REJİMİN KRİZİ NEYİN KRİZİ?

REJİMİN KRİZİ NEYİN KRİZİ?

Olaylar birbirinin ardı sıra ve izleyenlere şöyle bir soluklanma fırsatı dahi tanımadan cereyan ediyor. Ama artık hiç kimse hiçbir şeye şaşırmıyor, o aşama çoktan geçildi; çünkü aklı başında herkes, iktidarın sonu gelmez “marifetlerinin”, bazen birbirlerine zıt görüntüler verseler de bir ortak paydası olduğunun farkında: Olaylar, olgular ve icraatlar arasında, bazen çok mantıksız görünse de, mantıki bir bütünlük ve süreklilik sağlayan bu ortak payda çok boyutlu bir kriz içinde yol alan Saray rejiminin ayakta kalma mücadelesinden başka bir şey değil. Asıl sorun bu olunca iktidarın inisiyatifi dâhilinde veya haricinde ortaya çıkan her sorunun bir rejim sorunu olarak yaşanması, rejimin derinleşen krizini yansıtması veya bir biçimde rejim sorununa dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor. 

Önce bir “İnsan Hakları Eylem Planı”nın ilanı, ardından Meclis’e gelen fezlekeler ve Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası açılması, büyük bir bölümü “ihtiyaçtan” kaynaklı ve keyfi-siyasi gözaltılara tam gazla devam edilmesi, toplumsal ve cinsiyetçi baskıların en ağır hakaretler eşliğinde istikrarlı biçimde sürdürülmesi; karşı ittifakı çatlatmak veya dağıtmak amacıyla çevrilen dolaplar, yeni ve iyice antidemokratik bir seçim yasası için yapılan çalışmalar; Kürt sorununda izlenen savaşçı politikalar; salgına karşı uygulanan politika ve stratejiler, korona aşılarının temini ve aşı kampanyasında yaşanmakta olanlar; her biri sırlarının ifşa olmaları ölçüsünde, “nurtopu gibi” nice skandallara gebe sınır ötesi operasyonlar, tamamen militarist bir karakter kazanmış bir dış politika, komşulara yönelik ilhak niyetleri, “gizli” bağlantılar; dış ilişkilerde yaşananlar, hiç inandırıcı olmayan bir  “antiemperyalizm” söylemi ve aynı anda ABD, AB, Mısır, Suudi Arabistan gibi “düşmanlarla” arayı düzeltme, yeniden “dost” olma çabaları… 

Her biri yukarıda da belirtildiği üzere “rejim sorununu” yansıtan, onun ürünü olan, onunla ilgili veya kolaylıkla ona dönüşebilecek daha pek çok örnek vermek mümkün. Bütün bunlardan yola çıkarak bugün Türkiye’nin merkezi sorununun ekonomik-toplumsal krizle birlikte şiddetlenen “rejim sorunu” olduğunu söyleyebiliriz; elbette tarihsel planda derin köklere sahip ekonomik, siyasi, sınıfsal-toplumsal sorunları göz ardı etmeden. Gerçekte bir burjuva toplumunda rejim sorununu, son derece köklü tarihsel ve toplumsal sorunların belirli koşullardaki bir ifade biçimi, açığa çıkma hali ve özellikle de kapitalizmin yapısal krizinin bir yansıması olarak görmek zorundayız. Ki, o zaman geçmişte olduğu varsayılan bir “hukukun” ve “demokrasinin”  geri gelmesiyle işlerin düzelmeyeceğini anlama imkânımız doğar. Evet, rejimin krizi, kapitalizmin krizinin bir sonucudur…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında