YANGIN, CİNAYET VE REJİM…

YANGIN, CİNAYET VE REJİM…

Eğer ortam ve iklim müsaitse her şey mümkündür… Hem dünyanın hem de memleketin ahvali bu önermeyi bir kere daha doğruluyor. Olaylar en “yakıcı” halleriyle peş peşe geliyor.

Maddi dünyada yaşananların gerçekten anlaşılabilmesi, dış bağlantılarının ve görünen (veya göründüğü sanılan) neden-sonuç ilişkilerinin ötesinde, olayların iç bağlantılarının, görünenin ardına gizlenmiş çok daha karmaşık ilişkilerin kavranmasıyla mümkündür. Elbette bu her zaman kolay değil. Ancak bazı durumlarda işlerin gizlisi saklısı kalmaz ve her şey apaçık bir hal alır. Bir süredir artan bir alenileşme, hatta “müstehcenleşme” eğiliminde yaşananlar bunu gösteriyor.  Sona ereceğine dair herhangi bir işaret vermeyen ekonomik ve toplumsal krizin de etkisiyle büyüyen rejim sorunumuz, her yeni gelişmeyle birlikte ağırlaşan bir krize dönüşüyor. Her yeni olay ve sorun, rejimin “akçeli işler” dışındaki başarısızlığını, ciddi ve hayati sorunlar karşısındaki beceriksizliğini ve acizliğini ortaya koyuyor. Gelişmelerin “eski rejim” döneminde en yüzsüz iktidarı dâhi kısa sürede yerinden edebilecek etkileri, Saray rejimi döneminde son derece tehlikeli ve patlayıcı bir karışıma dönüşüyor. Bu tehlike iktidarın gösterdiği direnç oranında artıyor.

Başlı Başına Bir Facia Olarak Rejim…

Rejimin niteliğine ve kapasitesine ilişkin pek çok gerçeği ortaya çıkaran pandemi faciası henüz sona ermeden şimdi bir de yangın faciasıyla yüz yüzeyiz. Bunların, gelecek günlerde yaşanması “mukadder” facialarla birlikte (çünkü bu rejimin, irili ufaklı her şeyi, önce bir kazanç kapısına, ardından da bir faciaya dönüştürme yeteneği vardır!) rejim üzerinde yıkıcı etkileri olacağı kesindir. Ancak bütün bunlara rağmen, koşullarını peşinen öngöremeyeceğimiz bir çöküş ihtimali dışında, rejime ilişkin hiçbir şey kendiliğinden olmayacaktır. Sorun, başlı başına bir facia olarak bu rejimin niteliğiyle ilgilidir!

Yukarıda da belirtildiği üzere, “normal” bir zamanda teamüllere uygun bir seçim ve iktidar değişikliği yoluyla (veya umuduyla) rejim sorununa dönüşmeden yumuşayabilecek çelişkilerin, bu iktidar döneminde daha da kanlı ve yıkıcı bir hal alma ihtimali vardır. İktidarın olaylar karşısındaki tutumu, söylemi ve ayakta kalabilmek için başvurduğu siyaset tarzı, giderek tehlikeli bir provokasyon ortamının doğmasına yol açmaktadır. Rejimin bir iç savaş rejimine dönüşme eğiliminin yanı sıra faşistlerle ve gericiliğin diğer unsurlarıyla kurduğu ittifak, tehlikeyi katmerli hale getirmektedir. Nitekim son yangınların ortaya çıkardığı durum bunu gösteriyor.

İklim ve ortam müsait olunca…

Yangınları PKK’nin ve daha da ötesi “Kürtlerin” çıkardığı iddiası hem rejim medyası hem de sosyal medya tarafından daha ilk andan itibaren büyük bir hızla yayıldı. Rejimin resmi ağızları biraz daha ihtiyatlı davranıyorlarmış gibi görünseler de açık başarısızlıklarını örtmek ve siyasi kazançlar devşirmek için büyük ihtimalle bunu kullanacaklardır. Bunun işaretleri mevcut. Yazının girişinde de belirtildiği üzere iklim ve ortam buna müsait ve böyle durumlarda akıl ve mantık (Sedat Peker’in deyişiyle) “tatile çıkar!”

Elbette PKK’nin böyle şeyler yapması mümkündür. Yani PKK veya onun çevresinde veya dışında yer alan bazı gruplar, Abdullah Öcalan’ın “ekolojik bir toplumu” öngören “radikal demokratik” fikirlerine rağmen, siyasi olarak “gerekli” görmeleri halinde ormanları yakabilirler. Hele ki devletin Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki orman yangınlarına ilişkin uygulamaları düşünüldüğünde   bunu meşru bir tutum olarak bile görebilirler! Ancak dünyanın ve Türkiye’nin bugünkü iklim koşulları ve Türkiye’deki orman yangınlarına ilişkin yıllardır sözü edilen iddialar ve sıklıkla yaşanan orman yangınları göz önüne alındığında ormanların yanması hiç de olağanüstü bir şey değildir.

Elbette Tesadüf Değil

Kendini muhalif olarak tanımlayanlar da dahil pek çok kişi, “terörü” işaret ederek, bu kadar yangının aynı anda çıkmasının bir tesadüf olamayacağını ileri sürmekte. Elbette bütün bunlar bir tesadüf değil. Çünkü her şeyden önce yıllardır sözü edilen ve kimi bilim insanlarına göre artık döndürülemez bir hal alan bir “iklim krizi” ve “küresel ısınma” süreciyle karşı karşıyayız. Zaten sorunu komplo düzeyinden çıkarttığımızda, evrensel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Şu anda sadece Türkiye’nin çeşitli yerlerinde değil, bütün Güney Avrupa (Kuzey Akdeniz), Kuzey Karadeniz, Kuzey ve Güney Afrika, Amerika kıtası ve dünyanın daha pek çok yerinde büyük orman yangınları var. Daha önceki yıllarda da ABD’nin batı kıyısı ve Avustralya’da aylar süren büyük yangınlar yaşanmış ve bundan sonra da yaşanacaktır. Elbette yangınların nasıl başladığı önemlidir. Ama bu noktada bile sosyal medyada kimler üstelenirse üstlensin (bunlar troller, provokatörler, psikopatlar, “gizli servis araçları” da olabilir) böylesine siyasi-toplumsal koşullarda yangınların failleri ve çıkış nedenleri konusunda emin olmak çok zordur. Nitekim Marmaris’teki yangının birkaç küçük çocuğun kitap yakmasından, İzmit’teki yangının da bahçesindeki tarımsal atıkları temizlik amacıyla yakmaya çalışan bir kişinin hatasından kaynaklandığı iddia edilmiştir. Ayrıca bu memleketin milyonlarca “mangalcısı”, arsa ve tarla açma amacıyla orman yakan kundakçısı vardır. Üstelik piknikçilerin bıraktığı bir cam kırığının uygun hava koşullarında büyük orman yangınlarına yol açtığı da bilinir. Yani bu memlekette PKK’nin veya herhangi bir uzantısının dışında da yangınlara neden olabilecek yüzlerce başka etmen vardır. Burada asıl gündem, evrensel planda kapitalizmin doğayı tahribinden ve iklim değişikliğine neden olan faaliyetlerinden kaynaklanan nedenlerin ortadan kaldırılması ve bu yangınların en az hasarla atlatılmasını sağlayacak hazırlıkların yapılması, teknik önlemlerin alınmasıdır. Ancak mevcut rejimin, öncelikleri ve kendi doğasından kaynaklanan nedenler dolayısıyla bu işi becerecek niyet ve kapasitede olmadığı, hatta arazi rantına ve inşaata dayalı ekonomik politikaları nedeniyle bu durumdan yararlanma peşinde olduğu bilinen bir gerçektir. Zapt edilemez gelişmesini herkesin kıskandığı Türkiye’nin yangın söndürme filosunu tasfiye etmesi nedeniyle yangınları sadece üç kiralık uçakla söndürmeye çalıştığı anlaşılmıştır!

Cinayet…

Yangınlar henüz devam ederken, Konya’da Kürt bir aileye yönelik korkunç cinayetle sarsıldık. Bir süre önce, ülkücü olduğunu söyleyen bir “komşu” kalabalığının saldırısına uğrayıp ağır yaralanan yedi insan, saldırganların serbest bırakılmasının ardından düzenlenen ikinci saldırıdan sağ kurtulamadı. Kısa bir süre önce de aynı bölgede başka bir Kürt aile saldırıya uğramış ve aileden bir kişi katledilmişti. Son yıllarda giderek sıklaşan ve “Kürtçe konuştular” vb. gerekçelere dayandırılan şoven-milliyetçi saldırılar ve toplumun Türk çoğunluğu arasında çok uzun süredir yaygın olan (PKK ötesi) Kürt düşmanlığının, yangınları da bahane eden provokasyonlar ve “kaos planları” ile yeni bir boyut kazanmaya başladığı görülüyor.

İktidar resmi ağızlardan sorunun bir komşu anlaşmazlığından kaynaklandığını açıklasa da var olan iklim ve ortamın bilincinde olan herkes durumun farkında. Bu son olay komşular arasındaki bir anlaşmazlık ve husumetten kaynaklanmış olsa bile ortada ciddi bir sorun vardır.  Bu sorun, saldırıların her defasında doğrudan siyasi, ırkçı ve milliyetçi saiklerle ortaya çıkıp çıkmaması değil, en basit anlaşmazlıkların, özel husumetlerin ve adi suçların dahi milliyetçilik kisvesine bürünebilmesidir; ki bu durum sıklıkla yaşanmaya başlamıştır.  Bu, doğrudan siyasi ve toplumsal çatışma ve hesaplaşmalardan da daha tehlikeli bir durumdur.

Ve Rejim…

Yangın bölgelerinde faşistler tarafından yönlendirilen silahlı grupların, kimlik kontrolleri yaptıkları, “Kürt avına” çıktıkları görülüyor. Yakın tarihimizin tecrübeleri ve kayıp silahlar, paramiliterler, iktidarın dinci ve faşist kanatlarından gelen tehditler vb. etmenler düşünüldüğünde bu yeni görüntüleri önümüzdeki dönemin fragmanları olarak kabul edebiliriz. Önümüzdeki seçimlere, terör bahanesiyle ilan edilen kapsamlı bir OHAL ortamında, 1 Kasım 2015 seçim sürecine benzer bir yoldan gidilmesi ihtimali büyüktür. İktidar,  yönetebileceğini zannettiği  “kontrollü orman yangınlarının” çığırından çıkması durumunda kendi parçalanmasına da yol açabilecek tehlikeli eğilimler sergiliyor. Ayrıca başta faşistler olmak üzere rejim içinde ve çevresinde yer alan ve RTE sonrasına hazırlanan, saray darbelerinin de ötesinde bir iç savaşı göze alabilecek unsurlar provokasyon hazırlıkları içinde. Amaç “her ne pahasına olursa olsun” iktidarı “teslim etmemek.” Yedi yıl önce, henüz ilk emareleri belirdiğinde böyle bir rejimin kaçınılmaz biçimde bir “iç savaş rejimine” dönüşeceğini söylemiştik. Malum sürecin belirli bir aşamasından itibaren yaşanan budur ve Türkiye artık bir iç savaşı tartışmaktadır ki bu çoğu zaman “şüyuu vukuundan beter” bir durumdur.

“Milliyetçi-mukaddesatçı” gericiliğin provokasyon, kaos ve iç çatışma planlarının en azından başlangıcında Kürt sorunu üzerinden ve Kürtlere yönelik saldırı biçiminde hayat bulacağı açıktır. Bu burjuva milliyetçi muhalefeti de felç edeceği düşünülen bir siyasi çizgidir. Muhalefeti ırkçı milliyetçi unsurlarla bölmek için Kürt halkına yönelik başlayan cinayet ve katliamlar kısa sürede toplumun diğer tüm muhalif kesimlerine yönelecektir.

Bu gerçekleri bilerek hareket etmek zorundayız.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında