ABD: Liberal Demokrasiye tüy dikmek ya da bir Son mu?

ABD: Liberal Demokrasiye tüy dikmek ya da bir Son mu?

20 Ocak’ ta ABD’de Demokrat parti adayı Joe Biden’ın yemin töreni sonrasında, “kamuoyu” nispeten rahatlamış görünüyor. Aslında böyle mi; yani “maymun gitti, sirk bitti” havasına girip rahatlamak gerekir mi? Biz yazının geri kalanında bu şekilde olmadığını anlatmaya çalışacağız.

Seçimleri oyların %56’sını alan Biden, %43 ünü alan Trump’a karşı kazanmıştı. Ancak Trump seçim sonuçlarının çalındığını iddia ederek, sonucu kabul etmedi. Bu sebeple köklü adetlerden biri olan başkanlık devir teslim törenine dahi katılmadı. ABD tarihinde en son 153 yıl önce eski başkanın görev değişimine gitmediği not ediliyor.

Çok önemli bir veri var; Trump’a oy veren Cumhuriyetçi seçmenin %75 inin, seçimin Trump’ tan çalındığına inanması. Bu da yaklaşık 50 milyon kişi demek. Yine seçim öncesinde Georgia eyaletinde Trump yanlıları arasında yapılan bir ankette, eğer senatörlük koltuklarının ikisinin de demokratlar tarafından kazanıldığı anlaşılırsa ne yapılması gerektiği sorusuna, tek seçeneğin iç savaş çıkarmak olduğu cevapları yoğun olarak veriliyor. Siyasi iklimin düzeyine dair bir ipucu verebilir.

Nitekim 6 Ocakta yapılan miting sırasında, Trump tarafından cesaretlendirilen bir kitle, başkanlık sarayını işgal etmiş ve bu sürede 4’ü göstericilerden, 1’i de polis kuvvetlerinden olmak üzere 5 kişi ölmüştü. Burjuva basın, olayları boynuzlu kıyafetli eylemcinin magazini ile görmeyi seçmiş, diğer yandan da olayların bir darbe girişimi olduğunu ifade etmişti. Bu işgal eylemi sonrasında yapılan bütün karşı açıklamaların içeriği, aslında çoktan karpuz gibi ikiye bölünmüş olan ABD toplumuna, öz-değerler sistemini yeniden sahiplenmesi, ABD’nin liberal demokrasisine yakışmayan bu eylemlerden uzak durulmasının vaaz edilmesi şeklinde idi. Bu eylemler ve işgale katılanlar için ise Trump tarafından kışkırtılmış öfkeli vatandaşlar olduğu söyleniyordu.

Ancak olan bunun tersi. Bu eylem kelimenin tam manasıyla bir darbe değil, çünkü eylemciler, fiili olarak iktidarı ele geçirmek için bir programla harekete geçmediler; sonraki bir sürecin başlatıcısı olan bir süreç öngördüler. Hem de işgalin mensupları da asıl olarak Trump tarafından kandırılmış değiller. Asıl olarak, birazdan örgütlenme metotlarını ve kadro çeşitlerini anlatacağımız neo-faşist grupların ilk birleşik eylemine tanık olduk.

Hatta Trump’ın barış ve itidal çağrısından sonra, çeşitli medya gruplarında kandırıldıklarını düşünerek paylaşım yapanlar çoğunlukta. Dolayısıyla Trump’ın yarattığı iklimden palazlanan ileri faşist yapılardan bahsediyoruz. Üstelik, tamamına yakını ABD kanunları gereği silahlanmış ve iç savaştan da korkmayan eski askerlerden oluşan para-militer gruplar.

George Llyod’un öldürülmesinin ardından hemen bütün eyaletlerde sokağa dökülen “siyah yaşamlar değerlidir” eylemlerine karşı, yer yer silahlı müdahalelerde bulunan, bu eylemlere müdahale eden polis ya da asker gruplarının yanında yer alan milis örgütlenmeleri. Örneğin, meclis binasını basan ve “sevimliği” ile medyada yer almış, boynuzlu şahıs, Qanon isimli bir tür anarşist-faşist grubun şamanı olduğunu iddia ediyor.

Aşırı sağcı gruplar:

Proud Boys: Küba mültecisi bir ailenin çocuğu olan Enrique Tarrio’nun önderliğinde bir radyo istasyonu ve sosyal medya üzerinden örgütlenen bir grup. Beyaz ırkın asimilasyonuna karşı mücadele eden bu grup, sadece erkek üyelerden oluşuyor. Eşcinsel harekete, göçmenlere, sol politikacılara ve eylemlere fiilen müdahale eden bu grup, Kanada ve ABD sınırları içinde oldukça etkin. 

Çay partisi: 1773’te İngiltere’den gelen yüksek vergili çayları protesto eden tepkili tüccar ve kaçakçıların organize ettiği bu eylem, Boston limanına gelen çayların denize dökülmesini, ardından İngiltere’den bağımsızlık hareketine dönüşen eylemleri de ateşlemişti. Son dönem yeniden bu örgütün gündeme gelişi ise, borsacı bir şahsın, mortgage borcu nedeniyle evlerini kaybeden insanlara Obama’nın verdiği destek kredisine karşı ulusal TV lerde yaptığı konuşma ile olmuştu.

Bugün asıl olarak daha orta-üst sınıf beyazlardan oluşuyor. 

Neo-Konfederasyonlar, ülkenin güneyinde 1861’de köleliğin kaldırılmasına karşı çıkan grup. Amerikan İç Savaş’ını yeniden başlatacak bir çekirdek olarak Konfederasyon kurmak istiyorlar. Kuzeyin yozlaşmış olduğunu ve savaşılması gerektiğini söylüyorlar.

Yüzde Üçler (Yüzde Üç), 2008’de kurulan paramiliter gruplardan oluşuyor. Bir tür “aşırı sağcı anarşizm” hedefleri: silah bulundurma hakkını savunuyorlar. Silah bulundurma yasal ama kullanım kısıtlamasının kaldırılmasını istiyorlar. Devletin müdahale alanında olmayan küçük faşist bölgeler kurmaktan bahsediyorlar.

Yemin Muhafızları (Yemin Muhafızları), 2009 yılında gizli bir milis şeklinde kurulmuş ve silahlı ve polis kuvvetlerinin eski-yeni üyelerinden oluşan bir organizasyon.

Gelenekçi İşçi Partisi, 2013 ile 2018 arasında aktif bir neo-nazi örgütüydü. Resmi olarak dağılmış olmasına rağmen, üyeleri hala daha küçük gruplar halinde etkin.

Qanon bu gruplar içindeki en tehlikelilerinden. Bizim ülkemizde çok sık rastlanan komplocu bir teori olan “Derin bir Satanist sübyancılar hükümeti” nin insanlığı yönettiğini ve onlara karşı gizli bir savaşın başlatıldığı komplo teorisinden hareket ediyorlar. 

Trump’ın bu savaşın lideri olacağını hesaplıyorlardı. Başka ülkelere de yayılan yapılanmaları mevcut.

Dolayısıyla, özellikle parlamentoyu basan topluluğu oluşturan bu gruplar, öfkeli ve Trump tarafından kandırılmış değillerdi. Aksine, yer yer Trump’ı mücadeleyi satmakla, zayıf davranmakla vs suçluyorlar. Trump’ı aratacak grupların var olduğu fikri dahi bizim kuşağımızın cezası olsa gerek!

Bu son baskına dair iki şey asla akıllardan çıkarılmamalıdır. Bu baskın bütün yukarda saydığımız grupların “birleşik mücadeleye” girdikleri ilk ulusal eylem oldu ve birkaç bin kişinin “başarılı” bir baskınla “demokrasinin beşiği” olan ABD parlamentosunu basabilmeleri, kolluk kuvvetlerinin sehven desteği olmadan imkansızdı. Polis kuvvetlerinde özellikle son dönem ırkçı cinayetlerle teşhir olan bu eğilim, bu fotoğrafta iyice açığa çıkmış oldu.

Trump’ın ardında bıraktıkları: 

Pandemi süresini nerdeyse kavrularak yaşayan ABD, sürekli söylendiği üzere, Vietnam savaşından daha fazla sayıda insanı kurban olarak verdi. Hem kamusal hizmetler çökmüş, hem de özellikle sağlık güvencesinden çeşitli nedenlerle yararlanamayan yoksullar büyük buhranı yeniden yaşadılar.

Yıllardır, emperyalizmin öncüsü olan ve uluslararası operasyonlarla, her ne kadar sonuçları hüsranla sonuçlanmış olsa da bu önderliğini pekiştirmiş olan ABD, özellikle Çin’in yaptığı dönüşümler sonucunda sanayi ve üretimde onlarla baş edemeyen bir hale gelmişti. ABD üst teknoloji sınıfındaki firmalar, kendi pasta paylarını, Uzakdoğu merkezli teknoloji firmaları ile paylaşmaya başladılar. Eskiden durumu oldukça iyi olan orta-üst işçi sınıfı, özellikle otomotiv sektörünün ve onun yan sanayilerinin çöküşü ile yoksullukla ve işsizlikle tanışmaya başladılar. Yeni kuşaklar ve o eski işçi sınıfının çocukları için yaygın Amerikan rüyası çökmüştü. Bu yukarda saydığımız grupların tabanları bunlardan oluşuyor. 

Bu dönem, geleneksel olarak Amerikan rüyasına ve değerlerine bağlı olan kuşağın bu hayalin dağılmasının trajik sonuçlarını yaşadıkları bir dönemdi. Ülkemizde yakinen metotlarını tanıdığımız bir şekilde, gerçekleri, alternatif bir hayaller bütünü ile değiştiren Trump bu dönemde aslında bu kesimin desteğini almıştı. İşsizlik Meksikalıların ve göçmenlerin, güvencesizlik aptal-tembel politikacıların, Amerika’nın güç kaybetmesi ise Çin firmaları ile iş tutan Demokratların suçuydu. Bu net politik hat, karşısında lafı geveleyen Hillary Clinton’a karşı üstünlük sağlamıştı. Ancak “ağaç otuyla büyür”, yarattığı ırkçı, maçist iklim kendini neo-faşist grupların yararlandığı bir zemine dönüştürdü. Trump’ın dönemi boyunca asıl olarak semiren bu gruplar da benzer bir rahat iklim yaratması açısından Trump’a desteklerini sunmaktan çekinmediler. 

Bu simbiyotik ilişki, oğul Bush döneminde derin bir krize giren Cumhuriyetçi partiyi yeniden canlandırıyordu. Klasik ağır sanayi kapitalizminin taşıyıcısı, eski kutuplu dünya ve müttefiklerini farklı dizilimlerde başını çekmeyi bilen Cumhuriyetçi partinin yeni bir doktrin ile canlanmasını sağladı. “Great Again” artık Sovyetler’ e ve kızıl tehdide değil, ülkenin duvarlarının daha da yükselmesine ve korumacılığa hizmet ediyordu. Açık dış müdahaleler açısından belki de en kısır dönemi yaşayan ABD, dikkatini ülke için operasyonlara yöneltmiş durumda idi. Nitekim Alabama, Teksas, Arkansas, Virginia, Karolina gibi petrol, toprak ve tarım bölgelerinde yerleşik destekçi nüfus, bu sektörlerdeki kayıplarını, şehirli, depresif beyaz genç nüfusla değiştiriyordu. 

Her ne kadar aptallığı ya da nobranlığı ile “evladın olsa sevilmez” bir figür olan Trump, ABD “yerel” burjuvazisine Çin firmaları ile açtığı savaş ve sübvansiyonlar ile, depresif genç nüfusa da Wall Street ahmaklarının hesaplarını göreceğini, göçü engelleyeceği, eşcinseller ve etnik kesimlerin aldığı toplumsal payları azaltacağını söyleyerek “kullanışlı aptal” koltuğuna oturuyordu. 

Bu alternatif gerçeklik kendi içinde bir yanılsamanın ta kendisi olsa da krize karşı geveleyen demokratlarla karşılaştırıldığında açık ara net bir program idi.

Özellikle kongre baskını sonrası, “kullanışlı aptal” larından kopan ABD burjuvazisinin önünde bu kez de bu net programın, yenilmiş olmasına rağmen aldığı destekle, onlarla savaşan bir akımın temsilcisi artık Trump. Ancak ABD burjuvazisinin muhtemel derinleşecek kriz karşısında ne yeni bir açılım ne dedepresif kitleler için umut istediği ortada. 

ABD “Gezi”si olan “siyah yaşamlar değerlidir” eylemlerinde açığa çıkmış kitle hareketleri, Trump karşıtı seçim çalışmalarına akıtılmış oldu. Bir yandan tüm ülkede olağanüstü seferberliklere neden olan bu eylemler, seçim sonucunu bekler hale geldiler. Ne kadar tanıdık! Şimdilik Kamala Harris ve Biden bu basıncı karşılamış görünüyor.

Ancak, sistem içi çelişkiler ve yoksulluk, ancak aklını oynatmış bir başkan yardımıyla çözülebilir; sosyalist ekonomik planlaması ile. Bernie Sanders’in yüz kızartan politik tercihi de Demokrat parti saflarında bulunan Alexandra Cortez gibi daha sol tandanslı politikacıların, başkanı “baştan çıkarmayacağı” açık.

Böyle oldukça, borsa ekonomisi ve finans kapital ABD de gittikçe depresif hale gelen kitlelere yeni bir umut yaratamayacak. Bu umut ve somut sonuçları olmadıkça da hiç katılmadığımız bir tahlille “kitleler ABD başkanını cezalandırmaya” devam edecek.

Bu gidişatın sonucunun ABD’de gerçek bir işçi hareketi ve devrimci önderlik oluşması konusuna göbekten bağlı olduğunu söyleyebiliriz, elbette “umut fakirin ekmeği”

Bu açıdan bakınca bu depresif kitlelerin, “ABD demokrasinin beşiğidir, sahip çıkalım” liberal söylemlerinden yaka silkmesinin çok zor olmadığı görülüyor.

Burada da karşımıza çıkan ancak bir kitle hareketi ile ezilebilecek faşist yapılar önümüzdeki günlerde daha sık karşımıza çıkacak. Tıpkı başarısız “uzun adam” ın şimdiden yerleşik politik bir figür olarak karşımızda durduğu gibi. Zaman içinde bu hareketlerin hangi iç dönüşümlere uğradığını da göreceğiz. Ancak “tarihin sonu tezlerinin” beşiği ülkenin bu kez kendi liberal demokrasilerinin sonunu göreceği çok kuvvetli ihtimal artık. İbrenin hangi yöne doğru hareket edeceğine de beyaz-siyah-Latin işçi sınıfının nereye doğru meylettiği karar verecek.

B.Turgut

Yazar Hakkında