SADAT’IN KAPISINDA                              

SADAT’IN KAPISINDA                              

Hakkı Yükselen

Başta CHP, burjuva muhalefeti en başından itibaren seçim sürecinde ortaya çıkabilecek (pek çoğu tecrübeyle sabit) rejim kaynaklı tehlikeler konusunda halkı yatıştırmakla meşgullerdi! Bu muhalefet, herhangi bir kötü ihtimali aklımıza bile getirmememiz gerektiği konusunda ısrarlıydı. Öne sürülen gerekçe, seçmenin demokrasiye (barışçıl bir) geçiş konusunda endişe ve umutsuzluğa kapılmasını engellemekti. İktidar malûm nedenlerden dolayı önümüzdeki seçimleri kaybedecek, sonuçları kabullenecek ve kaçınılmaz biçimde “tıpış tıpış” gidecekti. Yani önümüzde, seçmenler olarak gereklerini yerine getirmemiz şartıyla (yani kendilerine oy vermemiz şartıyla) neredeyse garantili bir demokratikleşme süreci vardı. Düzen muhalefeti, muhtemel, hatta açıkça göz önünde olan bazı tehlikeler konusunda yapılan uyarıları “moral bozucu” buluyor, bu uyarıları yapanları adeta azarlıyordu!

Kılıçdaroğlu SADAT’ın kapısında

CHP Genel Başkanı’nın SADAT’ın kapısına dayanması ve seçim “sathı mailinde” olabilecek her türlü saldırı ve provokasyondan en tepedekiyle birlikte kendilerini sorumlu tutacağını ilan etmesi önemli bir gelişme.  SADAT’ın kapısına dayanmak, TÜİK’in kapısına dayanmaktan farklı bir durum. CHP açısından henüz köklü bir tutum değişikliğinden söz edemesek de, zorunlu olarak bir şeylerin değişmeye başladığı açık. Ancak fazla bir umuda kapılmamakta yarar var, çünkü neticede CHP’nin de her burjuva muhalefet partisi zorunlu sınırları, düzene karşı sorumlulukları var

Kılıçdaroğlu da “sokağa çıkıp” işin üzerine gittiğine göre durumun  gerçekten vahim olduğu söylenebilir.  Belli ki, bir yerlerden  haberler geliyor; özellikle de “devletin kalbinden!” Söylenene göre Kılıçdaroğlu’na gelen bilgiler arasında SADAT’ın faaliyetlerine  ilişkin istihbarat raporları da var. Bu bağlamda bir kısım güvenlik bürokrasisinin de devrede olduğu söyleniyor. CHP’ li kaynaklara göre Kılıçdaroğlu SADAT’ın kapısına dayanarak, iktidara “Attığınız her adımdan haberdarız” mesajı vermiş. Bütün bunlar, Sedat Peker’in bir süre önce yaptığı açıklamalar, uyarılar, varlığı her daim bilinen ve zaman zaman görünür hale gelen paramiliter faaliyetlerle de örtüşen bilgiler.  Kaynakların belirttiğine göre, parti içinde sadece dar bir grubun haberdar olduğu bu bilgiler “devletin güvenliği” açısından son derece önemli ve bu nedenle kamuoyuna açıklanmıyor.

Devletin güvenliği, muhalefetin sınırları

Devletine sahip çıkan, onun güvenliği ile ilgili bilgileri halkıyla paylaşmayan, böyle mesuliyet sahibi bir muhalefetimizin olması ne güzel! Bunu anlıyoruz, ancak yine de insanın aklına takılıyor: Seçim sürecini kana bulayacak saldırı ve provokasyon hazırlıklarının “devletin güvenliği” ile ilişkisi tam olarak nedir? Yani, işin içinde doğrudan “devlet” mi var? Varsa ne kadarıyla var? Veya hazırlıklar devleti tamamıyla ele geçirmeye, hatta onu “yıkmaya” falan mı yönelik?  Bu saklanacak kadar vahim bilgiler nedir? Böylesine “hain planların” kamuoyuna açıklanması gerekmez mi? Gerekçe “devletin güvenliği” olunca insanın aklına pek çok soru takılıyor.

Bütün bunların afaki soru ve sorunlar olmadığı cümlenin malumu. Yakın ve çok yakın tarihimiz seçim dönemlerinde yaşanmış bu türden kanlı olaylarla dolu. En yakın örneği 2015’te iki seçim arasında yaşananlar. Yolu açılan İslamcı terör, topluma salınan korku, ardından gelen “seçim başarısı”,  bir yıl sonraki darbe girişimi,  sonunda da bir rejim değişikliği… Tabii daha eski örnekler de var. Mesela 1977 seçimleri öncesinde yaşananlar. Kontrgerilla marifeti çok sayıda kanlı saldırı, cinayet, bombalama,  Ecevit’e suikast hazırlığı, Anadolu’da, hemen her yerde CHP’nin seçim mitinglerine yönelik faşist saldırılar, 1 Mayıs katliamı ve zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’un başı çektiği, açığa çıkarılan bir darbe hazırlığı… Bütün bunlar seçimleri sabote etmenin ötesinde iktidarı ele geçirmeyi, rejimi değiştirmeyi ve işçi sınıfı hareketini ezmeyi hedefleyen eylemlerdi ve bu kanlı süreç 12 Eylül askeri diktatörlüğü ile sonuçlanmıştı. Bu defa da, içinde SADAT’ın adının geçtiği benzer şeylerin olabileceğine dair derin bir endişe hâkim.

Bir kez bu yollara girildiğinde…

Tarihsel ve güncel bütün örnekler, bir kez bu yollara girildiğinde, sorunun sadece seçim süreci ve sonuçlarıyla sınırlı kalamayacağını, zorunlu olarak bir rejim sorununda düğümleneceğini gösteriyor. Saray’ın, seçimi bir kez daha bu tür yöntemlerle kazanması halinde, hayatımızın bundan sonraki bölümünün hem iktidar sahipleri, hem de muhalifler açısından hiçbir şey olmamış gibi devam edemeyeceği çok açık. Yani “Zaten rejim değişti, daha kötü ne olabilir ki?” demenin bir âlemi yok; her zaman daha kötüsü vardır!

Her şeyden önce rejim, bunca güç kaybettiği bir dönemde varlığını olabildiğince güvenli (“milli güvenlik!”) bir biçimde sürdürebilmek için bu “başarılı” yöntemleri sürekli kılmak zorunda kalacaktır… Yani yeni koşullar onun “iç savaş rejimi” karakterini daha belirgin hale getirecektir. Bu durum muhalefetin  var olma  koşullarını ve siyasi kaderini de belirleyecektir. Her defasında yemin billah “sokakla” işi olmadığını söyleyen CHP’nin, büyük bir ihtimalle diğer ortaklarını da temsilen sokağa çıkmasının asıl nedeni budur. Yani bu hamle muhtemel bir cumhurbaşkanı adayının seçim kampanyasının daha ötesinde bir anlam taşımaktadır.  Unutmayalım, Kılıçdaroğlu’nun 2017’deki Ankara-İstanbul yürüyüşü de CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıl hapse mahkûm edilmesinin ardından işlerin nerelere kadar uzanabileceği bilinci ve hatta somut bilgisiyle yapılmıştı. Kısacası durumun vahameti CHP’nin “sokağa” çıkmasından da bellidir.

Zaten başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere burjuva muhalefetin “devlet tecrübesi” de, kendilerine akan devlet kaynaklı bilgilerin ve kulis haberlerinin  ötesinde, muhtemel tehlikeleri kestirebilecek düzeydedir. Bu muhalefetin korkuları, aşırı temkinliliği ve zaman zaman yapmak zorunda kaldığı çıkışlar bu bilgi, kavrayış ve sezgilere dayanmaktadır. Kısacası muhalefet, işe SADAT türü paramiliter yapıların da dahil olmasıyla bu memlekette neler yaşanabileceğinin büyük ölçüde farkındadır.

Gerçekleri emekçilerden saklamak…

Ancak belli ki burjuva muhalefet bildiklerinin en can alıcı bölümünü,  uyuşturucu-yatıştırıcı söylemler eşliğinde halktan, emekçilerden saklama çabasındadır. Oysa ülke nüfusunun kahir bir ekseriyetini oluşturan emekçilerin, burjuva muhalefetin açıklanmasını uygun gördüklerinin ötesinde, gerçek durumu anlamak, doğru kararlar verebilmek, ülkelerini ve kendilerini gerektiğinde tehlikelere karşı savunabilmek için gerçeğin tamamını öğrenme hakkı vardır. 

Muhalefetin lafta yere göğe koyamadığı, dahası temsil iddiasında olduğu ve Egemenliğin kaynağı ve de demokrasinin teminatı olarak gördüğü halkı adeta “çocuk” yerine koyması çeşitli nedenlerden kaynaklanmaktadır. Amaç pek çok durumda “telaşlandırmamak, paniğe uğratmamak” olarak açıklansa da bizce öncelikli neden sınıfsaldır, açıkçası sermaye düzeninin sürekliliğiyle ilgilidir. Muhalefet,  bazen şiddetle eleştirdiği bazı aksaklıklar, arızi kusurlar ve “kötü kişiler” dışında, esas olarak, burjuvazinin egemen olduğu ve kendi varlık nedenini de oluşturan “büyük düzeni” korumanın derdindedir. Bunun başlıca yöntemlerinden biri de emekçi halkı (denetim altında tutulması gereken başıbozukları) böylesine işlere karıştırmamaktır. Halkın  4-5 yılda bir seçim mitinglerine katılması ve sandığa “tıpış tıpış” giderek oy vermesi düzen partileri için yeterlidir. Fazlası gerekli olmadığı gibi, tehlikelidir de. Toplumsal, siyasal ve ekonomik alanlarda ortaya çıkabilecek kitle seferberliklerinin,  emekçilerin bağımsızlaşma, kendi hesabına örgütlenme, kendi kendini yönetme, özsavunma da dahil düzen dışı işlere yönelme ve burjuva demokrasisinin ufkunu aşma eğilimlerini harekete geçirdiği bilinir. Bütün düzen güçlerinin, burjuva siyasetinin, bazen keskin muhalif  söylemler kullanıyor olsalar  da  en büyük korkusu budur.

İşçisiz demokrasi, güvenli devlet…

Bu nedenle burjuva muhalefet, özerkleşme istidadı gösterebilecek emekçi halk hareketlerine, kitle seferberliklerine  mahal vermeden “demokrasiye”  geçme derdindedir. Oysa tarihsel tecrübeler, emekçilerin, işçi sınıfının başı çekmediği, dahil olmadığı veya devre dışı bırakıldığı demokrasi mücadelelerinin yarım kaldığını, kurulan “demokrasilerin” burjuva düzen güçlerinin elinde “oyuncak” edilerek egemen sınıfların çıkarları ve iradeleri doğrultusunda“ eski günlere” dönüldüğünü göstermektedir.

Kısacası, Saray rejiminden kurtulmak şart olmakla birlikte toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçilerin, birer “seçmen” olmanın ötesinde aktif ve kitlesel bir güç olarak yer almadığı bir “demokrasi mücadelesinden” ve onun sonucu ortaya çıkacak “demokrasiden” fazla bir şey beklememek gerekiyor. Emekçilerin her gerçek kazanımının, sermaye için bir kayıp olarak görüldüğü bir düzende başka türlüsü de mümkün değil.

Buradan çıkarak muhalefetin “devletin güvenliği” gerekçesiyle SADAT ve varlığı bilinen diğer paramiliter şebekeler konusundaki istihbarat raporlarını kamuoyundan saklamasının, halkı gerçek tehlikeler konusunda genel geçer lafların dışında aydınlatmak istememesinin derin sınıfsal nedenlerini anlayabiliriz. Burjuva muhalefetin zihnindeki “devletin güvenliği” sorununun ve endişesinin, sadece devlet kaynaklı veya bağlantılı karanlık faaliyetler, devlet içindeki farklı kanatlar arasındaki çatışmalar vb olguların ötesinde, devletin sınıf karakterinden ve bağımsız kitle hareketinin burjuva devleti için yaratacağı tehlikelerden kaynaklandığı açıktır.

Sonuç olarak Kılıçdaroğlu’nun,  rejim kaynaklı son derece tehlikeli hazırlıkları işaret ederek SADAT’ın kapısına dayanması, CHP ve burjuva muhalefet için önemli bir adım olsa da gerçek tehlikelerle mücadele konusunda emekçi halkın devreye sokulmaması oranında “hırsızı korkutmak” için gürültü yapmaktan başka bir anlam taşımıyor. Geleceğimizi, tutmama ihtimali güçlü böylesine taktiklere bağlayamayız.

Yazar Hakkında