UFUKTA SINIF MÜCADELESİ GÖRÜNÜYOR

UFUKTA SINIF MÜCADELESİ GÖRÜNÜYOR

“Başkanlık Rejimi”, AKP’nin, 2008 ekonomik kriziyle beraber Türkiye’nin egemen siyasal ve askeri bloklarına sunmuş olduğu seçeneğin, bugün hükmünü süren yeni baskı rejiminin adı.

Bu baskıcı seçenek, egemen sınıf içindeki çatışmaların uluslararası gelişmelere bağlı olarak yoğunlaşmasıyla gündeme geldi. Dahası ulusal kapitalizmin, kendi ulusal pazarını artık demokratik araçlarla ve yöntemlerle yönetemiyor oluşunun açık bir ifadesi ve ilanıydı. Bu süreç şimdi ucu belirsiz çok yönlü ve açık bir kriz sürecine sürükleniyor.

23 Kasım akşamı, 1 Türk lirasının uluslararası piyasadaki değeri, 0,07 Euro’nun altına indi. Yani Erdoğan önderliğindeki başkanlık rejiminin ısrarla izlediği para politikası, Türk lirasının Eylül ayından beri %30 oranında devalüe olmasına yol açtı. Bir başka ifade ile Türkiye’nin emekçilerinin alım gücü bir anda %30 oranında düştü.

Erdoğan yeni ekonomik modelin kararlılıkla arkasında olduğunu söylüyor. Ona kulak verecek olursak, Saray rejiminin ekonomik politikaları biraz can yaksa da yakında cari dengenin sağlanması ve enflasyonun düşmesini sağlayacak.

Saray’ın baktığı yerden, değersizleşen TL, ihracatı destekleyecek; düşük faiz ortamı da yatırımları yukarı taşıyarak istihdamı artıracak.

Çünkü Saray’ın, Türkiye’yi Çin yerine Batı’nın tedarik üssü yapma hayalleri, “ihraç edilecek ürünlerin döviz cinsinden fiyatının ucuz olmasını” ve “maliyetlerin düşürülmesi için de ücretlerin aşağıya çekilmesini” zorunlu kılıyor.

Gerçekte bu politikanın sonuçları, döviz kurlarının sürekli yükselmesi, enflasyonun olağanüstü yıkıcı sonuçlarıyla artmaya devam etmesi, dolarizasyon, kıtlık tehlikesi ve emperyalizme ekonomik, siyasi ve askeri bağımlılığın – hamasi çıkışların aksine- derinleşmesinden başka bir şey olmayacak.

Belli ki, Saray rejimi, toplumun alın teriyle ayakta kalan geniş bir kesimini kendi bekası adına çoktan gözden çıkartmış durumda. Yoksulluk, yoksunluk ve işsizlik kitleselleşiyor ve derinleşiyor. Öte yandan üretim ve ihracatı esasen ithalata dayalı bir ekonominin bu koşullar altında olağanüstü tedbirler olmaksızın genişleyerek yeniden üretimini sürdürmesi, iç talebi karşılaması giderek imkansızlaşıyor. Yani yokluk, kıtlık ve sınıf mücadeleleri kapıda.

Egemen sınıfın restorasyon yanlısı kimi kesimleri açısından bütün bunlar kuralsızlığın ve tek adam rejiminin bir sonucu. Bu kesimin de gerçek bir demokrasi havarisi olmadığı apaçık ortada. Onların kitlelerin huzursuzluğunu seçim sandığına yönlendirmekten ve uzun zaman büyük karlar elde ettikleri “Başkanlık Rejiminin” inşasında üstlendikleri rolü saklamaktan başka bir şeyle ilgilendikleri yok.

Öte yandan Saray rejiminin egemen sınıflar adına elde etmiş olduğu stratejik mevzilerden de taviz vermeye hiç gönüllü değil bu restorasyoncu beyzadeler. Kitleleri her ne pahasına olursa olsun sokaktan, seferberlikten, onları kendine ait çıkarları olan bir sınıf olarak hissettirecek tüm tutumlardan uzak tutma çabaları pısırıklıktan değil, tüm girişimleri egemenler arası savaşa ve sandığa indirgeyen ve kitleleri işin içine karıştırmayan bir dönüşüm ihtiyacından kaynaklanmakta.

Belli ki, önümüzdeki günlerde ülkedeki en ufak bir demokratik kazanımın kaderi, emekçi yığınların bağımsız bir siyasal aktör olarak sahne almasına bağlı olacak.

Türkiye’nin bugün kararnamelerle yönetiliyor oluşunu, parlamentonun hükümsüz hale gelişini ve anayasal yargının silikleşmesini Türkiye’nin mevcut sermaye düzeninden ayrı tutmak mümkün değil.

Dahası bu sermaye düzeninin, Türkiye’yi sanayileştirme, kalkındırma ve toplumsal refahı artırma ihtimali artık bütünüyle ortadan kalkmış durumda. Türkiye kapitalist bir ekonomide genç işsizliğini sıfırlayamaz, refahı artırıp eşit bir şekilde dağıtamaz, yoksulluğu engelleyemez. Türkiye kapitalizmi tarımsal üretimi yükseltemez, gıda krizine doğru gidişatı durduramaz.

Dolayısıyla bugün Türkiye’de yalnızca AKP değil, kapitalist düzen de tam bir sıkışmışlık içerisindedir ve bu ikisinin eş zamanlı krizi birbirini beslemekte, bu da hem insan hayatlarını büyük bir cendereye almakta hem de toplumsal çöküntüyü tetiklemektedir.

Bu cendereden çıkışın yegâne yolu, işçilerin artık kendi sözünü söylemesinden geçiyor. Bunun için işçileri ve tüm ülkeye yayılmış durumdaki mücadeleleri ve ülkenin her milletten, dinden, sosyal kesimden işçilerini birleştirmeye yarayan bir zemine ihtiyacımız var.

Yine, Yeniden: Ne yapacağız?

Öncelikle gerçekçi olacağız. Böyle kriz dönemlerinde işçi sınıfı ve emekçilerin en basit hak ve kazanımlarını korumaları dahi büyük mücadelelerin konusu haline gelecektir. Bunu bileceğiz.

Uyanık olacağız. Krize biz değil, patronlar yol açtı. Şimdi sorumluluklarını gizleyerek ve “dış saldırı” teranesiyle, güvenlik önlemleriyle ya da milliyetçilik dalgasını yükselterek sorumluluğu üstlerinden atmayı hedefliyorlar.

Örgütleneceğiz. Siyasi parti, sendika, işyeri komitesi vb. arayacak, iletişime geçecek; memnuniyetsiz isek yönetimini, programını, işleyiş biçimini değiştirmeye çalışacağız. Bu örgütleri, şartlar ne olursa olsun, öz gücümüzün ve dayanışmamızın kaleleri olarak dönüştürmeye odaklanacağız. Mücadele etmeye kararlı tüm işçi sınıfı temsilcileriyle mücadeleyi ortaklaştırmanın kararlı savunucuları olacağız.

Sendikalı-sendikasız, işçi-işsiz demeden, her siyasi görüşten, her milletten ve mezhepten emekçileri doğru bir program etrafında birleştirmeye çalışacağız. Fabrika ve işyerlerimizde, mahallelerimizde yan yana gelerek dayanışma ve mücadeleye dönük komiteler kuracağız. Örgütsüz tek kişi ve alan bırakmayacağız.

Bulunduğumuz her yerde, işten atılmaların yasaklanabilmesi için, sendikal özgürlüklerin elde edilmesi için, finans kapitalin yağmaladığı dış borçların ödenmemesi için, patronların yeni saldırılarının durdurulabilmesi için, işçiden ve emekçilerden yana planlı bir ekonomik sistemin kurulabilmesi için ortak bir mücadele programı oluşturulmasını, böyle bir program altında ülkedeki tüm mücadelelerin ve emek örgütlerinin birleştirilmesini talep edeceğiz ve sağlayacağız.

Ekonomik krize kaynak mı arıyorsunuz? Dış borçları ödemeyin. Ülke kaynaklarına dişlerini geçirmiş durumdaki çokuluslu şirketleri kamulaştırın. Patronların borçlarını ödemeyi reddetmek ve dev şirketlerin sömürüye dayalı gelirlerini kamulaştırmak krizin gerçek çözümü için zorunlu bir başlangıç.

Murat Yakın

Yazar Hakkında