MUHALEFETİN SAĞ TARAFI…

MUHALEFETİN SAĞ TARAFI…

Tabii, bir de “sol” tarafı var, ama rejim öncelikle sağına oynadığı için oradan başlayalım! Millet İttifakı’nın bileşiminden kaynaklanan güvensizlik duygusu bu muhalefete bel bağlayan milyonlarca insanın yürekleri ağzında yaşamasına yol açıyor. Bugüne kadar tutmasa da iktidarın, ittifakı çatlatmak veya dağıtmak amacıyla girişiği manevralar da endişeleri artırıyor. Sorun, Millet İttifakı’nın sağ kanadının bir süre sonra  taraf değiştirip değiştirmeyeceğinin belli olmaması. Malum, bunlardan biri İYİP; MHP kökenli bir parti, yani faşist gelenekten geliyor. Her ne kadar “demokrat” görüntüsü verse de, seçmeninin yapısı ve şoven milliyetçi eğilimleri nedeniyle,  özellikle Kürt meselesi üzerinden “baştan çıkartılabilir” görünüyor. CHP’nin de genetik nedenlerle sonuna kadar sağlam duramayacağı bir konuda İYİP’in yelkenleri suya indirmesi hiç de beklenmedik bir şey olmaz. Zaten rejimin HDP’ye yönelik kampanyasının en önemli nedenlerinden biri bu. 

Diğer bir güvenilmez unsur da Saadet Partisi. Halihazırda sıkı duruyormuş gibi görünse bile onun da bazı temel “zaafları” var. O nedenle iktidar, özellikle de eski ideolojik defterleri karıştırmak zorunda kaldığı bu gerileme döneminde, “İstanbul Sözleşmesi” ve benzeri konular üzerinden ve bir takım “milli görüş” numaralarıyla Saadet’e çengel atma gayretinde. Onun yumuşak karnına çalışıyor! Tabii, bunlar işin siyasi olarak ortalıktaki hali. Muhtemelen bu partilerin bir takım unsurlarına, zayıf halkalarına yönelik daha özel çalışmalar da yapılıyor; neticede bu memleketin böyle bir “duygusal” geleneği var.

Rejimden uzak durmalarının nedenleri

Ancak muhalefetteki sağ partilerin “solcu” CHP’nin başını çektiği bir ittifakta yer almalarının kendileri açısından önemli nedenleri var. Bunlar kopuşa yol açan geçmiş örgütsel anlaşmazlıkların, ayrışmaların, post kavgalarının ötesinde, yeni rejimin yapısı ve gidişatı ile ilgili nedenler ve hepsi derin birer endişe kaynağı. Bu siyasi kesimler, iktidarın gidişatının ve bunun tehlikelerle dolu muhtemel sonuçlarının farkındalar. Ondan uzak durmalarının başlıca nedeni bu. Gerilemenin hızlanarak dikiş tutmaz bir hale gelmesinin, bunun da bir çöküşe dönüşmesinin, iktidardaki güce şu veya bu ölçüde değen, bulaşan, onunla işbirliğine giren, yani suça ortak herkesi ve her şeyi peşinden sürükleyebileceğini biliyorlar. (Veya biliyor olmalılar!) Pratikte de, İYİP’in görünür ivmesi, Saray’dan uzak durmanın, ona muhalefet yapmanın kendisine yarar sağladığını gösteriyor. Bu parti, iktidarın gücünü kaybetmesi oranında veya bir çöküş yaşaması halinde  RTE’nin yıllardır peşine takmayı başardığı sağ-muhafazakâr seçmenin (hatta İslâmcı seçmenin bir bölümünün) yeni adresi olabileceğini hesaplıyor. 

Ha keza, uzun süredir de ciddi bir oy artışı sağlayamamış olsa bile, Saadet Partisi de ideolojik ve politik konumunu muhafaza etmesi halinde Saray rejiminin gerilemesine, hatta çöküşüne paralel olarak İslamcı tabanı büyük ölçüde yeniden kazanabileceğini düşünüyor (olmalıdır). Üstelik bu defa RTE dönemindeki siyasi tavrı ve performansı nedeniyle “laik” bir düzenin baskısına maruz kalmama ihtimali de büyük.

Bir başka neden: RTE gücünü koruduğu sürece

Sağ muhalefetin önde gelen güçlerinin ve önder kadrolarının iktidar cephesinden uzak durmasını mantıklı kılan bir diğer husus da, RTE gücünü koruduğu sürece kendilerinin gerçek manada bir siyasi geleceğinin olamayacağını bilmeleri. Burjuva sağı, yürürlükteki başkanlık rejiminin, RTE’den sonra sürdürülmek istense de sürdürülebilir bir rejim olamayacağının farkında. Bu nedenle onlar da CHP ile birlikte makul ve kendi açılarından sürdürülebilir olana, (güçlendirilmiş) parlamenter rejime dönmeyi hedefliyorlar. AKP’den kopan ve şu anda “ zayıf olsalar da burjuvazi için bazı değerli kadroları bünyesinde barındıran, bu açıdan bir alternatif oluşturmayı hedefleyen Deva ve Gelecek partilerinin de, hem yukarıda ifade ettiğimiz ortak nedenlerle, hem de kendi bugünkü varlıkları ve gelecek hesapları açısından daha yeni koptukları yere geri dönmeleri veya ona boyun eğmeleri şimdilik de olsa söz konusu değil.

Bunlar birer güvence mi?

Tabii, bunların hiçbiri Millet İttifakı’nın ve haliyle memleketin “istikbali” açısından birer güvence sayılmaz. Bunun nedeni sadece bu partilerin bütün “demokratik” ve “halkçı” görüntülerine rağmen burjuva gericiliğinin bilinen ideolojik-siyasi unsurları olmaları değil, aynı zamanda değişen koşullarda kendilerinin, temsil ettikleri egemen sınıfların ve elbette burjuva devletinin ekonomik, toplumsal ve siyasi çıkarları (vatanın ve milletin âli menfaatları!) doğrultusunda yeni yönelişlere girebilecek olmalarıdır. Rejimin güç kaybının belirli bir aşamasında, RTE’nin, dış baskıların da artmasıyla hem bir “yumuşak iniş”, hem de yeniden kabul edilebilir bir konum kazanmak amacıyla çeşitli tavizler vererek girişebileceği manevraların sonuçlarını bugünden tam olarak kestirmek mümkün değil. Ayrıca o gün geldiğinde, önemli bir takım değişikliklerle, Türkiye sağına kolektif ve ebedi bir iktidar imkânı sunabileceği düşünülen siyasi formüllerin ve uzlaşmaların “iktidara (ve nimetlerine) aç” sağ kesimleri baştan çıkarma ihtimali de yabana atılmamalıdır. Üstelik böyle bir uzlaşmanın “milli ve manevi değerler” temelinde “memleketin hayrına” ve “demokrasinin hatırına” yapılacak olması onu daha da kabul edilebilir kılacaktır!

Başka ihtimaller, tehlikeler ve engeller

Bunların dışında iktidarın ömrünün beklenenden uzun olması, hatta bir biçimde yeniden güçlenmesi, kalıcılaşması, kontrol gücünün artması, daha baskıcı ve despotik bir hal alması ve sağ muhalefetin çeşitli nedenlerle bir gerileme sürecine girmesi vb. nedenler muhalefetin bu kesiminin zamanla tasfiye olmasına veya rejime boyun eğer hale gelmesine ve bir muhalefet olmaktan çıkmasına yol açabilir. Elbette henüz böyle bir durum yok. Siyasetin tarihi aynı zamanda “U dönüşlerinin” tarihi olsa da, epeyce güç ve itibar sağlayan “demokrasi” ve “yoksulluk” söylemi eşliğinde böyle bir iktidarla işbirliği yapmak, iktidarın politikalarına ortak olmak kolay değildir! Rejimin yapısı da buna uygun düşmemektedir. “Sivil anayasa” ve “İnsan Hakları Eylem Planı” vb. manevraların da (şimdilik) bir karşılık bulmamasının nedeni budur. Gerçek ortadadır: RTE, her türlü uzlaşmanın ön koşulu olarak kendi başkanlık rejiminin devamını dayatmaktadır. Ayrıca neyin nasıl olacağına karar verme konusunda giderek daha da etkili hale gelen, devlet içinde kadrolaşan ve rejimin başlıca muhafızına dönüşen bir MHP faktörü vardır. Yine bu bağlamda, rejim içinde, RTE sonrasına hazırlanan ve muhtemel saray darbelerini örgütleyecek olan çeşitli gruplar da hesaba katılmalıdır. Bütün bu faktörler, yukarıda saydığımız nedenlerle birlikte sağ muhalefetin bugünkü konumunu belirlemektedir. Geniş bir açıdan bakıldığında bu o kadar da güvenilir bir konum değildir.

Gare operasyonuyla ilgili kendilerinden beklenenden çok daha sağlam bir tutum almalarının sağladığı güven, önümüzdeki günlerde (tabii, araya başka bir şeyler girmezse) bir de HDP ve “dokunulmazlıklar” sınavından geçecektir. Tabii, bu kendileri açısından daha da belirleyici bir sınav olacaktır. Çünkü bu defa sorun “terörle mücadele” bahanesiyle üzerinden atlanabilecek yapıda değildir ve kendi gelecekleriyle de çok yakından ilgilidir.

“Sarsılmaz ilkeler” ve işin temeli…

Bütün “sıkı durma” görüntüsüne karşın sağ muhalefetin rejim karşıtı politikasının, hiçbir biçimde “sarsılmaz ilkelere” bağlı ve güvenilir bir çizgide seyretmeyeceği kanısındayız. Neticede, kritik durumlarda, sol kanadına bile güven duyamayacağımız bir burjuva ittifakın sağ kanadına güven duymamız mümkün değildir. Onlar burjuvazinin temel toplumsal ve ekonomik çıkarları gerektirdiğinde,  güçlerinin elverdiği oranda kıran kırana pazarlıklara da girerek neticede anlaşmanın bir yolunu bulurlar. Bu ülkenin emekçilerinin asıl sorunu, bugün içeride ve dışarıda pek çok kesimin ortak derdi haline gelmiş olsa da tek başına RTE ve onun Saray rejimi değildir. Bu otokratik rejim, kimilerinin geçmişi unutmalarına neden olsa da temel toplumsal yönleri ve egemenlik biçimiyle geçmişin bir devamıdır, onun çelişkilerinin bir sonucudur. Rejim ve iktidardaki siyasetçiler, siyasi partiler değişmiş olsa da, toplumsal ve ekonomik egemenlik, aynı geçmişte olduğu gibi büyük patronların elindedir. Yani ezenlerle ezilenlerin konumlarında bir farklılık yoktur. İşin temeli budur. Bu temel değişmediği sürece hiçbir şey değişmeyecektir. O nedenle bizler demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini sermayeye karşı sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görüyoruz. Kaderimizi değiştirecek olan, sermaye düzeninin sağında veya solunda yer alan burjuva muhalefet partileri değil, mücadeleci ve örgütlü bir emekçi muhalefetidir.

“Bugün böyle, yarın şöyle” davranabilecek ve tarihsel işlevi sermayenin iktidarını sürdürmek olan bir “muhalefeti” aşmanın tek yolu budur. Güvenilir bir muhalefet yaratmanın başka yolu yoktur…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında