Ukrayna: Savaş, Temenniler ve Gerçekler

Ukrayna: Savaş, Temenniler ve Gerçekler

Yazan: Hakkı Yükselen

Önceki yazılarımızda Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısının nedenleri ve niteliği üzerinde durmuş ve bunun bir emperyalist saldırı olduğu; Rusya’nın konumunun “emperyalizme karşı mücadele” ve “öz savunma” ile bir ilgisinin olmadığını; işgalin, sonuçları itibariyle, emperyalizmin Batı kanadını bütünleştirip NATO’nun varlığına “meşruiyet” kazandıracağını belirtmiştik. Gelişmeler de bunu gösteriyor. ABD-Batı Avrupa ve NATO her ne kadar bu savaşa doğrudan katılmayacaklarını çeşitli biçimlerde beyan etmiş olsalar da bunun Putin’in beklediği türden bir geri adım, teslimiyet olmadığı açık. Aksine ABD-Batı Avrupa cephesi, çok büyük miktarlarda silah ve mühimmat sevkiyatıyla Ukrayna ordusunun savunma gücünü ve moralini büyük ölçüde yükseltirken, Rusya’nın çok kısa sürede ezici bir zafer kazanma planlarını da akamete uğrattı. Bunun kuvvetle muhtemel sonuçlarından biri, Ukrayna devletinin tamamen işgal edilip Putin’in Bolşevizm karşıtı “tarihsel” ifadeleri doğrultusunda ortadan kaldırılmadığı takdirde Batı emperyalizmi ile daha da ileri ölçülerde yakınlaşması olacaktır.

ABD’nin Hedefi

ABD, burada “bir taşla iki kuş vurmak” istiyor: Bir yandan uzun vadeli Çin stratejisi doğrultusunda Rusya’yı Avrupa cephesinde uzun süreli ve yüksek maliyetli bir yıpranma sürecine sokarken, öte yandan, çeşitli çelişkilerle gevşeyen Batı ittifakını toparlamanın ve geçmiştekine benzer dört başı mamur bir önderlik kurmanın peşinde. İşlerin yolunda gitmesi halinde savaş, Batı emperyalizminin başlıca güçlerine Ukrayna üzerinden, tek kurşun atmadan, sadece askeri değil, büyük çaplı ekonomik, mali, siyasi, ideolojik vs. başarı ve kontrol imkânları sunacak gibi görünüyor. Bütün bunların gerçekleşmesi, savaşın -beklentilerin tam tersine- orta ve uzun vadeli etkileri ve sonuçları açısından Rusya’nın aleyhine sonuçlanması anlamına da gelecek. Kısacası görünen o ki, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, ABD emperyalizmi ve NATO’nun Doğu Avrupa’daki konumu ve etkisi açısından esasa ilişkin bir gerilemeyle sonuçlanmayacak. Nihayetinde Ukrayna’nın NATO’ya katılmaması ve “tarafsızlığı” konusunda bir anlaşmaya varılsa bile, bu Rusya açısından bir başarı, ABD-NATO açısından da bir kayıp olmayacaktır. Aksine ABD emperyalizmi, Ukrayna’yı kullanarak (hatta harcayarak) bir yandan kendi Çin stratejisine uygun bir hamle yaparken, öte yandan, derece derece de olsa, Avrupa üzerindeki zayıflamış kontrolünü yeniden tesis imkânı bulabilecektir. Farklı yönde olağanüstü birtakım gelişmeler olmaması halinde bu süreç aynı zamanda ABD’ye Rusya etkisini ekonomik ve siyasi araçlarla önemli ölçüde zayıflatma, onu Avrupa’dan ciddi biçimde tecrit etme imkânı da sağlayacaktır. Kısacası, Rusya’nın (kendi çapında) emperyalist niteliği bir yana, bu savaşın emperyalist sistemin Batı kanadını güçlendirme ihtimali büyüktür. Sonuçta, emperyalizme karşı Putin aracılığıyla mücadele verilemeyeceği bir kez daha anlaşılacaktır!

Ukrayna ve Bir Ulusun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı Meselesi

Savaşın Ukrayna’nın tarafına gelince. Tek yönlü, düz ve hayli soyut bir bakış açısıyla buradan başlı başına bir “kendi kaderini tayin hakkı” hikâyesi çıkarmak ve saldıran taraf olarak Rusya’nın yenilgisini canı gönülden istemek mümkün. Ancak pek çok nedenden dolayı işin bu yönüne biraz dikkatli yaklaşmakta yarar var. Yanlış anlaşılmasın, burada önerilen, Ukrayna halkının acılarına, ülkenin uğradığı yıkıma ve Ukrayna’nın kendini savunma ve bağımsızlık hakkına duyarsız, Rusya yanlısı “antiemperyalist” bir tutum falan değil. Bütün halklar gibi Ukrayna halkının da kendi kaderini tayin hakkı tartışılamaz. Ancak ortada çok boyutlu ve karmaşık bir sorun var. Mesela bu somut örnekte “kendi kaderini tayin hakkı” meselesi Ukrayna devletinin emperyalist Avrupa Birliği’ne ve yine Batı emperyalizminin vurucu gücü NATO’ya katılma isteği biçiminde ortaya çıkıyor; ki bu, sömürge veya (gerçek) yarı sömürge bir ulusun kurtuluş veya bağımsızlık mücadelesinden farklı bir durum! Burada Rusya’dan ve Putin’in alenen ortaya koyduğu kötü niyetlerinden duyulan derin bir korku olsa da durum bu. Ayrıca işin içinde Ukrayna devletinin ve burjuvazisinin kendi çıkarları doğrultusunda gönüllü katılımıyla yürütülen ve ABD ile Birleşik Krallık’ın başını çektiği bir emperyalist operasyon da var. Yani mesele Ukrayna devletinin basitçe, bir Rus saldırısı karşısında Batı’nın yardımını kabul etmek durumunda kalması falan değil. Ayrıca, bütün bunların bir “demokrasi ve özgürlük” sorunu olarak sunulması, Batı emperyalizminin rolü ve Ukrayna iç siyasetinin unsurları düşünüldüğünde, içimizi fazla ferahlatmıyor! Kısacası ortada teorik ve politik anlamda bildik tarihsel örneklerden farklı ve haliyle daha değişik bir biçimde ele alınması gereken somut bir durum var.

Bu nedenle burada önerilen, sorunun karmaşık yapısına uygun biçimde çok yönlü ve politik bir bakış açısıyla ele alınması. Birtakım devletlerle doğrudan ilişki içinde olanların veya uluslararası meselelere derin ilgisizlikleri nedeniyle “orta yolcu” tutumlarla işi idare etmeye çalışanların dışında, enternasyonalizmden ve devrimci sosyalizmden bir nebze nasibini almış olanların yapması gerekenin bu olduğu çok açık.

Yöntem Üzerine Çok Kısa Bir Hatırlatma…

Mesele şu: Bu tür karmaşık süreçlere yüzeysel, tek boyutlu, yani derinliği olmayan, “zaman” boyutunu içermeyen, sürecin çelişkilerini ve iç ilişkilerini hesaba katmayan düz bir bakış açısıyla yaklaşmak sadece hatalara davetiye çıkartır. Gelişmeler, bütün yönleriyle, zaman ve mekân boyutlarıyla ve de en somut halleriyle ve diğer gelişmelerle ilişkileri bağlamında bütünsel olarak ele alınmalıdır. Gerçeklik, ancak, sınırlı bir bölümünü görmemize izin veren bir “fotoğraf karesi” olarak değil, akıp giden, öncesi ve sonrası olan bir “film şeridi” olarak kavranabilir. Troçki, diyalektik düşünceyle vülger düşünce arasındaki ilişkiyi, hareketli bir resmin bir fotoğrafla ilişkisine benzetir. Malum, diyalektik düşünce vülger düşünceden farklı olarak,  nesne ve olguları sürekli değişimleri içinde analiz eder. Sorunumuz tek bir fotoğraf karesinin ifade ettiği sınırlı gerçekliğin ötesinde tabiri caizse filmin tamamını görmektir!

Eksik ve tek yönlü bir bakışın bizi birtakım şablonlara, ilkeselmiş gibi görünen “tekerlemelere” mahkûm etmesi kaçınılmazdır. Kısacası, bu tür süreçler aşırı soyut ilkeler, kuru formüller ve “her derde deva” genellemelerle değil, diyalektik, devrimci, sınıfsal ve politik bir bakış açısıyla ele alınmalıdır (Bunlar elbette “ezbere bilinen” şeyler, ancak her defasında tekrardan hatırlatılması gerekiyor!).

Böyle bir yaklaşım tarzı, bize Ukrayna’da yaşananların, sadece ve basitçe Rusya’nın saldırısıyla başlamış bir Rusya-Ukrayna savaşı olmadığını gösterecektir. Burada, kapitalizmin uluslararası bunalımı koşullarında savaşın bütün taraflarını, karşı karşıya gelen büyük güçlerin niteliklerini, aralarındaki çelişkileri, bunların asıl hedeflerini, savaşın uzun vadeli sonuçlarını, uluslararası güç dengeleri üzerindeki muhtemel etkilerini, emperyalist sistem içindeki hegemonya mücadelesinin, daha da ötesi, kapitalist dünya bunalımının yol açtığı şiddetli rekabet koşullarında, bir noktadan sonra nükleer silahların bile devreye girebileceği emperyalistler arası kanlı bir hesaplaşmanın belirgin işaretlerini de görmek zorundayız. Böyle bir bakış, bizim için her şeyden önce, bir soyutlama ve hamaset olarak değil en somut anlamıyla uluslararası sınıf mücadelesi ve proletarya enternasyonalizmi açısından büyük önem taşımaktadır. Böyle bir yaklaşım, savaşın gidişatına ve sonuçlarına ilişkin “temennilerimiz” konusunda çok daha dikkatli olmamızı, politik olarak çok daha sorumlu davranmamızı da sağlayacaktır.

Askeri Bir Zafer veya Yenilgi…

Ukrayna Üzerinden Emperyalist Bir Hesaplaşmaya Doğru[1] başlıklı yazıda, “sorunun arka planı ve karşı karşıya gelen güçlerin niteliği, taraflardan birinin askeri zaferi veya yenilgisi üzerine “dileklerde” bulunmanın yanlış olacağını gösteriyor. Bu nedenle “savaşa derhal son verilmesini, Rus ordusunun geri çekilmesini, Ukrayna’ya yönelik her türlü emperyalist müdahalenin ve NATO yayılmacılığının son bulmasını istiyoruz” derken böyle bir bakış açısından hareket ediliyordu. Bu ifadelerin, “pasifist-barışsever” veya “orta yolcu” bir yaklaşımla en ufak bir ilgisi yoktur. Devrimci Marksizm’in uluslararası meselelerde çıkış noktası, teorik ve pratik anlamda “proletarya enternasyonalizmi” ve “dünya devrimi” ilkesi, yani işçi sınıfının uluslararası birliği, dayanışması ve toplumsal kurtuluş mücadelesidir. Bu nedenle emperyalizm, savaşlar, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı vb. tüm meselelerde bu ilkeleri esas alır ve sonuçları da bu esaslar üzerinden değerlendiririz. Bu konuda, sınıfsal yönünü şaşırmış veya sınıf mücadelesi fikrini devre dışı bırakmış ABD ve Batı Avrupa ile sınırlı tek yönlü bir antiemperyalizm anlayışıyla, ezbere tekrar edildiği takdirde yine aynı sınıf dışı yaklaşım olan “kendi kaderini tayin hakkı” ve hatta bitmez tükenmez bir “Ukrayna Devrimi” üzerinden sürdüren tek yönlü, tek boyutlu ve sadece görüntülere dayalı anlayışları reddetmek zorunda olduğumuzu vurgulamamız gerekiyor.

Rusya’nın veya Ukrayna’nın askeri yenilgisi üzerine herhangi bir “temennide” bulunmama tutumumuzun, ilkelerin dışında bazı “teknik” nedenleri de var. Rusya’nın askeri bir zaferinin “devrimci” bir sonuç vermeyeceği, bunun emperyalizme karşı bir zafer anlamına gelmeyeceği bir yana, emperyalist sistemin “yeniden üretiminden” başka bir anlam taşımayacağı açıkça ortada. Rusya’nın askeri yenilgisi yönündeki temennilere gelince. Bunun gerçeklerle bağlantısı ve gerçek hayatta ne anlama geleceği konusunda biraz düşünmek gerekiyor. Her şeyden önce askeri anlamda “köşeleri belirli” kesin bir Rusya yenilgisinin olmayacağı çok açık. Eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı olarak görev yapan Philip Breedlove’ye göre “Rusya’nın cephede yenilgiye uğratılması son derece ihtimal dışı. Rusya’nın takviye alabileceği büyük bir asker rezervi var. Ancak Ukrayna, Rusya’nın büyük bir bedel ödemektense anlaşmaya yanaşıp geri çekilmesini sağlayabilirse bu bir kazanç olur.”  

Rusya’nın ekonomik, mali, siyasi nedenlerle bir biçimde geri çekilmesi halinde bunun bir askeri yenilgi olup olmadığı konusunda uzun tartışmalar yaşanacak olsa da savaşın o zamana kadar uzamasının yaratacağı maddi ve insani yıkım, Ukrayna ve Rusya emekçileri arasında yol açacağı düşmanlık, bugüne kadarkinden çok daha ağır sonuçlar doğuracaktır. Bu durum her şeyden önce Batılı emperyalist güçlerin işine yarayacaktır. Rusya kimilerinin dilediği şekilde yenilmeyecek, ilerleme sağlayamadığı ölçüde çok ağır bir yıkıma yol açacak askeri taktiklere başvuracak ve hatta kimi zaman sözü edildiği üzere, tam bir çıkmaza girdiği noktada, taktik nükleer silahları kullanma yoluna gidebilecektir.  

Yani Rusya’nın askeri yenilgisine ilişkin hayaller gerçek hayatta, savaşın uzaması ve çok daha yıkıcı ve tehlikeli bir hal alması anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda Batılı emperyalistlere ve onların savaş aracı NATO’ya gelişmelere giderek doğrudan müdahale imkânı ve “meşruiyet” sağlayacaktır. Bu durumda,  “NATO Dışarı!” sloganının da hiçbir pratik anlamı kalmayacaktır. Kısacası Ukrayna’nın işgali veya ikiye bölünmesi halinde ortaya çıkabilecek sorun, “bağımsızlık” ve “kendi kaderini tayin hakkı” gibi “ulusal” boyutları içerecek olsa da nedenleri ve muhtemel sonuçları itibariyle çok daha karmaşık ve kapsamlıdır. Kaldı ki, aynı ulusal sorun, şoven milliyetçilik temelinde ve zaman zaman doğrudan faşist örgütler eliyle Ukrayna’daki Rus azınlığa yönelik olarak da gündemdedir. Tekrar edelim, Ukrayna sorununun hangi iç koşullar, hangi uluslararası güç ilişkileri ve dünya konjonktürü bağlamında ortaya çıktığı ve bu hale geldiği akıldan çıkarılmamalıdır. Unutmayalım: “Ukrayna “yalnız değildir!” ve ABD emperyalizminin işgaline uğrayan Irak’tan farkı budur!

Ukrayna’da devrimci Marksistler olarak askeri ve siyasi olarak hiçbir güçle temsil edilmediğimiz bir savaş ortamında, iyi niyetle de olsa, başkalarının sırtından, sonuçları pek hesaba katılmamış, “kan damlayan” mesnetsiz sloganlarla işçi sınıfı mücadelesine herhangi bir katkıda bulunamayız. Hedefimiz, “antiemperyalist” veya “bağımsızlıkçı” gerekçelerle, çatışan burjuvaziler arasında “haklı-haksız” ayrımına giderek birinden birine “yedeklenmek” değil, Ukrayna ve Rusya’da işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi ve mücadelesine olabildiğince destek vermektir. Olup biten her şeyi, proletaryaya faydası veya zararı üzerinden değerlendirmek zorundayız.


[1] http://www.kirmizigazete.org/2022/03/17/ukrayna-uzerinden-emperyalist-bir-hesaplasmaya-dogru/

Yazar Hakkında