Boğaziçi’nin İsyanı ve Sarayın Öfkesi

Boğaziçi’nin İsyanı ve Sarayın Öfkesi

Kitle hareketlerinin nerede ve zaman patlayacağını bilmesek de, derinleşen çelişkiler gelecek isyanların işaret fişeğidir. Türkiye gibi, demokratik ve ekonomik sorunların derinleştiği bir ülkede, bu olasılık her zaman masadadır. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör Melih Bulu’nun Saray tarafından atanmasına karşı,üniversitenin öğrenci ve öğretim görevlilerinin gösterdiği direniş, böylesine bir kabus korkusu yaratmış durumda. 

Gezi ayaklanmasının ardından kitle hareketi büyük ölçüde geri çekilmişti, ta ki Metal fırtınaya kadar…Bursa’da otomotiv ve metal sanayi işçileri muazzam bir kitle seferberliği gerçekleştirdiler. Şimdi de Boğaziçi Üniversitesi etrafında başlayan mücadele bazı açılardan yayılma potansiyelleri taşıyor. Bu direniş aynı zamanda küçük kıvılcımların bile hızla genişleme potansiyeli taşıdığının da işareti. Kemikteki bıçağa “yeter” demeye hazır milyonlar kendi öncülerini ve mücadelelerini bekliyor. Soma’da aylarca direnen bir avuç işçi ve öncülerinin kararlı ve meşru mücadelesi,  görmezden gelinen Somalı madencilerin kazanımlarıyla sonuçlandı. Ancak bu mücadelelerin bir nehir olup birlikte akmadığı durumda zamanla sönümlendiği de bir gerçek.

Bir konuda AKP’liler haklılar, elbette bu sadece bir rektör meselesi değil. Boğaziçi üniversitesindeki mücadele de sadece bir akademik mücadele değil. Saray için baskı rejimini konsolide etmek için yeni bir mücadele alanı. Muhalefet için, başkanlık rejimine ve Erdoğan’a karşı durmak için yeni bir fırsat. Genç, sol kitleler için ise kimliklerinin ve farklılıklarının dışavurumu. Sosyalistler için ise bir kavga alanı.

Kimlik siyasetinin sınırlarını aşan, burjuva demokrasisinin sığ sularında boğulmayan, çapsız burjuva muhalefetini de ezip geçecek hat nasıl örülebilir? İşçi sınıfı ile demokratik hakları için direnen gençlerin mücadeleleri, Saraya ve en geniş anlamda kapitalizme karşı ortak bir seferberliğe nasıl dönüştürülebilir? Bu soruların cevabı mücadelenin de seyrini belirleyecek.

12 Eylül Cunta ile Saray kol kola

Cuntanın uzantısı olan YÖK’e (Yüksek Öğrenim Kurumu) karşı öğrenci hareketi yıllarca mücadele etti. Askeri cunta YÖK’ü kurmuş ve rektörleri atamayı yasallaştırmıştı. 1992 yılından itibaren rektörler seçimle gelmeye başladılar. Seçilenler arasından bir kişiyi cumhurbaşkanı onaylıyordu. AKP döneminde rektörler yeniden atama ile belirlenmeye başlandı. Bu bağlamda Saray rejimi, 12 Eylül uygulamalarından birini daha yeniden hayata döndürdü. 

Boğaziçi Üniversitesi’nden önce diğer tüm üniversiteler de Saray tarafından atandılar. Zaten Erdoğan’da “bir akıllı siz misiniz” diye bu yüzden soruyor direnişçi Boğaziçi öğrenci ve öğretim görevlilerine. Asıl olarak burjuva ideolojisinin güçlü şekilde üretildiği bu üniversitede bir mevzi olarak hâkimiyet Saray için büyük önem taşıyor. Saray bu yüzden, Boğaziçi üniversitesinde kadrolaşmak ve üniversiteyi daha fazla kontrol edebilmek için yeni fakülteler açmanın da önünü açan yeni bir kararnameyi hızla yayınladı. Genişleyen kadrolaşma da bir 12 Eylül uygulamasıdır.

Keza bu eylemlere müdahale sırasında polisin öğrencilere söylediği “Aşağıya bak” emri yine eski bir cunta söylemidir. Gözaltına alınmak için bir neden bulmak gerekmez ve 90’lar boyunca gözaltına alınan öğrencilere, kafayı her kaldırdığında yapılan uygulama da bu idi. Boğaziçi eylemlerinden göz altına alınan gençlere yapılan cuntacılardan kalma bir saldırıdır. Ancak cuntacılar işkenceyi reddederler, darbeciliği kabul ederlerdi. İşkence olmadığını ispatlamak için uğraşırlardı. Saray rejimi altında, açık şiddet işkenceden olağan hale geldi! Çünkü Saray’ın ve mahkemelerin arkalarında olduğunu biliyorlar. Birçoğu daha ilk defa polisle karşı karşıya kalan gençlere dönük bu şiddet kabul edilemez. 

Rektörün akademik olarak yetersiz olduğu vb. gibi gereksiz tartışmalara girmeyeceğiz. İktidar koalisyonu için biat yeterli kriterdir. Onlar için partili rektör tüm yeterliliklere sahiptir. Bu karara itiraz edenler ise “hain, terörist, marjinal, kökü dışarda” vb.dir. İçişleri bakanının sürekli örgütlerden örgüt seçerek halkı kışkırtması, yine AB fonlarının kullanımı üzerinden LGBT+ bireylerin dış mihrakların uzantısı bir örgüt olduğunu ispata çalışması, gülünç gibi görünse de, ciddiye alınmalıdır. O, şaka falan yapmıyor; çünkü halkın diğer yarısını düşman gören bir iç savaş rejimi bu. Sürekli tekrar ettikleri “Devletin gücünü sınamayın” cümlesi, hukuksuzluğun dizginsiz baskının meşrulaştırılması için bir güvenlik kalkanı. Millet dışılık, din düşmanlığı ile halkı galeyana getir, şiddeti arttır, şiddet tutarsa zafer nutku çek, tutmazsa şiddet dozajını arttır. Stratejileri bu.

Yeni rektör Bulu’nun akademik çalışmalarına keskin nişancıları okula davet etmekle başlaması, ardından da yüzlerce öğrencinin gözaltına alınması, 8 öğrencinin tutuklanması ve çok sayıda öğrencinin işkence görmesi yeni rektörün ve arkasındaki rejimin yapacaklarının küçük bir provası. Eylemlerin kitleselleşmesi durumunda işlerin nereye gidebileceğini kestirmek güç… Ama silahlı bir takım sözde sivil güçlerin devreye girebileceğini bir süredir yazıyoruz.

Çapsız burjuva muhalefet ve reform yalanı

Saray bir süredir anayasal reform sözünü geveliyor. Boğaziçi direnişinden sonra bunu yeniden gündeme getirdi. Bu yalanlar burjuva liberallerin ve iflah olmaz küçük burjuvaların kulağına hoş gelse de bir reform falan yapma niyetleri yok. Sarayda oyun çok. Yetmediğinde polisin copu zaten hazırda bekliyor.

Niyetleri kaybetmeyecekleri bir seçim sistemini yasal hale getirmek! Saray rejimi devletin tüm şiddet aygıtlarının gücüne sahip olsa da, sözde meşruluğunu halk desteğine bağlıyor.  Zira yeni tip bonapartist rejimlerin ortak özelliği, sembolik de olsa seçim sonuçlarını agresif olarak kullanmaları. Bu nedenle seçimi kazanmak, aynı zamanda şiddetle muhalefeti de susturmak zorunda!

Sürekli provokasyon uyarısı yapan ve din/devlet meselelerinde Erdoğan’ın tuzağına düşen burjuva muhalefeti aynı tavrını Boğaziçi eylemlerinde de gösteriyor. Nihayetinde onların da derdi sistemin durmaması. Her şey sermaye için! Ancak bu muhalefet dili ile Erdoğan’a karşı durabilmeleri de mümkün değil. CHP’li, İYİ Partili burjuva muhalefetinin Saray’a karşı koyacak bir gücü yok. Kafaları karıştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar. “Reform, devlet, millet” dendiğinde hemen hazır ola duruyorlar. En basit demokratik haklar için mücadele etme niyetleri yok. 

Çözüm Birleşik Mücadelede

Bir parantez de mücadeleyi kimlik siyasetine sıkıştıranlara… Kapitalizmle hesaplaşmadan sadece kimlik siyaseti üzerinden yapılacak bir mücadele ile ne Saray geri adım atar, ne de bir toplumsal birlik kurulur. Kimlik siyaseti üzerinden ve kültürel farklılıklardan yürütülecek bir mücadele emekçi sınıfını böler, burjuvaziye kazandırır. Oysa bizim geniş emekçi kitlelerini yanımıza çekmeye ihtiyacımız var.

Bugün gençlik hareketi ile ülkenin dört bir yanındaki işçi sınıfı mücadelelerini birleştirmek tek çıkış yolu! Devrimci önderliklerin görevi, gençlik hareketini sınıfçı bir perspektife yönlendirmek olmalı. Tüm mücadeleleri meşru zeminlerde birleştirecek bir eylem programı ve mücadele hattı…

E. Erdoğan

Yazar Hakkında