EMEKLİ AMİRALLERİN BİLDİRİSİ VE REJİMİN BEKA SORUNU

EMEKLİ AMİRALLERİN BİLDİRİSİ VE REJİMİN BEKA SORUNU

Emekli 104 amiralin, Montrö Antlaşması’nı savunan bildirisi yeni bir heyecan dalgasına neden oldu! Rivayet muhtelif! Rejim açısından bildiri, mutat olduğu üzere, “demokrasiye ve millet iradesine” karşı bir darbe tehdidi. Farklı muhalefet çevreleri içinse, artık meşrebine göre, bildiri anayasal bir hak olarak düşünce özgürlüğünün bir ifadesi; ABD emperyalizmine yakınlaşmak ve onun bölgesel planlarına ortak olmak amacıyla rejimin Boğazlar konusunda giriştiği hazırlıklara karşı milli, vatansever bir duruş; Saray’la Avrasyacı- ulusalcılar arasındaki “mavi vatancı” ve yayılmacı ittifakın bozulması… Bildiri, kimi muhalefet sözcüleri tarafından içerik olarak olmasa da biçim ve zamanlama yönünden eleştirilere de uğradı. Böyle durumları “Allahın bir lütfu” olarak gören Saray’a sunulmuş bir gündem değiştirme fırsatı, zamansız, hatta “zevzekçe” bir eylem olarak görüldü. Ayrıca bildirinin, gerilemeyi durdurmak amacıyla tertiplenmiş bir iktidar tezgâhı olduğu yolunda tahminler de var. Dedik ya, rivayet muhtelif!

Ancak önümüzdeki günlerde çeşitli kurgularla “zenginleştirilmesi” kaçınılmaz “hakikat” ne olursa olsun, bu bildirinin, pandeminin de şiddetlendirdiği çok yönlü bir krizin etkisi altında ciddi bir gerileme sürecindeki rejim tarafından kullanılacağı açık. Bunun ne kadar süreceği, imkânlar ölçüsünde hangi biçimleri alacağı, nerelere sıçratılacağı, sonrasında nasıl şekil değiştireceği ise ardındaki saiklere, önümüzdeki gelişmelere, iç ve dış koşullara bağlı.

Sorunun odak noktası ve rejimin sürekli darbe endişesi

Olayın doğru biçimde anlaşılabilmesi kuşkusuz çok önemli. Ancak kestirebileceğimiz niyetler ne olursa olsun gerçek bilgilere ulaşmanın biz “ölümlüler” açısından uzun bir süre mümkün olamayacağı düşünüldüğünde çok karmaşık oyunları, komploları da içeren teori ve analizlere itibar etmemekte yarar var. Yaygın bir adet olarak hemen her şeyi “dış güçlerin” eseri olarak gören, dış dinamiklerin mutlak belirleyici olarak kabul edildiği ve çıkış noktası “emperyalizmin oyunları” olan tek yönlü bakış açısından uzak durmak gerekiyor. Bu, propaganda açısından çok kolaylaştırıcı, hatta rahatlatıcı görünse de (bilgilerin doğru olması halinde bile) analiz açısından eksik, faydasız ve birçok bakımdan yanıltıcı bir yaklaşımdır. Bu nedenle soruna, bir yerinden değen, zaman zaman etkisini artıran, belirleyici olarak bazen ön plana çıkan uluslararası ekonomik, siyasi koşullar, ilişkiler, bölgesel gelişmeler gibi dış dinamiklerle, sorunun çıkış noktasını, asıl kaynağını oluşturan iç dinamikler arasındaki bütünlük, tamamlayıcılık üzerinden bakılmalıdır.

Bu bütünlük bugün Türkiye’nin kendine has koşulları içinde, iç dinamiklerin ön plana çıktığı ve giderek krize dönüşen bir rejim sorununda, rejimin “beka” sorununda odaklanmaktadır. Çok açık ve önemli uluslararası boyutları da olan bu rejim sorununun zorlu bir “iç hesaplaşmayla” sonuçlanması kuvvetle muhtemeldir. Muhalefetin çeşitli korkularından kaynaklanan “körlüğü” bu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır. İktidar, girdiği dönülmez yollardan, neden olduğu sonuçlardan ve kendi “beka” endişesinden kaynaklanan bir “gerçekçilik” duygusuyla bu durumun farkındadır. Rejim, “hiçbir koşulda gitmeme” niyetinin yol açtığı iç gerilim nedeniyle sürekli bir darbe endişesi içindedir. Yani, önemlice bir bölümü uzun süredir iktidarın militarist politikalarını destekleyen emekli amirallerin bildirisine gösterilen tepki esas olarak “gündem değiştirme”nin, Kanal İstanbul’u tartışılmaz hale getirmenin çok ötesinde bazı somut-maddi temellere ve korkulara dayanmaktadır. Rejimin her saldırı adımının ardından muhalefeti “darbecilikle” suçlamasının ve bir “yansıtma” psikolojisiyle gerçek niyetini karşıtlarına mal etmesinin, kimi zaman kurgusal darbe senaryoları üretmesinin temel nedeni budur.

Sinir bozucu gelişmeler

Son gelişmelerin rejimin efendilerinin sinirlerini bozduğu açıktır. ABD ve AB ile girilen uzlaşma çabalarına rağmen Biden’ın RTE’yi hâlâ aramaması, Türkiye finans kapitalinin örgütü TÜSİAD’ın ekonomiye ve “demokrasiye” ilişkin eleştirileri, bu bağlamda “70’ler” benzetmesi, ardından ortaya çıkan emekli amirallerin 4 Nisan Bildirisi (daha önceki emekli büyükelçiler bildirisini ve en son eski vekiller bildirilerini de unutmadan) iktidarın aklına “kötü şeyler” getirmektedir. Ayrıca, öne çıkartılan gerekçeleri ne olursa olsun, birtakım uyarı ve bildirilerin peş peşe gelmeye başlaması otokratik rejimler için birer güçsüzlük ve uğursuzluk işaretidir. Bu nedenle, böyle rejimler güçlerini kanıtlamak amacıyla bir takım yıldırıcı hamlelere girişirler. Aksi halde “kokuyu alanın” bildiri yayımlama ve “posta koymaya” başlama tehlikesi vardır. Ancak bu hamlelerin sınırları iç ve dış koşullar, güç dengeleri ve bazı ince hesaplar tarafından belirlenir. Bu son “darbe tehdidinin” sorumluluğunu CHP’ye yıkmaya çalışan rejimin işi bugünkü aşamada Kılıçdaroğlu ve diğer CHP yöneticilerini sorgulamaya veya tutuklamaya kadar götürebileceğini sanmıyoruz. Koşullar emekli amiraller işini “sonuna kadar” götürmeye de elvermeyebilir. Hatta rejim, iktidarını hâlâ (kuralları kendince değiştirilmiş-büyük oranda hileli) seçimler yoluyla sürdürmeyi de düşünüyor olabilir. Ancak bütün bunlara bir “şimdilik” kaydını eklemek zorundayız. Girdiği dönülmez yol, içeride ve dışarıda ortaya koyduğu “uzlaşma” koşulları, “her ne pahasına olursa olsun” diye ifade ettiği iktidar prensipleri ve rejim içinde yer alan bazı faşist odakların gelecek hesapları bu “şimdilik” kaydını zorunlu kılmaktadır.

Asıl sorun elbette “patlıcan, biber” değil!

İktidarın darbe endişesinin, bir “darbeye” kurban gitmemek amacıyla girişebileceği bir darbeye yol açma ihtimali unutulmamalıdır. Ancak gerçek sorunlar karşısında yönetme gücünü kaybeden bir iktidarın, ağırlaşan bunalım koşullarında, salt fiziksel güç ve zorbalıkla girişeceği maceralar, sonunda bir darbeler zincirini tetikleyebilir; buna iktidar içi kavgalar ve bir takım saray darbeleri de dahildir. Dış politikanın olağanüstü ölçülerde iç politikanın uzantısı haline gelmesi, militarist bir karakter kazanması; ABD-Rusya rekabeti üzerinden sürdürülen denge oyunları, yayılmacı politikalar; dış ilişkilerdeki arayışların rejimin çıkmazlarıyla sıkı bağları; Karadeniz, Boğazlar, Rusya-Ukrayna gerilimi gibi sorunlar; Kanal İstanbul projesi, Montrö’nün geleceği, gerçekte var olduğu ölçüde “NATO’cu-Avrasyacı çatışması” vb. bütün sorunlar, bugün çok tehlikeli dinamikleri harekete geçirmiş olan bir “rejim sorunu” daha da ötesi “rejim krizi” bağlamında ele alınmalıdır. Tayin edici kavga içeride verilecektir. İktidarın da temel sorunu budur ve bunun için her şeyi yapmaya hazırdır. O nedenle sorunu bir gündem değiştirme çabası olarak görmek ve asıl gündemin “sofra” olduğunu söylemek fazla bir anlam ifade etmemektedir.(Kılıçdaroğlu) Devlet Bahçeli’nin, sorunun “patlıcan, biber, domates” değil, bir “beka sorunu” olduğunu belirten sözleri dikkate alınmalıdır; hele ki “beka”dan kastedilenin ne olduğunu biliyorsak.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında