PUTİN DOĞRU SÖYLÜYOR…

PUTİN DOĞRU SÖYLÜYOR…

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 21 Şubat günü, Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçılar tarafından kurulan Luhansk Halk Cumhuriyeti ve Donetsk Halk Cumhuriyeti’ni resmen tanıyacaklarını duyuran kararnameyi imzaladı.

Putin’in bölgede gerilimi oldukça yükselten ulusa sesleniş konuşması Rus kapitalizminin ve yayılmacılığının aymaz bir manifestosu niteliğindeydi. Tıpkı Çarlık otokrasisi gibi Ukrayna ulusunu tanımayan Putin, Sovyet Ukrayna’nın- ve aynı zamanda modern Ukrayna’nın- Ekim Devrimi’nin Bolşevik Lideri Vladimir İlyiç Lenin tarafından yaratıldığını ve SSCB’nin kurucusunun bu kararla tarihsel açıdan “Rusya’yı” -siz bunu “Rus kapitalistlerini” diye okuyun- dezavantajlı bir konuma soktuğunu söylerken tümüyle haklıydı.

Ukrayna her daim ulusal baskılara maruz kaldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce ülke, Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorlukları arasında egemenlik alanlarına bölünmüş durumdaydı. Buna karşın bölgenin büyük bir bölümünü kontrol eden Çarlık otokrasisisiydi. 1917 yılında Rusya’daki  Ekim Devrimi’nden sonra, Kiev Sovyeti aracılığıyla ülke bağımsızlığını kazandı. 1919-1921 arası Ukrayna, Denikin ve Wrangel komutasındaki Beyaz Ordu ile Mart 1919’da Rakovski önderliğinde kurulan Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni destekleyen Kızıl Ordu arasında yoğun çarpışmalara sahne oldu ve 1922 yılının Aralık ayında SSCB’nin kurucu devletlerinden biri oldu.

1917 devrimini takip eden 7 yıl boyunca bu ülke, Sovyet rejimiyle ulusal sorunun çözümüne dair ciddi ilerlemeler kaydedecekti. “Ukranizasyon” süreci olarak adlandırılan bu dönem boyunca Ukraynalıların sanat, kültür ve yerel dil olarak Ukrayna dilini kullanması ve ulusal haklarına saygı duyulması Bolşeviklerin temel politikası oldu.

İşte Putin’in bir Çarlık Rusya temsilcisi gibi hayıflandığı ve sonraki yıllarda da Rus yayılmacılığını zayıf düşüren Bolşevik politika buydu. Bu zaman diliminde Ukraynalılar dünyanın ilk işçi devletini oluşturan federasyonun gönüllü ve kurucu bir üyesiydi ve Ukrayna halkları bu kurucu dönem boyunca yalnızca ulusal sorun bağlamında değil; sağlık, barınma ve kadın haklarında da son derece ileri mevziler elde ettiler. Yeri gelmişken, bu dönemdeki politik ve kültürel kazanımların, dönemin baskıcı Polonya’sında gıpta uyandırıcı bir referans teşkil ettiğini vurgulayalım.

Ne var ki tüm bu ilerlemeler, Stalinist karşıdevrim süreciyle birlikte ağır bir çöküş sürecine girdi. Bu dönemde izlenen sistematik “Ruslaştırma” politikası her tür “ayrılıkçı eğilimi” şiddet yoluyla ezmek üzerine kurulmuştu. Hatırlayalım, en az 5 milyon köylünün ölümüyle sonuçlanan tarımda zorunlu kolektifleştirme ve toplama kampları, Kırım halkı örneğinde olduğu üzere zorunlu göç politikaları, hep bu topraklar üzerinde hayat buldu.

1939 yılında imzalanan Hitler-Stalin Paktı, Kızıl Ordu’ya Batı Ukrayna’yı işgal olanağı sağlarken, bu paktı tanımayan Nazi orduları tüm Ukrayna topraklarını işgal ederek muazzam bir kitle kıyımına yol açtılar.

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Ukrayna’nın büyük kısmı ülkede bürokratik/deforme olmuş bir işçi devleti konumundaki SSCB kontrolü altında yeniden birleşmiş ve fakat temelde Rus bürokrasisinin ihtiyaçlarına boyun eğmiş durumdaydı.

Rus bürokrasisinin kontrolü, ülkede yerel deneyim ve güçlere dayalı bir sosyalizmi olanaksız kılmakla kalmayacak, Ukrayna’nın “Ruslaştırılması” politikası da bu bürokratik yozlaşma sürecine eşlik edecekti. Öyle ki 1987 yılında resmi dilin Rusça olduğu Ukrayna’daki tüm okulların yalnızca %16’sı Ukrayna dilinde eğitim verebiliyordu.

SSCB’nin çözülüşünün ardından, Sovyet bürokrasisinin ardılı Ukraynalı oligarklar bir yandan endüstri ve finansal pazarın önemli bir kısmını ellerinde tutup, diğer yandan Rusya ile ayrıcalıklı ilişkiler kurmaya odaklanırken; diğer kesimleri ABD ve AB ile -esas olarak da Almanya ile- bağlar kurmaya yöneldiler. İşte bugünkü krizin ardında yatan asıl neden tam olarak bu. Yani, ülkenin eşsiz doğal kaynaklarını ve emekçilerinin alın terini sömürme savaşındaki Ukraynalı oligarklar ve Rus yayılmacılığı ile ABD-AB emperyalizminin bölgedeki çıkar çatışmaları.

Emperyalizm, vampirleşmiş uluslararası finans aristokrasisi ve kapitalist oligarşinin bayrakları virüsün ta kendisi. Onlar insanlığa sadece yıkım vadediyorlar…

Murat Yakın

Yazar Hakkında