SOÇİ’DE BAŞ BAŞA!

SOÇİ’DE BAŞ BAŞA!

İç politika bu derece çıkmaza girmeseydi, dış politikayı toparlayıp ona gerçeklikle uyumlu bir yön vermek şüphesiz çok daha kolay olacaktı. Ancak son zamanlarda mecburiyetten kaynaklı bazı düzeltme çabalarına rağmen iç politik çıkmazların ve pek çoğu gerçekçi gibi görünmeyen bazı beklentilerin basıncıyla dış politika temel olarak aynı çizgi üzerinden yürütülmeye çalışılıyor; üstelik de bilinen diplomatik kuralların epeyce dışına çıkıp, gerisine düşülerek.

RTE, Soçi’de Putin’le görüştü. Görüşme RTE’nin isteği üzerine teke tek yapıldı. Resmi ağızlar toplantının kabarık bir gündemi olduğu söyleseler de içeriğine dair net bir bilgi yok.  Sadece birtakım tahminler ve akıl yürütmeler var.  Bu nedenle ilgili hemen herkes, “Her ne ise yakında sahada görürüz” deyip gerçek sonuçları bekliyor. Genel kanı, RTE’nin “gizlilik” talebinin, ciddi bir takım tavizlere delalet ettiği yolunda.

İç politika bu derece çıkmaza girmeseydi dış politikayı toparlayıp, ona gerçeklikle uyumlu bir yön vermek şüphesiz çok daha kolay olacaktı. Ancak son zamanlarda mecburiyetten kaynaklı bazı düzeltme çabalarına rağmen iç politik çıkmazların ve pek çoğu gerçekçi gibi görünmeyen bazı beklentilerin basıncıyla dış politika temel olarak aynı çizgi üzerinden yürütülmeye çalışılıyor; üstelik de bilinen diplomatik kuralların epeyce dışına çıkıp, gerisine düşülerek.

Örneğin, RTE, Putin’le görüşmeden önce ABD Başkanı’nın kendisiyle görüşmemesinin yol açtığı kırgınlık ve hayal kırıklığını çok fazla açık edip (ABD ile gidişatı “hayra alamet” görmeyip) Soçi’deki görüşmeye elini ciddi biçimde zayıflatarak gitti. Yandaşları dışında herkes, RTE’nin bu koşullarda Putin’in eline düşeceği ve ciddi tavizler vermek zorunda kalacağı görüşündeydi. Görüşmenin sonunda bir basın açıklamasının yapılmaması da bu durumun bir işareti olarak yorumlandı.

Elbette Türkiye iriliğindeki bir ülkenin başta askeri kuvveti olmak üzere sahip olduğu imkânlarla, durum ne derece sıkışık olursa olsun, belirli bir direnme ve daha fazlası için bastırma gücü var. Bu konuda kimsenin kuşkusu yok. Zaten her şeye rağmen bugüne de ancak böyle gelinebildi. Yani siyasi ve diplomatik başarısızlıklar pek çok defa bu yolla telafi edildi. Üstelik Saray rejimi, çoğu zaman şantaj-tehdit yoluna da başvurarak büyük güçler arasındaki denge ve boşluklara oynama konusunda da epeyce bir maharet kazandı. İdlip, Afrin ve Kuzey Suriye’nin diğer bazı bölgelerindeki ABD-Rusya icazetine dayalı “parlak başarıların” asıl sırrı da burada yatmaktaydı. Ancak açıktır ki, siyasi ve diplomatik başarısızlıkların güç yoluyla telafisinin bir sınırı var elbette.

Rusların Israrı, Artan Basınç

Bugüne gelirsek; bölgedeki çeşitli gelişmeler, geçen zamanın harekete geçirdiği yeni dinamikler, bir kere daha, ancak bu defa daha ciddi bir biçimde belirli bir sınıra gelindiği yönünde işaret veriyor. “Bir kere daha” dedik, çünkü daha önce de birkaç kere artık işin sonuna gelindiği söylenmiş, hatta bir keresinde kısa süreli bir Türkiye-Suriye savaşı yaşanmış, askerler Rus uçaklarıyla bombalanmış, kayıplar verilmiş ancak her defasında TSK biraz daha kuzeye çekilse de Türkiye’ye İdlib’deki varlığını devam ettirme imkânı veren geçici bir anlaşma sağlanmıştı. Şimdi söylenen, Rusya’nın bu duruma son vermek için bu defa kesin bir dille TSK’nın bölgeyi kademe kademe çekilme biçiminde de olsa terk etmesini istediği yönünde. En son Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, Türkiye’yle İdlib’e ilişkin yaptıkları anlaşmanın tamamen uygulanması konusunda ısrarcı olacaklarını” belirten açıklaması da bu yönde ciddi bir basıncın olduğunu gösteriyor.

Uygunsuz Koşullarda Putin’le Baş Başa…

Yaygın kanı Türkiye’nin daha “güçlü” bir geri adım atacağı, atmak zorunda kalacağı şeklinde. Bu genel anlamda mantıklı bir beklenti çünkü zaman ve koşullar Rusya açısından uygun görünüyor.  Yine göründüğü kadarıyla durum Türkiye için pek parlak değil.  Bunlara RTE’nin Soçi’de Putin ile, başka hiçbir devlet görevlisinin katılmadığı baş başa görüşme talebi de eklendiğinde bir çaresizlikten bile söz edilebilir ki bu da hiç mantıksız olmaz; ama elbette Türkiye’nin “eksen değiştirme” kararı alıp ABD’ye karşı Rusya ile gizli bir ittifak kurma kararı yoksa! Ancak şaka bir yana, göründüğü kadarıyla RTE bu görüşmeye bugüne kadarki en olumsuz koşullarda girdi. Rusya elbette bu durumun farkında. Görüşme öncesi bölgede Türkiye destekli İslamcı güçlerin ve TSK mevzilerine çok yakın yerlerin sıkı bir bombardımana tutulması, Rus Dışişleri’nin Türkiye’nin anlaşmaya uygun biçimde görevlerini yerine getirmediği beyanı, hatta Pravda’da RTE ile ilgili ağır ifadelerin kullanılması boşa değil. Ayrıca Saray rejimi açısından Rusya’nın mutlaka farkında olduğu, uygun olmayan bir “iç durum da” söz konusu. Örneğin, bölgede çok önemli görevleri olan 5 generalin “ailevi nedenler” dense de gerçekte siyasi-askeri nedenlerle istifa etmesi rejim açısından hayra alamet değil. Rejimin politik planda içine girdiği “saldırganlık-çözülme” süreci (diyalektiği) kendini neredeyse tamamen askerileşmiş dış politika alanında da gösteriyor. Saray rejimi için işler yolunda değil.

Ancak…

Bütün bunlar her şeyin bir anda olup biteceği anlamına gelmiyor. Özellikle İdlib ve Suriye’nin diğer bölgelerinde atılacak geri adımların, içinde yol aldığımız bunalımlı süreçte iç politikadaki yansımalarının rejim açısından çok daha kötü olacağı malûm. Bu durumda rejimin bölgede kalmak için yeni yollar arayacağı açık. Nitekim bölgedeki askeri tahkimat ve TSK kontrolündeki silahlı İslamcılara “misliyle karşılık verin” talimatı boşa değil. Bizce rejim, İdlib’de yeni pazarlık ve direnç noktaları oluştururken, Ekim sonu ve Kasım başında RTE’nin Biden ile yapılacağı söylenen görüşmelerin sonucuna göre hareket edecek. Yani “sarkaç” bir defa daha ABD emperyalizmi ve onun aracılığıyla NATO’ya yönelecek (veya savrulacak!). ABD’nin Suriye sorununu Rusya ile çözme eğilimine girdiği ve bu konuda adımlar attığı düşünüldüğünde işler rejim açısından beklediği gibi gitmeyebilir. Bilinen gerçek Saray rejiminin Batı için güvenilmez, bazı pratik nedenlerle bir zaman için idare edilmesi gereken bir “müttefik” haline geldiği ve kendilerine artık sadece “Türkiye’nin hatırı” için (yani kerhen) katlanıldığı. Ancak yine de Türkiye’nin Rusya karşısında kesin olarak yalnız bırakıldığını söyleyemeyiz. ABD, RTE’ye kendi desteği olmadan Rusya karşısında ne hallere düşebileceğini göstermek istemiş de olabilir. Hani, beklenen görüşmede “Nasılmış? Şimdi gel bakalım!” diyebilmek için, bilemeyiz. Bu da bir “terbiye” veya “ıslah” yöntemi elbette. Eğer böyle bir yöntem uygulanıyorsa tutması halinde Türkiye, bütün iddialarına rağmen, bölgede ABD’nin Rusya ile ilişkilerini çekip çevrilebilen görece basit bir aracı durumuna düşecektir. Tabii, Saray rejimi elbette kendi burjuva çıkarları açısından çok daha fazlasını hayal etmektedir. Ancak gelinen noktada rejim, kaderini iç ve dış politikada, önemli ölçüde ABD’nin Suriye’de (ve başka yerlerde) askeri ve politik planda “mutemet adamı” yani “etkili bir aracı” olmaya bağlamış durumda. Hatta, “ABD bölgeden çekilsin” önerisini bile bu nedenle getirdi.

Türkiye’nin Taktik Kullanım Değeri ve Rusya’nın Hesapları…

Rusya ile ilişkilere gelince… Rusya’nın, Türkiye’nin son tahlilde ait olduğu yeri bilmesinden kaynaklı sistematik bir güvensizlik beslediği; karakteri kendilerince malûm RTE ve rejimle dikkatli, temkinli, sabırlı ve “araçsal” bir ilişki sürdürdüğü biliniyor. Bu nedenle Rusya, İdlib’le ilgili hamlesini hem kendisinin hem de Türkiye’nin ABD ve Batı ile ilişkilerinin seyrine, kendi stratejik planlarının gereklerine, bölgesel ilişkilerinin bütününe ve bu bağlamda Türkiye’nin “taktik kullanım değerine” bakarak yapacaktır. Rusya, büyük bir ihtimalle son hamleyi (arada gerçek bir bölgesel facia yaşanmadığı takdirde) yapmadan önce bir süre daha dilim dilim kesmeye dayalı “salam taktiğini” uygulamaya devam edecektir; elbette baskıyı artırarak, daha kesin tarihler vererek ve süreleri kısaltarak. Unutulmaması gereken husus, Rusya’nın bazı kaçınılmaz tavizler vermek zorunda kaldığı durumlarda bile bir çeşit “yemleme-tuzaklama” politikası izleyip Türkiye’yi kendisi için kullanışlı pozisyonlara soktuğu veya oralarda tuttuğudur.

İçeride ve Dışarıda Benzer Dinamikler…

Sonuç itibariyle rejim sözcülerinin ve destekçilerinin bir marifetmiş gibi anlattığı dış politikanın manevra alanı büyük ölçüde daralmış ve Türkiye, siyasi açıdan muhatap olduğu büyük güçlerin gözünde son derece güvenilmez bir konuma gelmiştir. Saray’ın neredeyse tamamen askerileşmiş dış politikasında, iyice daralan manevra alanını giderek tehlikeli hal alan “denge” taktikleri, yani büyük güçleri karşı karşıya getirmeye dönük provokasyon ve emrivakiler yoluyla genişletme ihtimali akıldan çıkarılmamalıdır (bu hem ABD hem de Rusya tarafından bilinen ve onları dikkatli olmaya iten bir husustur. Örnek, NATO’yu harekete geçirebilmek için Rus uçağının düşürülmesi).

Tekrar edecek olursak, rejimin dahili ve harici politikaları, son derece iç içe geçmiş bir biçimde ve benzer dinamikler (çöküş-saldırganlık) üzerinde yol almaktadır ve kaçınılmaz olarak aynı son noktada birleşecektir.

Bu nedenle cevabı aranması gereken asıl soru, Soçi’de neler olduğunun ötesinde Türkiye’de neler olabileceğidir!

Yazar Hakkında