BİR İÇ SAVAŞ REJİMİNİN AÇIK TEHDİTLEri

BİR İÇ SAVAŞ REJİMİNİN AÇIK TEHDİTLEri

“…Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün 15 Temmuz’da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi evvelallah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız. 84 milyonun her bir ferdini öz kardeşimiz olarak görerek bağrımıza basıyoruz. Gönül dilinden anlamayanlara, anladıkları dilden konuşmasını biliriz.”

Cumhurbaşkanı’nın dediği bu. Gizlisi saklısı yok, üstelik “mecazi” anlamda konuşmadığını da biliyoruz. Yani açıkça “Tek tek veya küçük gruplar halinde sokağa çıkmalarına izin vermediğimiz muhaliflerin, memnuniyetsizlerin kitlesel biçimde sokağa çıkmaları halinde bunu bir darbe girişimi olarak görüp AKP ve MHP’lileri üzerlerine salar, derslerini veririz!” diyor. Bu açık sözlülüğün iyi tarafı şu, bizi şaşırtmıyor, iddialarımızı her defasında kanıtlama zorunluluğundan da kurtarıyor. Ağzını her açtığında, toplumun endişe duysa da bir biçimde unutmaya çalıştığı (bu arada burjuva muhalefetin de ısrarla unutturmaya çalıştığı) en kötü ihtimalleri hatırlatıyor. Böylece “Yok artık o kadarı da olmaz!” dediğimiz anlarda bile, “Rahat olun, ben buradayım!” diyor. Tabii, nihayetinde bunların hepsi güç meselesi. Yapar yapamaz veya yüzüne gözüne bulaştırır, ummadığı sonuçlar alır o ayrı, ama zihniyet belli, sıkı durmakta yarar var.

İç Savaş Rejimi Nedir?

Yeni rejimin ilk alâmetlerinin görünmeye başladığı 2014 yılında “İşçi Cephesi” gazetesinde “Bir İç Savaş Rejimine Doğru” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazıda RTE tarafından kurulmakta olan rejimin kaçınılmaz biçimde bir iç savaş rejimine dönüşeceğini söylemiştim. Ancak iç savaş kavramının doğrudan anlamı ve yaptığı çok daha somut ve askeri çağrışımlar nedeniyle derdimi pek anlatamamıştım!

“İç savaş rejimi” kavramı Troçki’nin “Faşizme Karşı Mücadele” kitabında faşist rejim için kullanılmıştır. Kavram, muhtemelen çıplak, doğrudan anlamıyla bir iç savaş ihtimalini de içermekle birlikte esas olarak diktatörlüklerin ezdikleri, baskı altına aldıkları toplum kesimlerini, emekçi sınıfları, muhalif siyasal güçleri tamamen etkisiz kılmak, tasfiye etmek veya kıpırdayamaz halde tutmak amacıyla sistematik olarak uyguladıkları askeri, polisiye, hukuki-yasal, siyasi önlem ve uygulamaların bütününü ifade eder. İşin hukuki-yasal boyutunu “düşmanla savaş hukuku” oluşturur. Bu, yurttaşların bir bölümü üzerindeki yasal devlet korumasının kaldırıldığı, her türlü siyasi muhalefetin “vatana ihanet” ve “millet dışılık” olarak tanımlandığı bir durumdur. Toplumsal planda, örneğin faşist rejimlerde, bütün toplum, özellikle de işçi sınıfı ve muhalif kesimler, polisiye baskının da ötesinde, rejimin bir parçası haline gelmiş, resmi statü kazanmış paramiliter örgütler, rejim tarafından örgütlenmiş sendikalar, çeşitli korporatist örgütlenmeler vb. kurumlar tarafından kontrol altında tutulur. Siyasi planda ise muhalif faaliyetler yasaklanır, bu yoldaki girişimler ağır biçimde cezalandırılır…

Tabii, bunlar uç örneklerdir ve bu halleriyle, yukarıda da belirttiğimiz üzere, “en mükemmel halleriyle” ancak faşist rejimlerde görülür. Ancak faşizmle demokrasi arasında, bir bölümü “Bonapartizmin” çeşitli türleri olmak üzere, bir dizi “geçişsel”  veya görece kalıcı ve “kurucu” baskı rejimi yer alır. Bunlar kendilerine has karakteristik özelliklerinin yanı sıra, toplumsal işlevlerine, güçlerine ve denetim kapasitelerine göre değişen ölçülerde bazı ortak özelliklere sahiptir. Bu rejimlerin ortak “iç savaşçı” niteliklerinin derecesi bu farklılıklar tarafından belirlenir.

Bizimkiler…

Bizdeki rejimin iç savaşçı karakterinin ölçüsünü-gücünü belirleyen de bu özellikleridir. İç savaş rejiminin henüz sözel düzeyde ve kısmen geleceğe dönük ve biraz da “şartlı” (“Eğer sokağa çıkarsanız…”) düzeyde olmasının nedeni rejimin “yeni- bonapartist” niteliği ve daha en başından malûl olduğu dezavantaj ve zaaflardır (Bunları daha önce uzun uzun anlattığım için detaya girmiyorum). Bunlara son dönemde giderek artan güç kayıplarını ve çok ciddi yönetim başarısızlıklarını da ekleyebiliriz. Ancak bu eksiklikler RTE’nin açık tehdidinin öylesine boşluğa “sallanmış” olduğu anlamına gelmez. Çünkü Cumhurbaşkanı “15 Temmuz’da yaşananlar” ve “sokağa çıkacak olanları önüne katıp kovalayacak Cumhur İttifakı” gibi somut olay ve güçlerden söz ediyor. Üstelik de “Gönül dilinden (!) anlamayanlara anladıkları dilden konuşmayı da bildiklerini” vurguluyor. Rejimin doğrudan veya dolaylı desteği ile örgütlendikleri bilinen paramiliter grup ve çeteler (sınır ötesindekiler de dahil) ve tekrar zuhur eden eski “kontra-mafya” unsurlar bir yana, Cumhur İttifakı’nı oluşturan “milliyetçi-mukaddesatçı” siyasi eğilimlerin tarihsel geçmişleri ve kanlı marifetleri de düşünüldüğünde (Kanlı Pazar, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas vd.) RTE ve küçük (ama etkili) ortağının sıklıkla dile getirdikleri tehditlerin elbette korkmadan ancak ciddiyetle ele alınması gerektiği anlaşılır. Cumhurbaşkanının söyleminin aynı zamanda önümüzdeki seçim sürecinde yaşanabileceklere de işaret ettiğini vurgulamamız gerekiyor. Bu taktiklerle mücadele edilememesi halinde bırakın “sokağa çıkmayı”, seçimlerde serbestçe oy kullanmak bile sorun haline gelecektir. 

RTE, Gezi’de yüzde 50’yi evlerinde zor tuttuğunu söylüyordu. Ancak iktidarının ciddi bir tehlike altında olduğunu ve iyice dönülmez yollara girdiğini hissettiği günümüzde artık rejimi protesto amacıyla sokağa çıkacaklara karşı, en yasal ve demokratik haklarını kullanıyor bile olsalar, doğrudan “darbeci” muamelesi yapılacağını; kendisinin ve ortağının elindeki güçlerin (elbette devlet desteğinde) serbest bırakılacağını açıkça ifade ediyor. “Bizler Cumhur İttifakı olarak önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız” sözünün başka bir anlamı olamaz; ki bu iç savaşçı bir dilden başka bir şey değildir. Böyle bir söylemin pratik bir biçim alması halinde gerçek bir iç savaşı ortamını yaratacağını, bunun da var olan güç ilişkileri bağlamında kendi sonunu da getirebilecek olaylara, hatta belirli şartlarda bir müdahaleye yol açabileceğini söyleyebiliriz.

“Utanmadan Sıkılmadan” Sokağa Çıkmak! Cumhurbaşkanı’nın söylemi ve tarihsel deneyim, İslamcı ve faşist rejim güçlerinin demokratik ve kitlesel protesto eylemlerine karşı kolaylıkla yasal sınırların dışına çıkabileceğini ve geçmişte olduğu gibi muhalefete karşı “sokak taktiklerine”, daha açık konuşacak olursak şiddet politikalarına yönelebileceğini gösteriyor. Var olan koşullarda “iç savaş rejimi” olarak tanımladığımız olgu budur. Buna verilecek cevap “Vallahi billahi biz öyle bir şey demedik, kimseyi sokağa çağırmadık, bizim kitabımızda sokak yok!” demek değil, emekçi halkın “utanmadan ve sıkılmadan” sokağa çıkmak da dahil hak ve özgürlüklerini aktif biçimde savunmak ve emekçi kitlelerin örgütlü ve birleşik mücadelesi için mücadele etmektir. Bir “iç savaş rejimi” ancak böyle yenilebilir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında