GARA’DA KURTARILMAK!

GARA’DA KURTARILMAK!

Kim ne için kurtarılmak istendi?

Gara (Gare) operasyonunun gerçek hedefi ile ilgili “kasıtlı” bir belirsizlik söz konusu. Yetkililerin açıklamalarına göre hedef daha büyük çaplı askeri amaçlar doğrultusunda bölgedeki PKK üslenmesinin yok edilmesi ve orada olduğu öğrenilen tutsakların kurtarılmasıydı. Buna göre, amaçlardan biri gerçekleşirken diğeri gerçekleşemedi. Zaten Cumhurbaşkanı da bunu söylüyor. Bir yandan “Gara düştü, bu iş bitti!” derken, öte yandan 13 rehinenin operasyon sırasında öldürüldüğüne işaretle “Gel gör ki başaramadık!” diyor. Ancak RTE, operasyonun başlamasından birkaç gün önce, birkaç gün sonra bir “müjde” vereceğini açıklamış ve kamuoyunda bu “müjdenin” ne olabileceği konusunda bir merak uyandırmıştı. Kısa bir süre sonra konunun sınır ötesi bir askeri harekâtla ilgili olduğunu anlasak da verilmek istenen bu “müjdenin” ne olduğu konusu tam olarak anlaşılamadı. Boşaltılmış haliyle bile Kandil’e indirme yapılıp “bayrak dikilmesi” haricinde herhangi bir sınır ötesi harekâtın kamuoyunda iktidara gerçekten puan kazandıracak bir etkisi olmayacağı açıkça ortada. Yani Gara gibi, sıradan insanların adını bile duymadığı, toplum açısından herhangi bir sembolik değeri olmayan bir üssün ele geçirilmesinin bir “müjde” olamayacağı çok açık. O zaman hedef, bununla birlikte ya “büyük bir balığın”, mesela PKK liderlerinden birinin veya birkaçının yakalanması veya orada oldukları öğrenilen rehinelerin kurtarılması olmalıydı. Tabii “bir taşla üç kuş” birden vurulması da hedeflenmiş olabilirdi. Bu konuda tam olarak bir şey söylemek mümkün değil. Ancak hem bazı uzmanların ve yüksek rütbeli emekli askerlerin söylediklerinden, hem de kendi mantığımızdan ve de daha önceki benzer olaylardan yola çıkarak bir rehine kurtarma operasyonunun var olan fiziki koşullarda ve bu şekilde yapılamayacağını söyleyebiliriz. Bunu, “yetkililerin” ve sahada işi yapanların da bildiğinden eminiz. O zaman şunu söylemek mümkün: Operasyonun asıl ve odaklanılan hedefinin rehineleri kurtarmak değil, “büyük bir balığı” (Mesela İçişleri Bakanı Soylu’nun paramparça edileceğini söylediği Murat Karayılan’ı) yakalamaktı. Aksi halde insanın aklına rehinelerin hayatının hiç önemsenmediği, bu sonucun baştan göze alındığı, her ne olursa olsun bundan iç politik hedefler doğrultusunda yararlanılmak istendiği sonucu çıkar.

Rejimin niyeti…

Tabii,  bütün bunlar birer akıl yürütme. O nedenle resmi açıklamalar ve bunların hepimizce malum olan sonuçları üzerinden gitmekte yarar var. Eğer açıklandığı üzere, daha genel bir askeri-stratejik amacın yanı sıra özel olarak gerçekten bir rehine kurtarma amacı söz konusuysa, bunun hem başarısı halinde, hem de başarısızlığı halinde iç politikaya tahvil edilmesinin hedeflendiği çok açık. Bu aynı zamanda öncelikli amacın rehineleri kurtarmak değil, sallanan rejimi kurtarmak olduğu anlamına da geliyor. Nitekim operasyon ve katliamın ardından siyasi planda yaşananlar bunu gösteriyor. Asker Gara’dan geri çekilmiş, üst düzey herhangi bir PKK lideri yakalanamamış, tutsaklar sağ olarak kurtarılamamış ve Türkiye siyaseti birbirine girmiştir! Yani sonuçta asıl meseleye geri dönülmüştür!

İktidar, operasyonun sorumluluğunun  “devlete”  ait olduğunu beyan etse de,  RTE’nin bizzat ilan ettiği başarısızlığının suçunu, başta HDP olmak üzere muhalefete yıkmaya çalışmaktadır. Devlet Bahçeli ise “operasyonun sorumluluğuna” ortak çıksa da, saldırıya geçip “Gara’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır..!” diyerek mensup olduğu akımın tarihsel ve siyasal hedefleri doğrultusunda dehşet saçmaya devam etmektedir. Anlaşılan rejim, durması halinde düşeceğinin bilinciyle, bu operasyonu, sadece yerinde kalmak için değil, yeni bir biçim ve derinlik kazanmak için de kullanmak niyetindedir. Bu bağlamda öne çıkartılan hedef  her ne kadar Kürt siyasi hareketinin tasfiyesi  olsa da bütün belirtiler rejimin gerçek projesinin her türlü muhalefetin boyun eğdirilmesi, bütün siyasi hayatın sıkı bir denetim altına alınması ve bunun için gerekenlerin yapılması olduğunu göstermektedir. 

Milliyetçi muhalefet bu defa…

Çok uzun süredir “milli çıkarlarımız” ve “dış politikamız” doğrultusunda, iktidarın, burnundan tutup istediği yere götürebildiği milliyetçi burjuva muhalefetimiz, bu defa daha farklı bir tavır sergiliyor gibi! İç politikayla sıkı sıkıya ilintili yayılmacı-militarist-maceracı dış politikaya temelden karşı çıkmak bir yana, pek çok zaman “yapamazsın ki, yapamazsın ki!” tavrını sergileyen muhalefetin bu defa daha farklı bir tepki vermesinin ciddi nedenleri olmalı. Elbette şoven milliyetçi-ulusalcı çizgilerinden vazgeçmeleri söz konusu değil. Kürt sorununun eşitlikçi ve barışçıl çözümü konusunda “başlarına taş düştüğü” de söylenemez. İlk elde akla, muhalefetin, iktidarın bu ağır başarısızlığından siyasi olarak yararlanma amacı gelebilir. Ancak gelinen noktada daha fazlası söz konusu olmalı. Burjuva muhalefet partilerinin, işin özüne değinmeseler de, Gara operasyonunun içerideki muhtemel bir takım sonuçlarından endişeye kapılmış olmaları kuvvetle muhtemel. Bu defa “milli” bir sessizliğe gömülmeyip RTE’yi çileden çıkartan bazı sorular sorup sert eleştiriler yapmaları ciddi ve yakın bir tehlike algısından kaynaklanıyor olmalıdır. Aynı şekilde,Türkiye’de, kendilerinin de siyasi sonunu getirecek daha “ileri” bir diktatörlüğün yolunun  Kürtlerle ve “terörle” mücadele bahanesi üzerinden döşeneceğini ve iktidarın bütün karşıtlarını “terörist” ilan etmesinin nedeninin bu olduğunu muhalefetin bilmemesine imkân yok.  Görüldüğü üzere muhalefetin sert ve sorgulayıcı tavrına ilişkin kesin bir dil kullanmayıp bir takım ihtimallerden veya olması gerekenlerden söz ediyoruz. Çünkü iktidar ortaklarının hakaret,tehdit ve eylemleri gerçekten endişe edilmesi gereken bir gidişata işaret ediyor olsa da muhalefetin başını kuma gömüp seçimlerin her sorunumuzu çözeceği konusundaki hayalleri (tabii, böyle bir hayalleri gerçekten varsa!) durumu gerçekten kavramamış olabilecekleri ihtimalini akla getiriyor. Ancak biz yine de bu muhalefetin “farkındalığı” konusunda “iyimser” olalım: HDP’nin tamamen “etkisiz hale getirilmesi” Kürt meselesi konusunda gerçek anlamda hiçbir demokratik direnç gösteremeyecek olan CHP, İYİ Parti ve diğerlerinin de kıpırdayamaz hale getirilmesinin yolunu açacaktır. Üstelik Bahçeli’nin sözünü ettiği “hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı” yeni bir dönemde burjuva muhalefet liderlerinin de hapsedilmeleri veya ağır baskı altına alınmaları (ev hapsi de olabilir!) kuvvetle muhtemeldir. Bütün bu ihtimallerin yanı sıra, temelde kapitalist düzenin içinde bulunduğu ciddi ekonomik ve toplumsal kriz koşullarının ve bu koşulların harekete geçirdiği diğer tehlikeli dinamiklerin de burjuva muhalefeti daha eleştirel davranmaya ittiği söylenebilir. Üstelik Türkiye’de yaşanan bu çok yönlü krizin, başarısızlığı iyice ortaya çıkmış, üstelik de tehlikeli işlere girişmiş bir iktidara karşı büyük sermayeyi daha başarılı ve güvenilir bir politik alternatif arayışına itmesi kaçınılmazdır. Bu aynı zamanda muhalefetteki bir burjuva partisinin veya ittifakının başarısının “temel” koşullarından biridir. İktidarın her türlü milliyetçi demagojiye açık bir konuda bu defa daha enerjik ve mücadeleci davranmasının bu tür bir sınıf bilinci ve iktidar umuduyla ilgisi olduğunu düşünüyoruz.

Kolay mı; kısır döngüyü kırmak…

İktidarın operasyonun başarısızlığı karşısında ortaya koyduğu tavır ve kullandığı söylem, gerçekte hızlı bir güç kaybının ve pek çok alandaki başarısızlığının da işaretidir. Ancak bu, işlerin muhalefet açısından kolaylaştığı anlamına gelmemektedir. Aksine bu durum, pek çok defa vurguladığımız üzere tehlikeyi daha da büyütmektedir. 

İşin en kötü yanı ise, ülkenin çoğunluğunu oluşturan emekçilerin geleceğinin, iktidarda olsun, muhalefette olsun burjuva siyasi partileri arasındaki mücadeleye ve kısır döngüye bağımlı hale gelmesidir. Bu kısır döngünün kırılmasının devrimci bir siyasi önderliğin ve bağımsız bir sınıf hareketinin inşasından başka bir yolu yoktur. İşçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir; aksi halde halimiz Gara’da “kurtarılan” 13 tutsaktan farklı olmayacaktır…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında