başlayan uluslaşma süreci önce Ermeni halkının Osmanlı idaresine karşı bağımsızlık isyanlarına neden oldu. Başarısız olan bu isyanların ardından Rusların Kafkaslar’dan güneye inmeleriyle birlikte Ermenistan toprakları batıda Osmanlı Saltanatı idaresi, Doğuda Rus Çarlığı idaresi olarak bölünmesine yol açmıştı.

Ermeni tarihinin dönüm noktası 1915 Ermeni Soykırımı’dır. Soykırım Anadolu topraklarındaki Ermeni varlığını bütünüyle silerek Batı Ermenistan’ın halkıyla beraber tamamen tarihten silinmesine yol açtı.

1917 Ekim Devrimi’nin ardından parçalanan Rus devlet mekanizması Kafkaslar’da da Bolşevik iktidarları gündeme getirmiş fakat 1918’de Bakü’de ortaya çıkan yerel Bolşevik iktidar, “Bakü Komünü” onun Ermeni, Azeri, Gürcü, Yunan ve Yahudi liderleriyle beraber henüz yolun başında boğulmuştu. Sonrasındaysa 1918’de kuzeyde kurulan Gürcistan’la birlikte Doğu Ermenistan topraklarında Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde “Ermenistan”, Hazar kıyılarında “Azeri” nüfusunun yoğun olduğu bölgelerdeyse “Azerbaycan” devletleri Menşeviklerce İngiliz Emperyalizmi’nin desteğiyle kuruldu. Karabağ ise bu tarihten itibaren her iki devlet arasında belirsizlik ve tartışmalı bir bölge olmaya başladı. Karabağ bir yanda Arkaik Ermeni tarihinden itibaren çoğunluk halinde otokton Ermeni nüfusuna sahipken diğer yandan bin yıldan beri de bölgeye yerleşmiş kayda değer bir Azeri nüfusuna ev sahipliği yapıyordu.

Aslında bu durum Güney Kafkasya’nın geneline yayılmıştı. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ın her birinde belirli bölgelerde yoğunlaşan fakat birbirinden kopuk, diğer devletlere mensup olmaya aday topluluklar yaşıyordu. Sınırların nasıl ve nereden çizileceği tartışması çözümlenemeden 1920’de bu tartışmalar son buldu: Kızıl Ordu sırasıyla üç ülkeye de askeri harekat düzenledi. 1922’de Lenin’in önerisiyle bölgede Transkafkasya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti ve onun çatısı altında özerk yönetimler kuruldu. Sovyetler Birliği bölgede halkalar arası gerilimi dindirmeye çalışırken birçok bölgede nüfus dengesinde ve özerk yönetimlerin bağlı oldukları idari yapılanmalarda değişikliğe neden oldu. Bu dönemde Azeri nüfusun çoğunlukta olduğu Nahçıvan, Transkafkasya Ermenistan’ı idari merkezine bağlanırken, Dağlık Karabağ-Artsakh özerk yönetimi de Azerbaycan idari merkezine bağlandı. 1936’daysa Transkafkasya Federatif Cumhuriyeti dağıtılarak yerine kendi özerk yönetimlerine sahip Kafkas devletleri kuruldu.

Sovyetler Birliği dönemi boyunca Karabağ Özerk Yönetimi’nde yaşayan Ermeni halkı Azerbaycan idaresine bağlı olmaktan endişe duydu. 1926’dan başlayan bölgedeki nüfus sayımlarında 1970’lere dek %90 Ermeni, %10 Azeri olarak seyreden nüfus oranı, 1979-1989 arası dönemde %80 Ermeni, %20 Azeri nüfus oranına ulaştı.

70’lerden itibaren aksamaya başlayan Sovyet ekonomisi ve idaresi, 1980’lerin ortalarından itibaren bölgede neden olduğu aksamalar sonucu gittikçe yükselen sosyal gerginliklere cevap veremez oldu. 1988’de Karabağ Özerk Yönetimi’nin Ermenistan’a bağlanması için yapılan referanduma cevaben Azerbaycan’ın birçok yerinde ve Azeri nüfusun bulunduğu bölgelerde birbiri ardına birçok kitlesel çatışma ve Ermenileri hedef alan pogromlar yaşandı. Sovyetler Birliği merkezi yönetiminin giderek zayıflamasıyla beraber Sovyetler’in bölgesel güç merkezi olan Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti idaresi Ermenistan’ı abluka altına aldı ve 1991’de Dağlık Karabağ’ın özerkliğini kaldırdı.

Siyasal belirsizlik her iki tarafın da silahlı bir çatışmaya hazırlanmasına yol açtı. Azerbaycan sahip olduğu doğal kaynaklarla Türkiye başta olmak üzere yeni ittifak arayışlarına girdi. Türk ordusu ve istihbaratı, ülkücü paramiliter çetelerle Azeri milisleri eğitmeye başladı. Ermenistan ise Ermeni Diasporası vasıtasıyla Lübnan’daki Lübnan İç Savaşı deneyimine sahip Lübnan’lı Ermeni militanların geçişini sağlayarak silahlanmaya ve milis güçlerini eğitmeye başladı.

1991’de Sovyetler’in dağılma süreci bölgede hem bir güç boşluğu yarattı hem de ani bir şekilde milis güçlerin ağır silahlara çok sayıda ulaşmasına neden oldu. Böylece 1992’de savaş başladı. Bu süreçte bütün Sovyet devletlerinin bağımsızlığını ilan ettiği dönemde Dağlık Karabağ-Artsakh Cumhuriyeti de bağımsızlığını ilan etti. (10 Aralık 1991)

1994’e dek olan süreçte her iki taraf da sivil halka yönelik birçok katliam ve saldırı düzenledi. Savaş boyunca on binlerce ölümün yanında kitlesel göçler yaşandı. 1994’te ateşkes imzalandığında Ermenistan Ordusu, Dağlık Karabağ topraklarının büyük çoğunluğunu ve çevresinde bulunan topraklar da dahil olmak üzere Azerbaycan’ın iddia ettiği Azerbaycan coğrafyasının %20’sini kontrol ediyordu. Bu noktadan itibaren hem Avrupa-ABD hem de Rusya’nın ağırlık koymasıyla çatışmalar büyük ölçüde durdu, çözüme aracı olacağı söylenen diplomatik kurumlar (Minsk Grubu) kuruldu ama savaş her iki ülke üzerinde de belirleyici oldu.

Savaşta göç etmek zorunda kalmış yüzbinler, halen çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürüyorlar. Savaşta yakınlarını kaybedenler savaş suçları hakkında her iki tarafta da etkin bir soruşturma yapılmadığını belirtirken savaş ve geçmiş acılar her iki ülkede de rejimler için kullanışlı bir araç haline geldi.

Güney Kafkasya’da Politik Saflaşma

Dağlık Karabağ-Artsakh ,1991’den bu yana de facto bir bağımsız devlet olmasına rağmen hiçbir uluslararası tanınırlığı bulunmuyor. Bu noktada Artsakh ile Ermenistan arasındaki ilişki bir ölçüde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs örneğine benziyor. De facto olarak bağımsız fakat ekonomik, askeri ve sosyal olarak büyük devlete bağımlı, diplomatik bağlardan yoksun bir devlet biçimi. Artsakh halkı bir yandan sürekli savaş tehdidi altında yaşamını sürdürürken diğer yanda ekonomik tecritin sebep oluğu krizle hayatta kalmaya çalışıyor. Ermenistan’ın geri kalanına göre çok daha yoksul ve geri kalmış bir bölge bugün Artsakh.

Azerbaycan, savaşta aldığı yenilgiyle birlikte politik bir kargaşanın ardından SSCB Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcılığı ve Azerbaycan SSC en güçlü adamı olan KGB kökenli Haydar Aliyev iktidara geldi. Aliyev iktidarı hızla diktatörlük halini alarak SSCB sonrası bölgede görülen polis devletlerinden birine dönüştü. Haydar Aliyev bir yandan Rusya’yla yakın ilişkilerini korurken diğer yanda sahip olduğu enerji kaynakları üzerinden batıyla diyalog kurmaya başladı. Bu dönemde Haydar Aliyev, Azerbaycan’ı Türkiye’yle işbirliği haline girerek Ermenistan’ı bölgede abluka altına alacak ve tecrit edecek politikalar geliştirdi. 2003’te ölümün ardından iktidarı devralan oğlu İlham Aliyev iktidarı da bu politikaları sürdürdü.

Günümüzde Azerbaycan yozlaşmış bir devlet aygıtını milliyetçi siyasetleri ve etnik nefreti kışkırtarak gizlediği bir ülke. Ermenilere karşı inşa edilen sistematik ırkçılığın en somut örneklerinden biri 2004’teki Ramil Seferov olayıdır. 2004’te Ramil Seferov isimli Azeri subayı, Ermenistan Ordusu subaylarının da katıldığı Macaristan’daki bir Nato tatbikatında, bir Ermeni subayı uykusunda baltayla öldürdüğü için Macaristan’da ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 8 Yıl Macaristan’da cezaevinde kaldıktan sonra cezasını ülkesinde çekmeye devam etmesi talebiyle Azerbaycan’a iade edildiği gün İlham Aliyev tarafından cezası affedildi ve rütbesi albaylığa yükseltilerek ödüllendirildi

Ermenistan ise bölgede petrol zengini Azerbaycan ile Nato gücü Türkiye arasında kalmış olması nedeniyle Rusya’nın korumasına ve uygulanan ekonomik tecrit nedeniyle de Rusya’nın ekonomik desteğine muhtaç durumda. Ermenistan sıklıkla aksamalar yaşamasına rağmen kısıtlı bir demokrasi inşa edip bunu işletebiliyor yıllardır. Buna rağmen Ermenistan siyasetini belirleyen esas hat Rusya’yla iş birliğine eğilimli siyasal kanat ile Batıyla ilişkileri geliştirerek bununla Rusya’yı dengelemeyi hedefleyen siyasal kanat arasında. Bu noktada Rusya’yla sıcak ilişkilerin korunması Azerbaycan tehdidine karşı tek güvence olarak görülüyor. En son olarak demokratik kitle gösterileriyle iktidara gelen Nikol Paşinyan iktidarının batıyla kurmaya çalıştığı sıcak ilişkilerle Rusya’yı dengelemeye çabalaması Rusya’nın tepkisini çekti.

Rusya, arka bahçesi olarak gördüğü Güney Kafkasya’da Nato ve Batı yayılmasına karşı esas güç olmaya çabalıyor. Bu noktada Gürcistan’da yaşandığı gibi müdahaleci bir tavır alabilirken Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki gerilimdeyse çatışmalar savaşa dönüşmediği müddetçe sessiz kalarak anahtar politik güç olmaya devam ediyor. Rusya her iki devlete de silah satan, en büyük ticari ortağı olan ve iki ülkede de askeri tesisleri ile barış gücü olan bir devlet. Bu noktada savaşın da barışın da belirleyicisi olan Rusya.

Nitekim 27 Eylül 2020’den beri yaşanan bu. Azerbaycan uluslararası siyasetin belirsizlik içinde kaldığı bir dönemde (Avrupa’da koronavirüs kaynaklı ekonomik-sosyal kriz ve ABD’de seçimler) bu belirsizliği fırsata çevirmek istemiş, diğer yanda ülkede biriken toplumsal kriz koşullarını yeni bir milliyetçi dalgayla dağıtmak istedi. Bu noktada Rusya daha öncesinde Belarus’ta Lukaşenko’ya yaptığı gibi bir ders vermeye karar verdi. Dağlık Karabağ’a yönelik Azeri saldırısına izin vererek Rusya’ya karşı denge arayan Paşinyan iktidarını zor durumda bırakmayı ve sonrasında cephe hattı çok da bozulmadan tekrardan ortalığı yatıştırmayı hedefledi.

Bu doğrultuda Azerbaycan ordusu bir yandan İsrail’den yüklü miktarda silah alışverişi yaparken diğer yandan Türkiye aracılığıyla Suriye’den 300’ün üzerinde Suriyeli milis getirdi. Türkiye’den materyal ve personel desteğini de arkasına alan Azerbaycan, 27 Eylül’de Ermenistan’ın saldırı düzenlediği iddiasının ardından harekete geçti. Ermenistan ordusuyla yaşanan çatışmalarda birkaç köyün Azerbaycan denetimine geçtiği söylense de büyük bir değişiklik yaşanmadı. Suriyeli kaynaklardan edinilen bilgiye göreyse savaşa katılan Suriyeli milisler ciddi kayıplar verdi. Karabağ sınır hattında yaşanan kilitlenmede bir değişiklik yaşanmamış oldu.

Türkiye, 1991’den bu yana Azerbaycan’la olan ilişkilerinde “büyük ağabey” rolünü oynamaya çalışıyor. Bu siyaset beraberinde bugün Azerbaycan ve Türkiye arasındaki askeri ve ekonomik işbirlikleri ile Gürcistan’ın da katılımıyla Ermenistan’ın bölgedeki enerji ve ticaret rotalarından tecrit edilmesini içeriyor. Diğer yanda özellikle Erdoğan rejimiyle beraber Türkiye bölgede yaşanan krizlerde kendine alan açmaya çabalayan, her türlü uluslararası krizi bir iç politika hamlesi olarak kullanan bir siyasal hat izlemeye başladı. Kışın Libya’da yaşanan askeri harekata rağmen Türkiye’nin saf dışı kalmasının ardından yaz aylarında Akdeniz’de yaşanan gerginliğin de Avrupa’nın blok halinde Yunanistan’a destek olmasıyla beraber durgunlaşması sonrası Erdoğan rejimi yeni bir hamaset kaynağı olarak Ermenistan ve Azerbaycan çatışmasına ağırlık verdi.

Erdoğan’ın damadı tarafından ve Libya’da da görülen İHA’lar bu defa Dağlık Karabağ’da Azerbaycan güçleri tarafından Ermenistan ordusuna karşı kullanıldı. Yine Türkiye bölge ülkelerinin yatıştırıcı açıklamalarının aksine Ermenistan’a karşı Azerbaycan’a tam desteğini beyan etti. Böylece iç siyasette de karşı karşıya olduğu sorunları öteleyerek muhalif partileri de bu tavrının yanında topladı.

Olasılıklar ve Sonuçlar

Mevcut durumda Körfez Ülkeleri’ne benzer biçimde yaptığı yüklü silah alımlarına, uygun uluslararası durumu ve Türkiye desteğine rağmen Azerbaycan askeri harekatı başarısız olmuş görünüyor. Minsk Grubu ve BM’den yapılan silahların susması çağrısı zamanla her iki tarafta da yanıt bulacak. Status quo’nun sürdürülmesiyle bir süre yeniden sessizlik yaşanabilir fakat Türkiye’nin önceki yılların aksine açık bir destek sunmuş olması, bölgeye getirilen Suriyeli milisler ve uluslararası durumun henüz toparlanmayacak olması yeni çatışmaları da beraberinde getirebilir.

Azerbaycan sahip olduğu doğal kaynaklarla, ticaret rotalarıyla ve ittifaklarla Ermenistan’ı kuşatma ve tecrit altında tutmaya devam ediyor. Buna rağmen Dağlık Karabağ-Artsakh ve çevresini ele geçirememesi Aliyev iktidarını kendi beslediği toplumsal öfkenin hedefi haline getiriyor.

Kafkaslar, Sovyetlerin dağılmasından bu yana Yugoslavya’da yaşananlara benzer bir süreç yaşadı. Katliamlar, kitlesel nüfus değişiklikleri ve göçler ile sürekli savaş tehdidi. Yeni kurulan devletler sağlık, barınma ve eğitim gibi en temel sorunları dahi çözemeyerek yaşam kalitesi ve süresinin ciddi ölçüde düşmesine sebep oldular. Azerbaycan petrol endüstrisi uluslararası sermayeyle kurduğu bağ sonucu ayakta kalsa da bölgede tarımsal ve sanayi üretimi çöktü, işçi sınıfı çevre ülkelere Avrupa’ya dağıldı.

Bütün bu süreçlerde devrimci siyasetler bölgede varlık gösteremedi, Azerbaycan ve Gürcistan’da Anti-Komünist yasalar ciddi ölçüde kısıt getirirken, Ermenistan’da da Sovyetler’den sonra bir süre gücünü koruyan bürokratik Komünist Parti zamanla söndü.

Bölgede halklar arası düşmanlığı sonlandıracak bir barış siyasetini tartışmak için üzerine konuşulması gereken birçok başlık olmakla birlikte birkaç madde yola çıkmak için ve bir geçiş programı temel hattı olarak savunulabilir.

Bunlar;

1-Dağlık Karabağ Savaşı sürecindeki tüm savaş suçları araştırılsın ve sorumlular yargılansın.

2-1994’ten bu yana süren periyodik çatışmalara dair gerçek kayıp rakamları açıklansın ve bu çatışmaların yaşanmasına dair tarafsız bir kurulca rapor oluşturulsun.

3-Başta Dağlık Karabağ olmak üzere bölgede “kendi kaderini tayin hakkı” tanınsın.

4-Savaş öncesinde ve savaş sırasında pogromlar sonucu zarar görenlerin zararları karşılansın, göç etmek zorunda kalanlar için geri dönme hakkı ve tazminat sunulsun.

5-Taraflar ülkelerinde sistematik ırkçı söylemleri sonlandırsın, etnik azınlıklar için başta can güvenliği olmak üzere dini, siyasi ve ekonomik özgürlükler sağlansın.

Ali Egeli

Yazar Hakkında