BİR DEVLET VE POLİTİKA SORUNU OLARAK MAFYA!

BİR DEVLET VE POLİTİKA SORUNU OLARAK MAFYA!

1990’ların Susurluk Günleri’ne dönmüş gibiyiz. Aynı ekip yeniden sahnede.  “Organize suç örgütü lideri” Sedat Peker’in “arkası yarın” tipi açıklamalarından anlaşılacağı üzere işin yine bir uyuşturucu boyutu var. Ancak belli ki bu defaki geçmiştekinden çok daha tehlikeli, geniş ve karmaşık bir ilişkiler ağını kapsıyor. Saray rejiminin niteliğine, işleyiş biçimine ve gidişatına bakıldığında bu son derece anlaşılabilir bir durum.

Her burjuva rejiminin genel sınıfsal konumunun ve temsil ettiği toplumsal egemenlik biçiminin ötesinde, daha özel ve kapalı bir alanda oluşmuş bir maddi temeli,  temsil ettiği bir çıkar ve ilişkiler ağı vardır.  Saray rejimi de kendi varlığının temeli olan ve bu varlığı sürekli kılacak bir ekonomik-siyasi-toplumsal çıkar ve ilişkiler ağı üzerinde yükselmektedir (“Tek adam rejimi” olarak adlandırılsa da asla “kişisel” bir rejim değildir!). Sistem, işlerin yolunda gittiği dönemlerde görece uyumlu, dostane biçimlerde işlese de işler ters gitmeye başladığında şiddetlenen rekabet, kimi zaman kanlı biçimler de alan çatışmalara neden olur. Yeni rejimin iç-dış koşullar ve doğumdan kaynaklı zaafları nedeniyle erken başlayan gerileme sürecine paralel olarak yaşanan budur.

Sorun Politik; Mafyalaşan Politika, Politikleşen Mafya!

Yine bütün burjuva rejimleri, doğaları gereği şu veya bu ölçüde “organize suç örgütleriyle” zorunlu ilişkiler içindedir. Bu ilişki sadece maddi-parasal çıkarlara dayanmaz. İlişki aynı zamanda politiktir. Politika ve bürokrasi maddi çıkarlar  (rüşvet, komisyon) karşılığında suç örgütlerinin faaliyetlerine izin verirken, gerekli hallerde onlardan  “politik” hizmetler de talep eder (Şantaj, korkutma, yıldırma, hatta siyasi cinayetler vb.). Kriz dönemlerinde bu karşılıklı ilişki daha doğrudan bir hal alarak “derinlik” kazanır. Rejim güçten düşmeye ve işler sarpa sarmaya başladığında tarafların faaliyet alanları da iyice birbirine karışır.  Politika mafyalaşırken, mafya da politikleşir!

Bu nedenle bugün yeniden ön plana çıkan devlet-mafya-siyaset ilişkilerini sadece çürümüş bir düzenin ortaya saçılmış pislikleri, kirli işleri olarak değil, aynı zamanda rejimin gidişatıyla ve iç gerilimleriyle ilgili politik bir sorun olarak görmek gerekiyor. “Susurlukçular”ın 90’lı yıllardaki işlerine bakıldığında sorunun o zaman da sadece bir çürüme, uyuşturucu ticareti, pay kavgası, pisliğin ortaya dökülmesi veya parasal ilişkiler olmadığı görülür. O dönemki Sivas Katliamı, Gazi Mahallesi Olayları vb. kanlı provokasyon ve katliamların, 1000 Operasyon vb. yargısız infazların, “terörle mücadele” adı altında Kürt halkına yönelik cinayetlerin, insanların kaçırılıp kaybedilmesinin açık bir siyasi hedefi olduğu; belirli bir grubun siyasi gücünü büyütme, devlete el koyma veya rejimi değiştirme amacıyla giriştiği kanlı kavganın bir sonucu olduğu biliniyor. Sorun elbette tetikçilerin doğrudan iktidarı ele geçirmesi değil, onları kullananların amaçları ve kurulacak yeni rejimin niteliğiyle ilgiliydi. Bu ilişki ve faaliyetlerin Susurluk’taki kazadan birkaç ay önce, devletin bir başka kanadı tarafından Perinçek aracılığıyla sızdırılması da yapılanların bir “devlet işi” olduğunu göstermekteydi.

Kanlı Bir İktidar Kavgasının Habercisi Mi?

Bugün Sedat Peker’in anlattıklarını (daha da anlatabilecekleriyle birlikte), rejimin gidişatıyla ve giderek kıran kırana bir hal alabilecek bir iktidar kavgasıyla ilgili olarak değerlendirmek gerekiyor. İçinde yol aldığımız çok yönlü krizin ve bunun sonucu ortaya çıkmaya başlayan kontrol kaybının bir süre sonra farklı iktidar alternatiflerini, rejim içi güç odaklarını ve bunların hizmetindeki resmi-sivil vurucu güçleri karşı karşıya getirmesi kuvvetle muhtemel. Bugünkü sözlü dalaşmalar ve nispeten uzaktan “saydırmalar”, yakın gelecekteki kanlı bir hesaplaşmanın, muhtemel bir dizi “saray darbesinin” habercileri olabilir. Dünyadaki bazı örneklerinde görüldüğü üzere, sırtındaki yükü taşıyamaz hale gelip kendi içine çökmemesi halinde saray rejiminin kaderinin belirlenmesinde bu iktidar kavgasının çok önemli bir rolü olacaktır.

Faşist Mafya, Paramiliterler, İhtimaller…

Her toplumsal ve siyasi mücadelenin niteliği, bir yönüyle, çatışmaya dahil olan güçlerin nitelikleri tarafından belirlenir. “Derin” devletle ilişkili mafya gruplarının da yer aldığı toplumsal ve siyasi mücadelelerin, bu mücadeleye dahil olacak diğer silahlı, paramiliter güçler de hesaba katıldığında “kirli bir savaşa” dönüşmesi kaçınılmazdır. Üstelik sözü edilen mafya gruplarının faşist hareketten gelmeleri ve onunla bağlantısını hiç kesmemiş olmaları, faşist parti ve gruplarla organik ilişkileri, devlet bağlantıları, açıkça ifade ettikleri “Türk-İslamcı” görüşleri, muhtemel bir çatışmanın biçimi konusunda yeterince aydınlatıcı ipuçları veriyor. Ancak bu durum sadece kendi içinde bir sorun olarak algılanamaz. Bu mafya güçlerinin, 15 Temmuz sonrası oluşturulduğu bilinen rejim yanlısı paramiliter örgütlenmelerle birlikte, muhalif faaliyetleri, rejime yönelik kitlesel mücadeleleri bastırmak amacıyla devreye sokulmaları, en son Kolombiya örneğinde görüldüğü gibi, kitle hareketine ve onun önderlerine karşı kanlı eylemlere, siyasi cinayetlere girişmeleri ihtimali büyüktür. Zaten iktidar çevrelerinden yükselen ve giderek dozunu artıran tehdit dilinin ve muhalif gazeteci ve siyasetçilerin dövülmesinin ima ettiği de budur. Bu yöntemlerle ayakta kalabilecek bir “neo-bonapartist” rejimin, yarı faşist veya faşist bir dönüşüm geçirmesi kaçınılmaz olacaktır.

Tekrar edecek olursak ülkenin içinde yol aldığı giderek ağırlaşan çok yönlü kriz, rejimin niteliği, olayların seyri ve tarihsel-toplumsal-siyasal tecrübelerimiz bir arada düşünüldüğünde, yaşananlar tek başına düzenin pisliğinin ortaya dökülmesine yol açan bir itiş kakış, rant kavgası olarak görülemez. Sorun devletle, onun siyasi bir biçimi olarak rejimle ve kendini bazen doğrudan bazen de dolaylı ve örtülü biçimlerde ortaya koyan toplumsal-sınıfsal mücadelelerle ilgilidir.

Kadim ve Sonsuz Kâbuslarımız…

Tek elde toplanmış gibi görünse de, kurumsal olarak dağılmış bir devletin ayırt edilemeyecek derecede birbirine karışmış legal-illegal unsurları arasındaki çatışmaların detayları,  kirli ve karanlık ilişkileri, kendilerince RTE sonrası döneme hazırlanan bonapartist veya faşist güç odakları arasındaki rekabetin alabileceği biçimler, bir mafya patronunun hapisten çıkarılmasının ardından bir başka mafya patronunun tasfiye edilmek istenmesinin içyüzü… Bütün bunlar,  her ne kadar örtülmek istense de, geçmişte olduğu gibi yine ortaya dökülecek.  Hemen herkesin malumu olan “sırlar” (ki bir bölümümün “devlet sırrı” olduğu söylenecek!) konusunda bir kez daha tepeden tırnağa aydınlanacağız!

Bütün bunlar Türkiye’nin çürümüş burjuva düzeninin kısır döngüsü içinde, bu ülkenin kadim ve adeta sonsuz kâbusları olarak yeniden karşımıza gelecek. Burjuva muhalefet ve çeşitli türden “demokratlar” çözümün “hukuk ve demokrasi” olduğunu söyleyecekler! Ancak hiçbiri bu hukukun ve demokrasinin sınıfsal niteliği ve toplumsal olarak neyi temsil ettiği konusunda tek laf etmeyecek. Oysa devlet- mafya- siyaset (Bermuda Şeytan Üçgeni!) ilişkisinin bu toplumsal düzenin doğasından kaynaklandığı, her fırsatta arzı endam ettiği, sorunun AKP-Saray dönemiyle sınırlı olmadığı, ortaya çıkan bildik isimlerden dahi anlaşılabilir.  Bunların “gerektiğinde” tasfiye edilebilir olması, hatta bir biçimde tasfiye edilmeleri kimseyi rahatlatmamalıdır; çünkü bunlar kapitalizmin ve onun, başta devlet, siyasi organ ve temsilcilerinin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden ve yeniden üretilen uzantıları, gayrı resmî kurumlarıdır. Türkiye için bir kısırdöngü haline gelmiş bu kâbusa ancak bir işçi sınıfı iktidarı son verebilir.

Geleceğimize Kim Karar Verecek: Mafya Mı, İşçi Sınıfı Mı?

Yaşanan kavga, gerçekte kapitalizmin derinleşen krizi temelinde süren bir “devlet sorunu”yla ilgilidir. İşçi sınıfının bağımsız ve örgütlü bir politik güç olarak devrede olmadığı koşullarda kimilerine biraz “abartılı” görünecek olsa da Marx’ın  “Devlet içindeki bütün savaşımların (…) çeşitli sınıfların yürüttükleri gerçek savaşımların büründükleri aldatıcı biçimlerden başka bir şey olmadığı” sözünü hatırlamakta fayda var. Asıl sorunun mafyanın veya burjuvazinin çeşitli kanatları arasındaki mücadele değil, bir sınıf mücadelesi olduğu gerçeğinin bütün çıplaklığıyla anlaşılabilmesi için işçi sınıfının toplumun karşısına dünyayı değiştirebilecek önder bir güç olarak çıkmasından başka bir yol yoktur. Bu ülkenin geleceğine siyasileşmiş mafya gruplarının mı, yoksa siyasi bilince ulaşmış işçilerin mi karar vereceği sorusu hayati bir önem taşımaktadır.

Tekrar edelim, yaşananlar bir “devlet ve politika sorunudur” ve devlet (Marx’ın deyişiyle) toplumsal ilişkilerin politik yansımasından başka bir şey değildir..!

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında