“YEREL BİR OLAY” OLARAK TEK ÜLKEDE SOSYALİZM VE “ESKİ REZİLANE İŞLERİN TEKRARI”-1

“YEREL BİR OLAY” OLARAK TEK ÜLKEDE SOSYALİZM VE “ESKİ REZİLANE İŞLERİN TEKRARI”-1

ANAYASAL BİR GÖREV OLARAK DÜNYA DEVRİMİ!

Dünya işçi sınıfının en büyük zaferi Ekim Devrimi’nin üzerinden 103 yıl, onun eseri olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) kendi egemen bürokrasisi eliyle yıkılışının üzerinden de 29 yıl geçti. Kuruluşla yıkılış arasında geçen sürede pek çok şey yaşandı. Ekim Devrimi, insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Büyük Fransız Devrimi’nden sonra başka hiçbir devrim insanlık tarihini Ekim Devrimi kadar etkilemedi. Hem zaferi, hem de yenilgisi hem de etkisi bugün hâlâ devam etmekte olan büyük altüst oluşlara, umut ve hayal kırıklıklarına yol açtı. Bu nedenle bugün hâlâ sadece uluslararası proletaryanın, sınıf mücadelelerinin, devrimlerin ve sosyalizmin sorunlarını değil, yeryüzünde, insanlık açısından hayati öneme sahip pek çok sorunu da doğrudan veya dolaylı olarak bu büyük işçi devriminin başarı ve başarısızlıkları üzerinden tartışmaya devam ediyoruz.

Ekim Devrimi’ni ve yarattığı devrimci kuşağı, uzun bir yozlaşma döneminin ardından  SSCB’yi tasfiye eden Stalinist bürokrasinin yandaşlarının artık umurlarında olmasa da,  o devrimin teorik- pratik mirasına ve ruhuna sahip çıkmaya, onu sınıf mücadelesi içinde güncel kılmaya devam ediyoruz. Bu nedenle sadece Ekim Devrimi’nin nasıl yapıldığı değil, en az onun kadar önemli bir sorun olarak nasıl yok edildiği konusuyla da yakından ilgileniyoruz.

Bir devrimin anayasası ve “anayasal görev” olarak dünya devrimi…

Lenin’in Ocak 1918’de kaleme aldığı ve Halk Komiserleri Konseyi imzasıyla Kurucu Meclis’in onayına sunulan “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi adlı metinde, yeni rejimin temel hedefinin “Toplumun sosyalist örgütlenmesi ve sosyalizmin bütün ülkelerde zaferinin tesisi” olduğu ilan edilmekteydi. Bu satırları içeren bildirge Kurucu Meclis tarafından oy çokluğuyla reddedilmiş olsa da Ocak 1918’de 3. Bütün- Rusya Sovyet Kongresi tarafından kabul edildi ve Temmuz 1918’deki RSFSC’nin 5. Bütün-Rusya Sovyet Kongresi tarafından kabul edilen ilk anayasasının birinci bölümünü oluşturdu,

Yani “Sosyalizmin bütün ülkelerde zaferinin tesisi” maddesi “toplumun sosyalist örgütlenmesi” hedefiyle birlikte, devrimci Rusya’nın önüne bir “anayasal görev” olarak konulmuştu. Marksist düşüncenin temelleri ve dönemin ruhu, bu ifadelerin törensel veya hamasi bir yanının olmadığını gösterir. Bu, Lenin ve devrimci önderlik tarafından ortaya konan son derece somut ve birleşik bir görevdi. Çünkü devrimci önderliğe göre Rusya’da “toplumun sosyalist örgütlenmesinin” gerçek anlamda tamamlanması, yani gelişmiş üretici güçler ve yüksek bir teknik temel üzerinde “sınıfsız bir toplumun” inşası ancak “sosyalizmin bütün ülkelerde tesisi” ile mümkün olabilirdi. Hedef ne kadar büyük ve “iddialı” olsa da şaşırtıcı bir tarafı yoktu. Çünkü kendilerini Marksist ve Bolşevik olarak tanımlayan devrimciler için zaten başka türlüsü mülkün değildi.

Marx ve Engels’in dedikleri…

Marx ve Engels, üretici güçlerin gelişmesinin, insanların günlük ampirik hayatının yerel bir çerçeve içinde geçip gitmesi yerine, dünya tarihi planında yaşanmasını sağladığını belirttikten sonra, bu pratik temelin yokluğunda sadece yoksulluğun genelleşeceğini, bu durumun yarattığı ihtiyaçlar dolayısıyla en gerekli şeyler için mücadele edilmeye başlanacağını ve bu durumun eski rezilane işlerin yeniden tekrarlanmasından başka bir sonuç vermeyeceğini söylemişlerdi.

Ustalar ayrıca önemli bir başka vurgu daha yaparak, insan ırkının evrensel ekonomik ilişkiler içine girmesinin sadece bu gelişme sayesinde mümkün olacağını; böylece bütün milletlerde mülkiyetten (evrensel rekabet) yoksun bir kitlenin aynı anda ortaya çıkmasına yol açacağını; bunun her milleti öteki milletlerin yapacağı devrimlere bağlı hale getireceğini ve nihayet belli bir bölgede yaşayan insanları dünya tarihini ampirik olarak yaşayan insanlar haline sokacağını belirtmişlerdi. Onlara göre bu olmazsa komünizm sadece yerel bir olay olarak var olabilecekti. İnsan ilişkileri (ekonomik ilişkiler) evrensel güçler olarak gelişip ortaya çıkamayacak ve bundan dolayı da katlanılmaz gerçekler olarak belirmeyecek; yerel batıl inançlardan doğan “koşullar” olarak kalacaktı. Böylece herhangi bir ticari ilişki genişlemesi yerel komünizmi ortadan kaldıracaktı. Bu nedenlerden dolayı onlara göre komünizm ancak, egemen milletlerin “ani” ve eş zamanlı bir hareketinin sonucu olarak mümkündü; bu ise üretim güçlerinin evrensel gelişmesine ve bu gelişmeye sıkı sıkıya bağlı dünya çapında ekonomik ilişkilerin ortaya çıkmış olmasına bağlıydı… (Bak: “Alman İdeolojisi”)

Marx ve Engels’in dediği buydu. Elbette onların gerçek takipçilerinin de farklı bir düşüncesi yoktu. Bu nedenle bazı istisnalar dışında bütün Marksist hareket bu temel teorik ve pratik anlayış ekseninde şekillenmiş, “dünya devrimi” anlayışı, “enternasyonalizm” ilkesi bu temelde oluşmuş ve her 4 Enternasyonal de bu düşüncenin belirlediği dünya çapındaki devrimci görevleri gerçekleştirmek amacıyla kurulmuştur.

Dünyanın ilk muzaffer proletarya devrimini gerçekleştiren Bolşeviklerin de bu konuda en ufak bir tereddütleri yoktu. Zaten Sovyet Anayasası’nın en tepesine “Toplumun sosyalist örgütlenmesi ve sosyalizmin bütün ülkelerde zaferinin tesisi” biçimindeki birleşik hedefin konulması da bunu göstermekteydi.

Lenin’in dediği…

Yukarıdaki örnekte de belirttiğimiz üzere Lenin’in devrimci anlayışı da bu yöndeydi. İşçi sınıfının iktidarı aldığı bir “sosyalist devrimle”  ve “sosyalizmin inşa süreciyle” “tamamlanmış bir sosyalizm” arasındaki farkı çok iyi bilen Lenin, devrim sürecinin her döneminde bir “dünya devrimi” perspektifiyle hareket etti. Ona göre Rus Devrimi (demokratik devrim hedefi de dahil) dünya devriminin bir parçasıydı. O, Rusya’daki devrimi bir Avrupa Devrimi’nin başlangıcı, bir ilk adımı olarak gördüğünü sıklıkla belirtti. Lenin ayrıca, bir devletler sistemi içinde emperyalist devletlerle Sovyet Cumhuriyeti’nin “herhangi bir zaman dilimi için” yan yana var olmasının tasavvur edilemeyeceğini, böyle bir durumda barış içinde yaşayamayacaklarını; sonunda ya birinin ya da ötekinin muzaffer olacağını belirterek, “Ya dünya kapitalizminin ya da Sovyet Cumhuriyeti’nin ölümü üzerine bir ölüm ilanı okunacaktır” demişti.

Temmuz 1921’deki Komüntern 3. Kongresi’nde de Lenin, sosyalist cumhuriyetin kapitalist kuşatma altında varlığını, kısa bir zaman dilimi için, sürdürmesini olanaklı kılan bir dengenin yaratıldığını belirttikten sonra yine aynı kongrede şunları söylemişti:

“Bizim için açıktır ki, uluslararası dünya devriminin yardımı olmaksızın, proleter devriminin bir zaferi olanaksızdır. Devrim öncesinde bile, sonrasında olduğu gibi, devrimin diğer geri ülkelerde ve daha yüksek derecede gelişmiş ülkelerde ya acilen ya da çok yakında meydana geleceğini, aksi takdirde yok olacağımızı düşündük. Bu kanıya rağmen Sovyet sistemini her koşul altında korumak için elimizden geleni yaptık, çünkü biliyoruz ki, yalnızca kendimiz için değil, aynı zamanda uluslararası devrim için çalışıyoruz.”

O zamanki enternasyonalizm ve sosyalizm anlayışı böyle bir şeydi ve henüz kimsenin aklına, tarihin ilk muzaffer proletarya devriminin ve onun yarattığı işçi devletinin derin bir bürokratik yozlaşmaya uğrayabileceği ihtimali ve bürokratik bir ucubenin “nihai zaferine ulaşmış” bir “sosyalizm” örneği olarak gösterilebileceği gelmiyordu…

“Tek ülkede sosyalizm”in icadı!

Sonra “bir gün”  Stalin ve Sovyet bürokrasisi  –hiç de tesadüfi olmayan bir biçimde- sosyalizmin, hem de “tamamlanmış” haliyle, geri Rusya’nın sınırları içinde kurulabileceğini keşfettiler ve bunu bir “teori” haline getirerek dünya işçi sınıfına ve tüm dünyadaki devrimcilere dayattılar. Oysa böyle “enteresan” bir teori, (bazı istisnalar dışında) ne ilk kuşak Marksistlerin, ne de Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Bolşevik önderlik ve onların çeşitli renklerden Marksist çağdaşlarının aklına gelmişti!

Ancak bu “teoriyi” Lenin’in ölümünden (Ocak 1924) kısa bir süre sonra (1924 Sonbaharı) ortaya atan Stalin, aynı yılın ilkbaharında “Leninizm’in Temelleri” adlı, daha sonra dolaşımdan kaldırılan (!) derlemesinde şunları yazmıştı:

“Ne var ki, tek bir ülkede, burjuva iktidarının devrilip proletarya iktidarının kurulması sosyalizmin tüm zaferinin kesin olarak sağlandığı anlamına gelmez. Sosyalizmin temel ödevinin, yani sosyalist üretimin organize edilmesinin gerçekleştirilmesi gereklidir. İleri ülkelerin, proletaryalarının birlikte gösterdikleri çaba olmaksızın bu ödev yerine getirilebilir mi; sosyalizmin tek bir ülkede nihai bir zafer kazanması sağlanabilir mi? Hayır sağlanamaz.  Tek bir ülkenin çabalarının burjuvaziyi yıkmaya yettiğini devrimimizin tarihi bize öğretti. Ancak sosyalizmin nihai zaferi için, sosyalist üretimin örgütlenmesi için tek bir ülkenin çabalarının yeterli olmadığı görülüyor-hele de bu ülke bizimki gibi bir köylü ülkesiyse; bunun için birçok ileri ülkenin birleşmiş çabalarına gerek vardır.”

Metin çok dikkatli incelendiğinde bazı ince “kaçış” yollarının arandığı anlaşılsa da Genel Sekreter hâlâ gerçek bir “Marksist-Leninist” olarak görünme çabası içindedir. Ancak birkaç ay sonra Stalin, “Leninizm’in Sorunları” adlı “eserinde” başka şeyler söylemeye başlar ve bunun ardından Rusya’nın kendi güçleriyle tamamlanmış bir sosyalizmi kurabileceği iddiası, Buharin gibi bir teorisyenin de katkılarıyla,  kısa sürede resmi ideoloji mertebesine ulaşır.

Marksizm açısından saçma sapan iddialar ortaya atan (mesela Marx’ın “eşitsiz gelişme”den haberdar olmadığı, gibi!) ve kısa süre önce ölmüş olan Lenin’i bir suç ortağı haline getirmeye çalışan Stalin’in gerçekte el yordamıyla sürdürdüğü bu “teorik çaba”,  ünlü bir Marksistten azar işitmesine de yol açar: “O günlerde yapılan parti toplantılarından birinde Stalin, teorik iddialarını açıklamaya giriştiği zaman, ünlü Marksist bilgin Ryazanov, onun sözlerini yarı alaycı, yarı kızgın bir tavırla keserek, ‘Yeter artık Koba, kendini gülünç hale sokma. Teori senin alanın değildir, bunu herkes biliyor!’” demişti. (I. Deutscher-Stalin)

İşin bu “trajikomik” tarafı bir yana, durum gerçekten ciddidir. Her şeyden önce o güne kadar, Rus Devrimi bağlamında ne Lenin’in, ne de başka bir marksistin bu geri köylü ülkesinin sınırları içinde ve onun kaynaklarına dayalı tamamlanmış bir sosyalizmin (yani sınıfsız bir toplumun) inşa edilebileceğine dair tek bir sözü, iddiası, hatta iması olmamıştır. Rusya’daki imkânları bağlamında, dünya çapında gerçekleşmiş bir sınıfsız toplumun kastedilmediği her durumda  “sosyalizm” kavramı, Lenin ve diğerleri tarafından  bir proletarya devrimi,  proletarya iktidarı ve kapitalizmden sosyalizme “geçiş toplumu” anlamında kullanılmıştır. Ayrıca bırakın “tek ülkede sosyalizmin” zaferini, Troçki dışında hiçbir Rus Marksisti,  Rusya’da burjuva demokratik bir aşama yaşanmadan işçi sınıfının iktidarı alabilmesinin ve bir sosyalist devrimin gerçekleşebilmesinin mümkün olabileceğini savunmamıştır. Zaten hem Troçki’nin “Sürekli Devrim” teorisi (1906), hem de Lenin’in “Nisan Tezleri” (1917)  bu “vülger” Marksizmin diyalektik bir bakış açısıyla aşılmasının birer ürünüdür ki, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesini mümkün kılmıştır. Stalinizmin gerici teorisinin dayanağı olarak kullandığı (Hani o Marx ve Engels’in bilmediği) “eşitsiz gelişme yasası”nın sağladığı imkânlar, SSCB’ye, daha doğrusu sonradan iktidarı ele geçiren bürokrasiye  her nasılsa tek ülkenin sınırları içinde tamamlanmış bir sosyalizmi kurma imkânı verirken, aynı imkân başka ülkelerdeki devrimler söz konusu olduğunda geçerli değildir. Diğer ülkelerin devrimci süreçleri, bu bürokrasinin uygun gördüğü, mekanik biçimde sıralanmış tarihsel aşamalara, gelişmişlik ve olgunluk düzeylerine uygun biçimde ilerlemek zorundadır!

Eğer bu bağlamda evrensel bir yasadan söz etmek gerekirse, bu bir sosyalist inşa sürecinde son derece ciddiye alınması gereken ve kendini “dünya ekonomisi” , “üretici güçlerin uluslararası karakteri” ve “dış koşullar” olarak dayatan  “eşitsiz ve bileşik gelişme” yasasıdır. Yasanın her iki öğesi de kapitalizmin bütün tarihi boyunca evrensel bir bütünlük içinde hükümlerini icra etmişlerdir. Aksini düşünmek diyalektiğin geçerliliğini inkârdan başka bir anlam taşımaz. “Eşitsiz gelişme” geri bir köylü ülkesi olan Rusya’da  proletaryaya  iktidarı gelişmiş Avrupa ülkelerinden önce ele geçirme imkânı sağlamış olsa da, “bileşik gelişme” bu devrimin geleceğini gelişmiş ülkelerin proletaryalarının devrimine bağlamaktaydı.

El yordamıyla ve “kaplumbağa hızında” sosyalizm..!

Gerçekte bilimsel bir düşünce faaliyetinin eseri olmayan ve “el yordamıyla” ilerleyen Stalinist teori, işe, Marksizm’in daha en baştan başlayarak (“Alman İdeolojisi”, Komünist Manifesto…) ısrarla vurguladığı “dış koşullar” ve “dünya ekonomisi” gerçeğini reddederek başladı. Marksizm dışı bu yeni “sosyalizm” fikri Troçki’ye göre şöyle bir anlayışın tutsağı idi: “Doğal zenginliklerin varlığı, Sovyetler Birliği’ne kendi coğrafi sınırları dahilinde sosyalizmi inşa etme imkânını sunar… Gerçekte bu yeni teori şu somutlukta bir düşünceler sistemini toplumsal bilince zorla kabul ettirmenin arayışı içindedir:  Devrim nihai olarak tamamlanmıştır; toplumsal çelişkiler giderek zayıflayacaktır; kulak (zengin köylü) sosyalizm tarafından yavaş yavaş asimile edilecektir; dış olaylardan bağımsız olarak, genelinde düzenli ve barışçıl bir evrim yaşanacaktır…” (Troçki, İhanete Uğrayan Devrim)

Rusya, kendi sınırları içindeki tamamlanmış sosyalizme, Buharin’in savunduğu üzere  “kaplumbağa hızında” ilerleyecekti. Bu yeni teoriyi temellendirme girişiminde bulunan Buharin kendinden emin bir edayla şöyle diyordu: ‘Ülkemizdeki sınıf  farklılıkları ve teknik geriliğimiz bizi yenilgiye sürüklemeyecektir; bizzat bu teknik sefalet temeli üzerinden sosyalizmi inşa edebiliriz; bu sosyalizmin büyümesi çok yavaş olacak, kaplumbağa hızıyla ilerleyeceğiz, ama yine de sosyalizmi kurmaktayız, ve hatta tamamlayacağız.” Buna karşı çıkan muhalefet, iktidar hizbine daha pek çok şeyin yanı sıra  “dış koşullar” ve “dünya ekonomisi” gerçeğini hatırlatmaktaydı. Muhalefet,  Nisan 1926’deki genişletilmiş bir merkez komitesi toplantısında  “kaplumbağa hızında sosyalizm“ teorisine karşı “dış koşulları” hatırlatan bir değişiklik önergesi sundu. Önergede,  “Kapitalizmle kuşatılmış durumdayken keyfi olarak kararlaştırdığımız bir hızda sosyalizme doğru ilerleyebileceğimizi sanmak köklü bir yanılgıdır. Sosyalizme doğru ilerleme  sanayimizle gelişmiş kapitalist sanayi arasındaki … mesafenin artması değil, giderek açık ve somut olarak kısalması halinde garanti altına alınabilir”  denilmekteydi.

Muhalefetin “tek ülkede sosyalizm” teorisine saldırdığını fark eden Stalin, ülke içi kuruluşun hızını uluslararası koşullara bağlayan bu önergeyi kesin olarak reddetti. Rusya’nın “sonsuz kaynakları” fikriyle büyülenmiş Stalin’in muhalefete cevabı şuydu:  “Her kim bu noktada uluslararası etkeni devreye sokmak ister, meselenin nasıl konulduğunu anlayamamıştır veya kavrayışsızlığı nedeniyle ya da bilinçli bir karışıklık yaratma arzusuyla tüm kavramları bulandırmaya çalışmaktadır.”

Gerçekte ise sorun, Stalin’in  “kendi teorisi” konusundaki  kafa karışıklığından kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle bir süre sonra yapılan 15. Parti Konferansı’nda (Kasım 1926) Stalin’in “uluslararası etken” konusunda fikir değiştirdiği görülür ve Parti Konferansı, “Gelişmiş kapitalist ülkelerin sınai düzeyini görece asgari bir sınırda ifadesini bulacak tarihsel bir mühlet zarfında yakalamanın ve daha sonra bu düzeyi aşmanın” zorunluluğunu kabul eder. Daha önce varlığı reddedilen ve öne sürenlerin  “kavrayışsızlık” ve “kavramları bulandırmakla” suçlandığı “uluslararası etken” bu defa, Troçki’nin deyişiyle,  kendisinden “batıl bir korku” duyan bürokrasiyi tutsağı haline getirir ve böylece sekiz ay gibi bir süre içinde Stalinist teorinin bu ilk ve en net versiyonu tasfiye edilmiş olur!

Kaplumbağa hızından yıldırım hızına..!

“Dış etkenin” kabul edilmesi “kaplumbağa hızıyla sosyalizm” stratejisinden vazgeçilmesine yol açtı. Bu bağlamda, başka ciddi sorunların, tehlikelerin de farkına varıldı! Daha önce “zenginleşin” (Buharin) sloganı ve hatta bir dönem toprakta özelleştirme niyetiyle (Stalin)  teşvik edilmek istenen, daha sonra başlattıkları ürün ambargolarıyla şehirleri açlık tehlikesiyle yüz yüze bırakan  zengin köylülüğün (kulakların) tasfiyesine karar verildi. (1930) İktidarın açıklamalarına göre tarım kesiminde durum feciydi! Oysa muhalefetin daha önce köylülük ve sanayileşme-tarım ilişkileri sorunuyla ilgili ısrarlı uyarıları bürokrasi tarafından “köylü düşmanlığı” suçlamasıyla reddedilmişti. Son derece hayati sorunlar karşısında “sürekli çark eden ve bunların teorisini iş işten geçtikten sonra üreterek, salt idari reflekslerle davranan”  bir hizbin ekonomik ve toplumsal konulardaki anlayışı, yani zamanında ve bir plan temelinde  yapılmayan müdahalelerin acı ve kanlı sonuçları ve yol açtığı ekonomik israf ve yıkımlar SSCB tarihinin en kritik yıllarını kapsadı. İktidar hizbi, muhalefetin kır-şehir dengesini sağlayabilecek güçlü bir plan ve hızlı sanayileşme önerilerini o güne kadar Rusya için birer lüks ve hayal olarak görmüştü. Muhalefeti “köylü düşmanlığı” ile suçlayan (Meşhur “Troçkizm  köylülüğün düşmanıdır!” efsanesi!) iktidar hizbi, korku ve panikle, “kolektifleştirme” adı altında, çok ağır ekonomik zararlara da yol açan, tarihteki en büyük köylü kıyımlarından birini gerçekleştirdi. Ancak bütün bunlar bürokrasinin “tek ülkede sosyalizm” anlayışında herhangi bir değişikliğe neden olmadı. Aksine, kulakların “idari yöntemlerle” ortadan kaldırılması, burjuvazinin de  geçmişte tasfiye edilmiş olması nedeniyle “sınıfların tamamen ortadan kaldırıldığı” iddiasına yol açtı. Bu ise “tek ülkede tamamlanmış bir sosyalizm” fikrinin doğruluğunun kanıtı sayıldı. Bürokrasiye göre sosyalizm “tamamlanmış” haliyle, yani Marksizme göre komünizmin eşiğine gelmiş bir “sınıfsız toplum” olarak SSCB’de kurulmuştu. Yani gerçekte Stalinist bürokrasi, zorunlu olarak, daha sonraları ortaya atılan “reel sosyalizm” (olduğu kadarıyla sosyalizm!) tanımlamasına benzer, tamamen “nevi şahsına münhasır”,  gerçeğiyle ilgisi olmayan, bürokratik bir sosyalizm tanımı yapma noktasına gelmişti. Ancak bu sosyalizmin bazı kusurları vardı! Marks ve Engels ve onların gerçek takipçilerine göre, tamamlanmış bir sosyalizm, yani devletin önemli ölçüde sönümlendiği toplum biçimi,  kapitalizmin en gelişmiş halinden daha geri bir ekonomik-teknolojik gelişme düzeyi temelinde kurulamazdı. Böyle bir sosyalizm ancak “yoksulluğun genelleşmesi ve eski rezilane işlerin tekrarlanması” anlamına gelebilirdi.  Tarihsel olarak daha ileri bir üretim ilişkileri düzeyinin, toplumsallaştırılmış mülkiyetin, çarlık dönemine oranla sağladığı ciddi ekonomik ve kültürel gelişmelere karşın Sovyet ekonomisi, bir “dünya ekonomisi” temelinde yükselen,  uluslararası bir sistem olarak gelişmiş kapitalizmi hiçbir zaman yakalayıp aşamadı. Aşması da mümkün değildi; uluslararası bir sistem, ancak uluslararası bir düzeyde, ulusal sınırların çok ötesinde aşılabilirdi. Sovyet ekonomisinin çoğu zaman bürokratik baskılar ve idari yöntemler nedeniyle büyük bir israf ve verimsizlik temelinde ilerleyen çelişkili ve dengesiz gelişmesi, “kendi kendine yeterli” hale gelmesi bir yana onu, giderek artan oranda dünya ekonomisinin kaynaklarına ulaşma ihtiyacı ile karşı karşıya bırakıyordu. Kapitalist üretim tarzının en büyük çelişkisi olan, üretici güçlerin uluslararası karakteriyle ulusal sınırlar arasındaki uyumsuzluk, kapitalizmle arasındaki farklara rağmen Sovyet ekonomisi için de geçerliydi. Sosyalist üretim ilişkileri ve dış ticaret üzerindeki devlet tekeli, bürokrasinin zannettiği üzere, ulusal ekonomiyi, “uluslararası etkenden” ve “dünya ekonomisi” gerçeğinden muaf tutamıyordu. “Tek ülkede kapitalizm” nasıl mümkün değilse “tek ülkede sosyalizm” de mümkün değildi!

Devamı var…