DÜNYA ISINIRKEN KÜRESEL SİLAHLANMA: SEBEPLERİ VE SONUÇLARI

DÜNYA ISINIRKEN KÜRESEL SİLAHLANMA: SEBEPLERİ VE SONUÇLARI

Takvimler 2018 yılını gösterdiğinde Brüksel’de tarihi bir NATO zirvesi düzenlenmişti. ABD yönetimi, Avrupa’nın önde gelen devletlerine yaptıkları askeri harcamaların güvenlik risklerinden korunmak için yetersiz olduğunu söylemişti. Trump, her AB ülkesinin GSMH’sinin %4’ünün askeri harcamalara ayırması gerektiğini, NATO’nun temel yükünü ABD’nin çektiğini ve bunun katlanılamaz olduğunu bildirmişti.

Zirvenin yapıldığı dönemde AB ülkelerinin askeri harcamalarının milli gelirlerine oranı yaklaşık%1,2 olarak hesaplanmıştı. Buna göre o yıllarda Avrupa’da silahlanma bütçesinin GSMH’ye oranı en yüksek olan ülke %2,6 ile Yunanistan olmuştu. Almanya’nın 2018 yılı silahlanma bütçesi ise %1,1’di.

Trump aynı zamanda Avrupa devletlerinin enerji politikalarında Rusya’ya bağımlı olması yüzünden eleştirmekteydi. ABD’ye göre Rusya’dan Avrupa’ya giden Kuzey Akım Doğalgaz Hattı kabul edilemez bir projeydi. Bu eleştirilere karşın dönemin Almanya Şansölyesi Merkel özetle ABD’nin kendi işine bakmasını söylemekteydi. Macron ise NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini söyleyerek bir Avrupa Ordusunun kurulmasını öneriyordu.

2018 NATO zirvesinin üzerinden sadece 4 yıl geçti. Bugün bu polemikler hiç yaşanmamış gibi Almanya savunma harcamamalarını senelik 100 milyar Euro arttırdı. Fransa ve İngiltere GSMH’sinin %2’sini silahlanmaya ayırmış durumda. Amerika’nın ardından silahlanmaya en çok kaynak ayıran Çin’de ise savunmaya ayrılan bütçe %7 arttırılarak 229 milyar dolara çıkarıldı. Japonya uzun bir süre sonra milli gelirinin %1’inin üzerinde savunma bütçesi ile 47 milyar dolarlık silahlanma gerçekleştirdi. Polonya’nın savunma bütçesinin oranı ise Ukrayna savaşından hemen önce %2,3’e çıkmıştı ve bu oranın artması beklenmekte.

Peki ne oldu da ülkeler silahlanma yarışına hız verdiler? Neden eğitime, sağlık hizmetlerine veya üretime ayrılması gereken kaynaklar askeri teçhizatlar ve insan yıkımı araçlarına akıtılıyor?

Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Stalinist bürokratlar eliyle eski Sovyet ülkelerinin yeraltı ve yerüstü kaynakları kapitalizmin emrine açıldı. Bu bakir pazarlar gerek oligarkların kontrolü altında gerek uluslararası şirketler tarafından özelleştirmeler yoluyla birer birer kapitalist sisteme entegre olmaya başladı. Büyük sermaye grupları ve Rusya’nın iktidar sahipleri yüksek karlar elde ediyordu. Trilyonlarca dolar kaynak ya vergi cenneti off-shore adalarında veya fonlarda değerlenmekteydi.

Çin ise dünyanın fabrikası olma görevini üstlenmişti. Sınırsız ucuz iş gücü ve düşük maliyetli üretim olanağını gören tüm küresel şirketler, üretimlerini buraya taşıyarak ciddi karlar elde ettiler. Bu yolla dünya kapitalizmi çevre ülkelerdeki pazarlara da daha kolay nüfuz edebilmekteydi. 

21. yüzyılın ilk yıllarına kadar bu düzen devam etti. Kapitalizm için bereketli dönemin sonuna gelinmekteydi.

Çin, ekonomik olarak sürekli büyümekteydi. Elde ettiği artık değer ile Afrika ülkelerinde ve Latin Amerika’da altyapı yatırımlarına yüksek oranda krediler vermeye başladı. IMF’den kredi alamayan yönetimler, Çin’in yüksek maliyetli kredileriyle projelerine kaynak buldular. Ne var ki geri ödeme zamanı geldiğinde borcunu ödeyemeyen ülkeler, Çin’e değerli kurumlarını vermek zorunda kaldılar.

Günümüzde Çin, Yunanistan’ın Pire Limanından Sri Lanka Hambantota limanına, 4.7 milyar dolar maliyetli Kenya Demiryolu sisteminden Venezüella’nın petrol sahalarına kadar sayısız karlı işletmenin sahibidir. Günümüzde Cibuti, Laos, Zambiya, Kırgızistan ve Karadağ, milli gelirlerinin en az beşte biri oranında Çin’e borçlu durumda. Birçok ülke borçlarını ödeyemediğinden dolayı kar eden kurumlarını Çin’e devretmek durumunda kaldı. Çin’in Kızıldeniz ile Aden Körfezi’nin birleştiği noktadaki Cibuti’de askeri üssü bulunmakta. Çin ordusu dünyanın en önemli ticaret rotasına askeri olarak da konuşlandı.

Rusya’nın gelişme stratejisi ise zengin yeraltı kaynaklarının zengin emperyalist ülkelere pazarlanması üzerine kurgulanmıştı. Sovyetler Birliği döneminde mülksüzleştirilmiş bu kaynaklar hızlıca özelleştirildi. Oligarklar ve dev emperyalist şirketler bu kaynakların işletme hakkını haraç mezat satın aldı. Oligarklar emrindeki bu şirketler Rusya iktidarının ve onun çevresinde kurulmuş mafya sisteminin emrine amadeydi. Batı emperyalizminden gelen kolay ve sıcak para ile bu kesim sürekli güçlendi. Şu anda bütün Rus oligarklarının mal varlığının toplamı 800 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir.

Bunun yanında Rusya gelişmiş bir tahıl üreticisi ülkedir. Ne var ki Rusya’dan, kayda değer silah endüstrisi dışında bir endüstri ülkesi olarak bahsetmek imkansızdır. Sonuç olarak Rusya dünya’nın en güçlü ikinci ordusunu sürdürülebilir şekilde idame ettirecek kaynakları sağlamak için fetih politikasına açtır. Bu sebeple Rusya; gerek silahlı kuvvetleri, gerekse Wagner gibi desteklediği lejyoner gruplarıyla Suriye, Libya ve Mali gibi ülkelere müdahale ederek bu ülkelerin Rusya pazarına girmesini, enerji politikalarını buna göre oluşturmasını, Rus silahlarını tedarik etmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bunun yanında Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Belarus tarafından oluşturulmuş güvenlik ve işbirliği örgütü) eliyle de eski Sovyet ülkelerini kontrol altında tutmaktadır. Yakın zamanda Kazakistan’da gördüğümüz şekilde işçi mücadelelerine ve kitle seferberliklerine KGAÖ namlularıyla açıkça müdahale etmektedir.

Dünya pazarlarındaki bu rekabet kaçınılmaz olarak Çin’in ve Rusya’nın kuyruklarının batı emperyalizmleriyle birbirine değmesine yol açtı. Bir önceki yüzyılın eski yarı-sömürgesi, bu yüzyılın emperyalist gücü olan Çin ile Afrika ve Latin Amerika üzerinde kıran kırana bir rekabet başladı. Dünya’nın yeraltı ve yerüstü tüm kaynaklarının paylaşımı üzerindeki bu rekabet, bölgesel gerilimlerle ve kısmen vekalet savaşlarıyla kendisini gösteriyor.

Bu bağlamda bir örnek olarak Suriye’deki kitle seferberliklerinin bu güçlerin etkisiyle vekalet savaşına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Katar’da çıkartılan ucuz doğalgazın Avrupa pazarına sevkiyatı projesi, Rusya’nın Kuzey Akım projesinin açık bir rakibiydi. Suriye rejiminin devreden çıkartılması için dünyanın tüm cihatçıları hiçbir engelleme olmadan Suriye’ye dolduruldu. Ne var ki Rusya kendi pazarını korumak için Esat rejimine açık destek vererek bu enerji hattının önünü kesmeyi başardı ve Akdeniz’de Tartus deniz üssüne konuşlandı.

Günümüz dünyasında yüksek rekabet ve daralan karlılık oranları, batı emperyalizminin geçtiğimiz on yıllara göre daha sert tedbirler almasını gerektirmektedir. 1990’lı yıllardaki liberalizm rüzgarının fiilen devam edebilmesi için hiçbir nesnel koşul bulunmamaktadır. Batı emperyalizmi, kendisi ile rekabet eden tüm emperyal ve bölgesel güç olan ülkelerle el altından savaşmaktadır. Ne var ki vekalet savaşları ve ticari yaptırımlar, batı emperyalizminin mücadelede üstün gelebilmesi için yetersiz kalmaktadır. 2018 NATO zirvesinde Trump’ın da belirttiği şekilde Batı, savaş baltalarını bilemeye başlamıştır.

Rusya’nın Ukrayna’yı açık işgali de bu sürecin dışında tutulamaz. NATO ülkeleri, Ukrayna’ya yaptığı askeri yardımlarla ve Rusya’ya yaptığı yaptırımlarla Rusya’nın yayılmacı politikasına karşı net bir tavır sergilemiştir. Polonya, Estonya, Romanya gibi bölge ülkelerindeki NATO üslerine askeri yığınak tüm hızıyla devam etmektedir.

Aynı zamanda bu eylemler, emperyal bir güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Çin’in de çevrelenmesi için ön savaş olarak yorumlanabilir. Çin’in borç tuzağı politikasına karşı mevcut Afrika hükümetlerine karşı darbelerin planlanması ve mevcut kitle seferberliklerinin paralı askerler eliyle vekalet savaşlarına çevrilmesi muhtemeldir. Bu yolla Çin’in az gelişmiş ve borçlu ülkeler üzerindeki mülkiyet iddiası kırılmak istenebilir. Halihazırda Tayvan – Çin gerilimi bahanesiyle ABD donanması Pasifik’te yığınak yapmaya devam etmektedir.

Tüm bu veriler ışığında Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşı’nın ihtimaller dahilinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda bütün ülkelerin silahlanma hızının artması da kuvvetle muhtemeldir. Bölgesel çelişkilerin diplomasi yoluyla çözülmesi her geçen gün zorlaşacaktır. Güney Kore –Kuzey Kore, Hindistan –Pakistan, İran –Suudi Arabistan gerilimleri, muhtemel bir paylaşım savaşındaki açık cepheler olabilir.

NATO ve Rusya’nın başını çektiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü de, Çin Halk Cumhuriyeti de işçi sınıfına karşı patronların yönettiği terör örgütleridir. İşçi demokrasisinin tesis edilmesi ve kaynakların mülksüzleştirilmesi karşısında tüm bu güç blokları açık bir tehdittir. Kaynakların paylaşımı mücadelesinde blokların çıkardıkları baltalar, insanların eti ve kanıyla bileylenmektedir.

Maalesef işçi sınıfı, dünyanın giderek ısındığı bu günlere örgütsüz yakalandı. Dünyadaki sosyalist partilerin ciddi bir kısmı gelişmeleri aklıselim şekilde teşhis etmekten aciz. Tıpkı 1. Dünya Savaşında Alman Sosyal Demokratlarının Fransa’yla yapılan savaşı desteklemesi gibi birçok sol grup, Rusya’nın işgal hareketini desteklemekte. Bunun yanında altı bomboş savaş karşıtı görünümlü pasifist söylemler işçi sınıfını paralize etmekten başka hiçbir işe yaramamakta.

Devrimciler olarak dünyadaki durumu, Marksist metodolojiyi pusula alarak teşhis etmeli ve bunun kapitalist bloklar savaşı olduğunu teşhir etmeliyiz. İşçi sınıfı, patronların kaynak savaşındaki piyonlar değildir. Bu mücadelenin yegane kaynağının “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık” hattı ve güçlenen barbarlığı önleyecek tek yöntemin de enternasyonal mücadele olduğunu bilerek.

İbrahim SEYMEN

Yazar Hakkında