Ekim Devrimi, İşçi Demokrasisi, Bürokratik Karşı Devrim

Kara propagandanın aksine 1917-1923 yıllarını kapsayan Sovyet iktidarının ilk yıllarında geniş bir işçi demokrasisi vardı.  İşçi devleti, işçi ve köylü temsilcileri konseyine yani Sovyetlere dayanıyordu. Çok geniş bir halk katılımına dayanan Sovyetlerde işçi örgütleri, sendikalar, fabrika komiteleri için geniş özgürlükler mevcuttu. Sovyet partileri içinse örgütlenme özgürlüğü vardı. Bunun yanında kültürel ve sanatsal özgürlük hiç olmadığı kadar serbestti. Karşı devrimciler hariç basın özgürdü. Parti içerisinde de tartışma özgürdü ve farklı eğilimler, fikirler parti yayınında yer buluyordu.

İnsanlığın ve gezegenin kapitalist yıkımdan, yağma ve sömürüden kurtulma umudu olan Ekim Devrimi’nin 104. yıl dönümündeyiz.

İşçi sınıfının ve işçi demokrasisinin bu muazzam deneyimi, Stalinist bürokrasinin ihanetleri sonucunda gidilen kapitalist restorasyonla sona erdi. Hemen ardından bir dizi burjuva ideologu (gerek sağ gerekse ‘sol’) sosyalizmin bir hata olduğu türküsünü tutturdu. Bu koroya “sosyalist soldan” da bir dizi liberal akım ve aydın katıldı. Onlara göre Stalin (ve devamcıları) Bolşevizmin kendisiydi. Öyle ki bu görüşler, Lenin ile Marx’ı birbirinden koparma çabasına kadar devam etti.

Stalinizmin bürokratik iktidarı ve onun sonucu olan yozlaşmayı sosyalizm olarak sunan burjuva ideologlarının aksine, biz, hala Ekim Devrimi’nin insanlığın kurtuluşu yolunda atılmış en büyük adımlardan biri olduğuna inanıyoruz.

Stalin’in Sovyetler Birliği’ni sosyalizmin (hatta komünizmin!) kendisi olarak görmek Marksizmin yerle bir edilmesidir. Stalin ve devamcıları kapitalizmi restore eden, baskıcı bir diktatörlük kurdular. Bu diktatörlük 1920’lerde iktidarı el geçirdi, Lenin ve Bolşeviklerin mirasını, Marksizmin öğretilerini tahrip etti.

O günden beri kapitalistler ve liberal solcular, reformistler, Stalinizm’in günahlarını Lenin ve dava arkadaşlarının üzerine atarak Bolşevizmi ve sosyalizmi itibarsızlaştırıyor. Bu lekeyi temizlemeye çalışan Troçki’yi, Sol muhalefet’i, Dördüncü Enternasyonal ve bugünkü devamcılarını ise görmezden gelmeyi tercih ediyorlar.

İç Savaşa Rağmen İşçi Demokrasisi

Kara propagandanın aksine 1917-1923 yıllarını kapsayan Sovyet iktidarının ilk yıllarında geniş bir işçi demokrasisi vardı.  İşçi devleti, işçi ve köylü temsilcileri konseyine yani Sovyetlere dayanıyordu. Çok geniş bir halk katılımına dayanan Sovyetlerde işçi örgütleri, sendikalar, fabrika komiteleri için geniş özgürlükler mevcuttu. Sovyet partileri içinse örgütlenme özgürlüğü vardı. Bunun yanında kültürel ve sanatsal özgürlük hiç olmadığı kadar serbestti. Karşı devrimciler hariç basın özgürdü. Parti içerisinde de tartışma özgürdü ve farklı eğilimler, fikirler parti yayınında yer buluyordu.

14 ulusun birliğinden oluşan Beyaz Ordu’yla savaşlarına, Menşevik ve Sosyalist Devrimciler’in sabotajına rağmen Bolşevikler işçi demokrasisini rafa kaldırmadılar. Ancak iç savaş ve ekonomik zorluklar, rejimi de sertleştiriyordu. Kızıl Terör, Ekim Devrimi’nin ayakta kalması için zorunlu hale geliyordu.

Troçki, ‘Terörizm ve Komünizm’ kitabında “Savaşta iktidarı ele geçiren işçi sınıfının amacı ve görevi, bu iktidarı sarsılmaz bir şekilde kurmak, kendi üstünlüğünü garanti altına almaktır.” diyordu. Yani karşı devrimcilerin iktidar özlemini işçi sınıfı yok etmeliydi. Aksi takdirde iktidarı ele geçirmek anlamsızdı. Bu bağlamda Kızıl Terör, Ekim Devrimi’nin devamıydı.

İktidarı korumak zorunda olan Bolşevikler, Sosyalist Devrimciler ile Menşeviklerin faaliyetlerine yasaklar koymak zorunda kaldılar. Her iki partinin de bazı liderleri karşı devrim cephesinde yer almıştı. Sosyalist Devrimciler, 1918’de darbe girişimi yaptılar, ardından da Lenin’e başarısız bir suikast girişiminde bulundular. Buna rağmen Bolşevikler basın ve örgütlenme özgürlüğünü tamamen yasaklamamış, iç savaştaki engellemelerine karşın bu muhalif partiler faaliyetlerini sürebilmişti.

Ancak devamında İşçi Cumhuriyeti’ni ayakta tutabilmek için iç fraksiyonların yasaklanması gibi bir dizi kara alındı. Eğer bu kararlar alınmasa işçi devleti yıkılabilirdi.

Stalinizm, Bolşevizmin Devamı Değildir

Yukarıda bahsettiğimiz olağanüstü koşullar nedeniyle, rejimi korumak için tedbirler alan Bolşeviklerin Stalinizmden farkı olmadığını söylemek, liberal lafazanların en çok kullandığı argümandır.

SSCB’de bürokratikleşme süreci, nesnel bir olguydu. Dünya devrimin geri çekilmesi sonucunda işçi devletinin tecrit edilmesi, derinleşen ekonomik kriz ve İç Savaş’ın verdiği hasar bürokrasinin önünü açtı. Bolşevizm, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda devrimci bir dalganın ortasında çıkmıştı, Stalinizm ise devrimci sürecin geri çekilmesiyle.

Eğer Stalinist bürokrasi, Bolşevizmin devamcısıysa neden eski Bolşevik muhafızların çoğunu yok etti? İç savaş kahramanı binlerce militan neden tutuklandı, neden işkence ve tehditle karşılaştı?

Gerçek Bolşeviklerin bürokratikleşmeye karşı canları pahasına verdiği mücadele, bu ikisinin iki uzlaşmaz kamp olduğunun başka bir göstergesidir. Bürokrasiye karşı kavgayı ilk başlatan Lenin’di, Sol Muhalefet ve Dördüncü Enternasyonal ise devam ettirdi.

Eğer Alman Devrimi yenilmemiş olsa ortaya farklı sonuçlar çıkacağını kestirebiliriz. Lenin ve Troçki bu tehlikeyi önceden görmüş ve devrimin Avrupa’ya yayılması gerekliliğini birçok kez ifade etmişlerdi. Ya işçi sınıfı Avrupa’da emperyalizmi ezecek, ya da Rus devrimi tecrit edilerek yok olacaktı. İkincisi oldu. İşte bürokrasinin önünü açan nesnel koşullar böyle oluşmuştu.

Bugün işçi sınıfı ve devrimcilerin görevi, ne liberal solcuların ne de Stalinizmin yolunu izlemektir. Bugün insanlığın kurtuluş yolu Ekim Devrimi ve Bolşevizmin devrimci izlerini takip etmekten geçmektedir. Troçki’nin de söylediği üzere, Bolşevizm hala Marksizmin en yüksek ifadesidir.

Esat Erdoğan

Yazar Hakkında