SEÇİME DOĞRU… PAMUK İPLİĞİNE BAĞLI BİR ÖZGÜVENE KARŞI İMKÂNSIZ GİBİ GÖRÜNENİ İSTEMEK!

SEÇİME DOĞRU… PAMUK İPLİĞİNE BAĞLI BİR ÖZGÜVENE KARŞI İMKÂNSIZ GİBİ GÖRÜNENİ İSTEMEK!

Burjuva muhalefetin kitlesel bir coşku ve umut yaratamaması, farklı ihtimalleri göz önüne alan dört başı mamur bir politik mücadele programı ortaya koyamaması, rejimin geleceğine, (daha doğrusu gideceğine) ilişkin beklentileri ekonomi alanına sıkıştırdı. Tabii, bir de bu ekonomik durumdan dolayı iktidarın “kaybetmesi kaçınılmaz” bir seçim beklentisine. Bu nedenle muhalefetin seçimler konusundaki büyük “özgüvenine” rağmen,  iktidarın, belirsizliklerle dolu, iflası kaçınılmaz, iktisadi açıdan çok tehlikeli ihtimalleri barındıran bir ekonomik girişimi bile, kısa vadeli etkileri üzerinden bir endişe kaynağına dönüşebiliyor. Bu durum burjuva muhalefetin belirli bir alana sıkışmış mücadele hattının yetersizliğini, halkın muhalif kesimlerinin endişelerini ortadan kaldıramadığını ve kitlelere yaymaya çalıştığı “Mutlaka gidecekler!” şeklindeki mesnedi tartışmalı özgüvenin “pamuk ipliğine” bağlı olduğunu gösteriyor. Sorun sadece rejimin ekonomik planda “şapkadan çıkardığı” veya çıkarabileceği “tavşanlarla” da sınırlı değil. Toplumun geniş muhalif kesimleri, görünürde kötü ihtimalleri akıllarından uzak tutmaya gayret edip her ne kadar “pozitif” düşünmeye çalışsa da, burjuva muhalefetin önerdiği mücadele yönteminde ciddi bir boşluğun, çok kritik ve cevapsız “kör noktaların” olduğunun farkında. Muhalefet partilerinin verdiği “garantilere” rağmen bu geniş kesim, rejimin kendilerine vaat edildiği kadar kolay gitmeyeceğinin farkında.

Seçimler ve Ekonomi

Seçimler mevzuu ile başlayalım: Zaman zaman bu iktidarın o kadar kolay gitmeyeceğini yazıyoruz. Evet, rejim, bütün çözülme alâmetlerine rağmen, toplumsal ilişki ağları, iktidarda olmanın sağladığı devlet imkânları ve saldırganlık eğilimliyle dengelenen ve de muhalefetin zaaflarıyla beslenen bir güce sahip. Yani bu rejim bütün olumsuz koşullara rağmen beklenenden çok daha uzun bir süre ayakta kalabilir.  Bu tür rejimlerin siyasal meşruiyet kaynağının öncelikle bir çeşit “serbest seçim” olması, onların kaderinin tek başına bu seçimler tarafından belirleneceği anlamına gelmiyor. Burada asıl mesele, bu rejimlerin seçimleri kazanabilmek amacıyla yapabileceği çok çeşitli işler ve “daha da beterine” dönüşme potansiyelleri. Bu rejimler rüzgârın tersten esmeye başladığı dönemlerde, kazanabilecekleri türden seçimleri organize etme gibi bir maharete sahipler. Yani kendileri için epeyce olumsuz koşullarda dahi bunları yolcu etmek,  anketlere, oy oranlarına, seçim sonuçlarına odaklanmış bildik politikalarla mümkün değil; her bakımdan daha fazlası gerekiyor.

Ekonomik boyuta gelince. “Kaçınılmaz” biçimde rejimin yıkılmasıyla sonuçlanacak  “giderek ağırlaşan-kesintisiz bir kriz” inancına dayalı beklentiler pek çok zaman hayal kırıklıklarına yol açar. Her şeyden önce ekonomik krizler inişli çıkışlı bir yol izler. Ayrıca ekonomik krizlerle siyasi ve toplumsal rejimlerin yıkılışı arasında otomatik bir bağlantı yoktur. Bu ilişki her zaman diyalektik bir nitelik taşır. Krizler bazen beklenenin tam tersi sonuçlar verir. Yani beklenen olmaz; “seçmen” sadece kötü iktisadi koşullar yüzünden kahir ekseriyetiyle muhalefet saflarına geçmediği gibi, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi kitleler de, öncesinde yeterli güç, önderlik ve örgütlülüğe sahip olmamaları halinde, krizin yol açtığı dağılma ve umutsuzluk nedeniyle rejime karşı büyük seferberliklere girişemezler.  Aksine bazen ekonomik durumdaki belirli bir düzelme, kısa dönemli de olsa bir canlılık emekçilerin mücadele gücünü artırabilir. Bu konudaki yanlış hesaplar öncelikle işçi sınıfı güçlerinin, sosyalist solun, devrimci muhalefetin sağlığı ve istikbali açısından tehlikelidir. Burjuva muhalefet kendisi için en olumsuz koşullarda dahi kendi burjuva “habitatında” var olmanın avantajına ve sabrına sahip olsa da, kapitalist düzene karşı mücadele yürüten güçler için hayat son derece zorlaşır.

Kısacası kendisi için en olumsuz koşullarda dahi bir rejimin tarihin çöplüğüne yollanmasının otomatik, garantili ekonomik ve politik koşulları yoktur. Mücadele her zaman çok daha çeşitli,  karmaşık ve inişli çıkışlı yollar izler. Hiçbir rejimin muhtemel sonunu piyasaya, borsa ekranlarına, kur hareketlerine ve benzer verilere bakarak net bir biçimde kestirmek mümkün değildir. Siyasi mücadelenin ve önderliğin en büyük zorluğu, öncelikle gerçek hayatta olgular arasındaki derin ilişkilerin ve bazıları ilk bakışta göze çarpmayan çelişkilerin doğru biçimde keşfedilebilmesidir.

“Devrimci Bir İlgisizliğe” Karşı Strateji ve Taktik…

Bu durumda işçi sınıfı öncülerinin, ileri işçilerin ve sınıf eksenli bir mücadele sürdürmeye çalışan sosyalistlerin, burjuva muhalefetin fazla güven vermeyen, gerçekte pamuk ipliğine bağlı bir özgüvene dayalı, “seçimci” politikalarından gerçek manada uzak durmasında, belirgin biçimde ayrışmasında yarar var. Bunun anlamı, mesela “bu düzen altında seçimlerin bir aldatmaca olduğu” veya “kim gelirse gelsin bir şeyin değişmeyeceği” gibi çok genel tarihsel gerçekleri yeniden ve yeniden dile getirmek değildir. Tekrar edelim, burada karşı çıktığımız şey “seçimcilik” yani açık ya da örtülü biçimlerde bugünümüzü ve istikbalimizi seçimlere, seçim sonuçlarına ve burjuva düzeninin bize layık gördüğü kadarıyla  “demokrasiye”  bağlamak ve bu türden yaygın yanılsamalara katkıda bulunmaktır. Yoksa seçim sonuçları bazı koşullarda çok kritik dönüm noktalarına ve kırılmalara işaret edebilir. Sosyalistlerin bu türden seçimlerde devrimci bir ilgisizliğe (Ki, bu bir çeşit apolitikliğin örtülü halidir.)  kapılmamaları, kendi içlerine kapanmamaları ve taktik anlamda hesaplı bir politik tavır almaları gerekir. Tabii böyle durumlarda doğru devrimci bir taktik, gerçek ve somut anlamıyla devrimci bir stratejinin varlığına bağlıdır. (Bu başka bir yazının konusu.) Böyle bir stratejinin yokluğu, seçimlerde oy kullanıp kullanmama, neye ve kime oy verilip verilmeyeceği gibi konularda sonu gelmez tartışmalara ve geleneksel suçlamalara neden olacaktır. Unutulmaması gereken husus, dış görünüşü bazen birbirine benzeyen politikaları ve talepleri birbirinden farklı kılan, birbirine hiç benzemeyen stratejilerdir. Gündelik ve konjonktürel planda reformizmle devrimciliği ayırt etmemizi sağlayan en önemli etmen bu stratejik farklılıktır. Bu aynı zamanda sınıf mücadelesindeki gerçek tavır ve amaçlarımızı ve yine sınıfsal açıdan ne türden bir demokrasiyi hedeflediğimizi belirleyecek olan kritik noktadır.

Geleceğimizi, emekçi kitlelerin doğrudan siyaset alanına girmesinden her şeyden daha çok korkan burjuva muhalefetinin “ince” hesaplarına, “zulada” tuttuğu uzlaşma planlarına, parlatılarak öne sürülen geçmiş özlemlerine (güçlendirilmiş parlamenter rejim) ve kitleler arasında yaymaya çalıştığı “pamuk ipliğine bağlı” özgüvene değil devrimci sınıf mücadelesine ve onun gereklerine bağlamak zorundayız. Bu bizce en gerçekçi yoldur: Birincisi, bugünkü iktidarın her şeye rağmen ayakta kalma ihtimali; ikincisi, eski rejimin, bu defa “güçlendirilerek”  ihya edilmek istenmesi ve üçüncüsü, bu ülkede bir işçi demokrasisi ihtimalinin dört başı mamur bir burjuva demokrasisi ihtimalinden kat be kat fazla olması nedeniyle…

O nedenle, 1968’in ünlü bir sloganını biraz değiştirelim ve  “Gerçekçi olup imkânsız gibi görüneni isteyelim!”

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında