REJİMİN AÇIK TEHDİTLERİ CİDDİYE ALINMALI MI?

REJİMİN AÇIK TEHDİTLERİ CİDDİYE ALINMALI MI?

Seçim sathı mailine girildiğine dair genel bir kanı olsa da kimse neyin nasıl olacağından emin değil. “Bunlar seçim falan yaptırmaz, yaptırsa da sonuçlarını tanımaz!” diyenler de var. Zıtlıklarla dolu bir süreç işliyor. Gözler anket sonuçlarına, kulaklar rejimin tepe noktalarından gelen tehditlere çevrilmiş durumda. Burjuva muhalefeti seçimleri kimsenin engelleyemeyeceğinden ve bu iktidarın ilk seçimde gideceğinden eminmiş gibi görünse de sık sık bazı endişeler dile getiriyor. Örneğin Kılıçdaroğlu, önümüzdeki dönemde işlenebilecek siyasi cinayetlerden söz ediyor. Bir başka muhalefet mensubu ise bu konuda duyumlar aldıklarını beyan ediyor.  Farklı koşullarda bunlar muhalefetin iktidarı yıpratma amacıyla dile getirdiği söylentiler, iddialar olarak da görülebilirdi. Ancak iddiaların temelinin doğrudan doğruya başta RTE olmak üzere rejimin önde gelenlerinin ve bazı “kalemşorlarının” açık beyanları olması, muhalefetin çeşitli konularda en yetkili ağız tarafından alenen ve tekraren tehdit edilmesi, hatta bu tehditlerin dayak ve saldırılar biçiminde yer yer hayata geçmeye başlaması durumun ciddiyetine işaret ediyor.

Tehdit Tehdit Üstüne ve Peker’in Dedikleri

RTE son olarak, parti meclis grubunda, Kılıçdaroğlu’na 2019’da Ankara Çubuk’ta yapılan linç girişiminin görüntülerini seyrettirdikten sonra onun “Sandıkta aldığı mağlubiyetlerden hiçbir ders çıkarmadığını” ve “Tüm tehditleri için millete yeniden hesap vereceğini…” söyledi. Bu açık bir linç tehdidi anlamına geliyordu. Muhalefete yönelik tehditler elbette bununla sınırlı değil. RTE bir süre önce Rize’de saldırıya uğrayan Akşener’e de “Bunlar daha iyi günleriniz, daha neler olacak neler!” demişti. Rejimin muhalefete yönelik “sistematik” tehditlerine yine RTE’nin “Ülke yönetimine talip olmaktan vazgeçin!” sözlerini de eklemeliyiz. Tabii, rejim yanlısı bazı yazarların, iktidarın muhtemel bir seçim yenilgisinin “darbe” olarak kabul edileceğini açıkça yazdıklarını da unutmadan. Bütün bunlar, ülkenin bugünkü koşullarında, çok yakın tarihte yaşanan kanlı olaylarla birlikte düşünüldüğünde tevil götürmeyecek kadar net ifadeler.

Bir otokrat olarak RTE, Cumhuriyet tarihinin en dobra siyasetçisidir. O kimi zaman sözlerini “Aslında o anlamda söylemedi!” diyerek tevil etme yoluna giden yakın çevresini bile, “Hayır o anlamda söyledim!” diyerek bozum etmesiyle bilinir. Kısacası onun ağzından çıkan her sözü, en doğrudan anlamıyla kaydetmekte ve hesaba katmakta yarar vardır. Üstelik geçmişte yaşananlar bir yana, son zamanlarda peş peşe yağmaya başlayan başka birtakım bilgiler de Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin boşlukta edilmiş, “sallama” sözler olmadığını göstermektedir. Bunun en somut örneği, Sedat Peker’in hem kendi eski konumundan ve çok yakın geçmişinden, hem de çok büyük ihtimalle bir takım devlet kaynaklarından aktardığı bilgilerdir. Bu bilgilerin hemen hepsinin belgelere dayalı, doğru, güvenilir olduğu artık cümlenin malûmudur. Peker, kısa bir süre önce, geçmişteki o ünlü “Oluk oluk kanlarını akıtacağız, kanlarında duş alacağız!” sözünü, muhalif kesimlerde korku yaratmak (yani terör) amacıyla SADAT çevresiyle birlikte planlanan bir stratejinin parçası olarak söylediğini belirtti.  Böylece SADAT sorununun kritik bir dönemde yeniden gündeme gelmesini sağladı. Bunun hem içerik hem de zamanlama açısından bir anlamı olduğu belli. Bu açıklamalar büyük bir ihtimalle dananın kuyruğun da kopartacak olan seçim sürecine ilişkin devlet içi bir çatışmaya da işaret ediyor.

Bütün bunlar rejim tarafından uygulamaya konan bir korkutma-yıldırma kampanyasının yürürlükte olduğunu gösteriyor. Zaten muhalefet de bunun farkında ve bu nedenle iktidarın kendilerini asla korkutamayacağını ve seçmenlerin de asla korkmaması gerektiğini tekrar tekrar vurguluyor. Elbette bütün bu tehditlere cesaretle karşı durmak, korkuya, paniğe kapılmamak gerekiyor. Ancak böyle bir tavrın sağlıklı biçimde hayata geçirilebilmesi için neyin ne olduğunun tam manasıyla anlaşılması gerekiyor. Mesela rejimin genel olarak (kendi seçmeni de dahil) halkta ve özellikle de muhalefet üzerinde yaratmaya çalıştığı korkunun gerçek bir temelinin, yani ortada gerçekten korkulması gereken bir şeyin olup olmadığının, varsa nasıl bir şey olduğunun sağlam veriler temelinde anlaşılması, deşifre edilmesi çok önemli. Ayrıca iktidarın bu tehditleri gerçekleştirme güç ve kapasitesi; bu tehditlerin rejimin ayakta kalma (beka) stratejisiyle somut ilişkisi çok iyi analiz edilmelidir. Bunlar yapılmadan ve gerçekler halka açıkça anlatılmadan, “Psikolojiktir, kafanıza takmazsanız bir şey olmaz!” tutumuyla rejime karşı mücadele edilemez. Unutulmaması gereken bir diğer husus da böylesine rejimlerin kendi iç çelişkileri nedeniyle başka türden baskı rejimlerine dönüşme ihtimalleridir. Kısacası tek başına korkusuzluk ve cesaret, işin bu yönleri dikkatlice irdelenmeden kendi başlarına fayda sağlamaz.

Korkutma Siyasetinin İki Farklı Türü

Gücünü kaybetmekte olan bir baskı rejiminin korkutma politikasının genelde iki farklı türü vardır. Bunlardan biri “boş atıp dolu tutma” taktiğine dayanır. Yani gerçek bir gücü olmadığı halde rejimin, muhaliflerini korkutmayı denemesidir. Eğer muhalifler, geçmişten kalma veya genetik bazı korkularının, gerçek veya psikolojik güçsüzlüklerinin etkisiyle sinecek olurlarsa iktidar bir süre için dahi olsa hedefine ulaşabilir. Eğer muhalifler böyle bir korku emaresi göstermeyip aksine diklenir, “hodri meydan” derlerse korku silahı geri teper ve iktidarın çöküşü hızlanır.

Bir başka ihtimal ise, rejimin bütün dezavantajlarına rağmen, geçmiş tecrübelerine, rakiplerinin zaaflarına ve elindeki fiziksel güce güvenerek   muhalefeti tehdit edip uyarması, bu uyarısının ciddiye alınmaması halinde ise karşıtlarını ezmek üzere harekete geçmesidir. Bu diktatörlüklerin tarihlerinde sıklıkla görülen son bir “çılgınlık” (mesela bir “çılgın proje”) olarak da hayata geçebilir.

Bugün, çelişkili dinamiklere bakılarak her iki ihtimalden de söz edilebilir. Ancak burjuva muhalefet, bildik nedenlerden dolayı (Bunları pek çok kez anlattığımız için tekrar etmiyoruz.) ikinci ihtimali yok sayar gibi davranıp birinci ihtimali adeta “tek geçen” bir politik çizgi izlemektedir. Burjuva muhalefet kitlelere, “Tehditlerini gerçekleştirmeye cesaret edemezler, korkmazsak bir şey yapamazlar, güçleri yetmez! Seçimleri kaybedecekler ve gidecekler, başka bir ihtimal söz konusu dahi olamaz!” demektedir. “Normal” koşullarda olması beklenen ve tabii “demokrasi” açısından tercih edilmesi gereken de budur.

Küçük Bir Ayrıntı

Ancak dikkate alınması gereken “küçük bir ayrıntı” vardır: Türkiye’de bir rejim değişikliği yaşanmıştır! Bu, muhalefet tarafından zaman zaman dile getiriliyor olsa da sıklıkla unutulan veya görmezden gelinen bir husustur. Yani memleket, son birkaç yıldır yeni bir “normalin” hükmü altında, iktidar mensupları tarafından bile tam olarak “bilinmeyen sularda” yüzmektedir. Rejimin en tepe noktalarından ve içinde yer alan bazı güç odaklarından gelen tehditler, sırf bu “kendini bilmezlik” nedeniyle bile ciddiye alınmak zorundadır. Unutulmaması gereken husus, bu ülkenin “demokrasi tarihinin” sadece usulüne uygun olarak yapılan seçimlerden ibaret olmadığıdır! Yani önümüzdeki sorun, “normal” görüntüsü veren bir seçim sürecinde dahi “sandıkların korunmasıyla” sınırlı olmayacaktır. Zaten memleket sathına yayılmış olan derin endişenin nedeni de budur. Hemen herkes, “dönülemez yollara” girdiği için duyduğu her “tıkırtıyı” bir beka sorununa dönüştüren bu rejimden pek de hayırlı olmayan “bir şeyler” beklemektedir.

Sorun Korkup Korkmamanın Ötesinde, Hazırlıklı Olmaktır

Bütün bunlardan dolayı, burjuva muhalefetin seçmene cesaret ve moral vermeyi de amaçlayan -görünürdeki- iç rahatlığı Türkiye’deki yabancı diplomatik çevreler için dahi hayret konusudur.  “Büyükelçiler Krizinin” ardından medyada çıkan bir haberden anlaşıldığı kadarıyla, yabancı diplomatlar, muhalefetin bu rahatlığını pek paylaşmıyorlar.  Habere göre diplomatlar “otokratik rejimlerin hiçbir yerde kendiliklerinden gitmediğini” söylüyorlarmış.

Neticede kendi en gerici çekirdeği dışında içeride ve dışarıda artık hiç kimse tarafından istenmediği söylense de otokratik bir iktidarın ayakta kalabilmek, ömrünü uzatabilmek için yapabileceği bazı “kötü şeyler” vardır (Bunlara başka bir yazıda değineceğiz). O nedenle rejim kaynaklı tehditleri ciddiye almak zorundayız.  Böylesine koşullarda asıl sorun korkup korkmamak değil, hazırlıklı olmaktır.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında