AÇIK EDİLEN DEVLET SIRLARI, REJİMİN TEHLİKELİ EĞİLİMLERİ VE İŞÇİ SINIFI

AÇIK EDİLEN DEVLET SIRLARI, REJİMİN TEHLİKELİ EĞİLİMLERİ VE İŞÇİ SINIFI

Hakkı Yükselen

İnisiyatifin el değiştirmesi ve savunmaya geçen rejim. İlan edilen devlet sırları! Muhalefet milli duygularla intihara teşebbüs eder mi? RTE’nin pazarlığa tabi antiemperyalizmi ve Suriye’de yeni umutlar! Rejimin iç savaşçı karakterinin ve totaliter eğilimlerinin daha belirgin hale gelmesi. Her şey aslında bir sınıf mücadelesi. İşçi sınıfının durumu, işçisiz bir demokrasinin istikbali. Gırtlağımızı sıkan kördüğümü kim çözebilir?

Süreç inişli çıkışlı bir seyir izlese de muhalefet, en azından bu aşamada,  hamle üstünlüğünü ele geçirmiş görünüyor. Kısa bir süre önce SADAT’ın kapısına dayanan Kılıçdaroğlu’nun,  “kaçış planı” olarak tanımladığı, rejimin tepesindekilerin birtakım vakıflar aracılığıyla yurtdışına para aktarma operasyonunu kamuoyuna yansıtması bu bakımdan çok önemli. İktidarın son zamanlarda muhalefetin hamleleri karşısında savunmaya geçmek zorunda kalması bunu gösteriyor. Yapılacağı sekiz-on saat öncesinden ilan edilen açıklama toplumda, biraz da kanıksanmışlık nedeniyle çok büyük bir “heyecana” yol açmasa da belli ki iktidar çevrelerini etkiledi. Önde gelen rejim sözcülerinin, soluğu telaş ve endişeyle  malum televizyon kanallarında alması, karşı suçlamalara girişmesi bunun göstergesi. “Muhterem zevatın”  bu tür durumlarda gösterdikleri alışılmış pişkinliklerine rağmen rejime ilişkin bazı temel gerçeklerin ortaya çıkmasından ürktükleri belli. Bunlar bugün atlatılsa da yarın başa dert açabilecek türden işler.

Burjuva muhalefetin zaafı: “Hem ağlarım, hem giderim!”

Kısacası rejim açısından belirli bir inisiyatif  kaybı söz konusu.  Bunu aşması ancak “sansasyonel” bir hamleyle mümkün. Bütün gayretine rağmen şu ana kadar burjuva muhalefeti parçalamayı başaramayan rejim, giderek kaybettiği inisiyatifi bu milliyetçi muhalefetin en zayıf noktasını kullanarak yeniden ele geçirme peşinde. Normalde bir askeri sır, yani “devlet sırrı” olması gereken ve  başlayacağı ana kadar gizli tutulması gereken Suriye’ye yönelik bir askeri harekâtın önceden ilan edilmesinin başlıca nedenlerinden biri de bu. (Açıklandığına göre hazırlıklar yüzde doksan oranında tamamlanmış!)  Rejimin hesabına göre, muhalefet hemen her zaman olduğu gibi bu defa da “milli çıkarlarımız” doğrultusundaki böyle bir askeri harekâtı desteklerken, bunun ardında yatan ve doğrudan iç politikayla ilgili nedenlere karşı çıkmak gibi acayip bir çelişkiye düşecek. Yani “Hem ağlayacak hem de gidecek”, ama sonunda yine “vatana ihanetle” suçlanacak!

Rejimin beklediği bu; böyle bir “zokanın” bir kez daha “milli çıkarlar” bahanesiyle yutulup yutulmayacağı artık muhalefetin akıl ve ferasetine kalmış bir şey. Muhalefetin, rejimin bu taktiğine,  köpürtülmesinde kendisinin de çok büyük payı olduğu şoven milliyetçiliğin baskısı altında bir kez daha boyun eğmesi, var olan koşullarda  kendisi için bir çeşit intihar anlamına gelecektir. Çünkü iktidar bu derece kritik bir seçim sürecinde, eğer gerçekleştirebilirse böyle bir askeri eylemden sadece sınır ötesinde değil, içeride de sonuna kadar yararlanmak isteyecek ve bu sayede daha da boğucu bir ortam yaratmayı deneyecektir. Asıl amaç rejimi ayakta tutabilmektir.

Emperyalist ABD ile pazarlık, Suriye’de yeni umutlar ve iktidarın gelecek vaadi!

Bu militarist-milliyetçi politikanın, yine rejimin geleceği noktasında odaklanan bir de dış boyutu var.  Suriye’de Kürtlere yönelik askeri harekât konusunda malum  bahaneler eşliğinde yapılan bu erken açıklamanın kadim emperyalist dostlara verilen bir “pazarlığa  açığız” mesajı olduğu belli. RTE’nin “antiemperyalizminin” tamamen pazarlığa tabi olması nedeniyle ortada anlaşılmaz bir durum yok! İktidarın İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmasına yönelik itirazının asıl amacının, (içeride tribünlere oynamanın ötesinde)  ilişkilerin epeydir kötü gittiği ABD ile sıkı bir pazarlık olduğu cümlenin malumu! Rusya-Ukrayna savaşı sayesinde ABD’nin Batı dünyasında yeniden ele geçirmeye başladığı inisiyatif  nedeniyle bu ülke ile varılacak  bir anlaşmanın, Batı dünyası ile yaşanan sorunların çözümünde  de genel bir fayda sağlayacağı düşünülüyor olmalı. Böylece bu kriz döneminde şiddetle ihtiyaç duyulan ekonomik-maddi kaynakların temininin ve  politik olarak kabul edilebilirliğin yanı sıra, Rusya’nın başının belada olduğu bir dönemde, Suriye’de  olabildiğince rahat davranabilme imkânı da doğacaktır. Bu yolla Suriye meselesinin  yeniden “harlanması” bile mümkün olabilir! ABD’nin bölge Kürtleriyle ilişkilerinden ve Türkiye’nin önündeki bazı engellerden kaynaklanan sorunların, sıkı pazarlıklar,  NATO’nun genişlemesi ve Suriye Kürtlerinin güvenliği konusunda verilecek karşılıklı tavizler yoluyla kısmen de olsa aşılabilmesi, Saray rejiminin Suriye devletinin “sömürgecilik” olarak tanımladığı yayılmacı politikalarına yeni imkânlar sunacaktır. Böyle bir kazanımın iç politikaya ve rejimin tahkimine tahvil edilmemesi mümkün değil. Bunun bedelinin içeride iktisadi, siyasi ve toplumsal olarak milletçe ödeneceği açıktır. Burjuva muhalefetin “milli çıkarların” büyüsüne kapılıp dış maceralar konusunda rejime teslim olmadan önce bu konuları bir kere daha düşünmesinde yarar var.

Böyle bir toplumsal-siyasal ortamın barışçı ve demokratik nitelikte olamayacağı, artık başka bir şeye dönüşmek zorunda olan rejimin “iç savaşçı” karakterini ve “totaliter” eğilimlerini çok daha belirgin hale getireceği açıktır. Unutmayalım, militarist, savaşçı politikalar çoğu zaman “vatan hainleri-iç düşmanlar-gayrı milli unsurlar” söylemi eşliğinde ve polis devleti yöntemleriyle yürür. Bir SADAT yöneticisinin “Kanla alınmış bu vatanın Türkiye’nin düşmanlarıyla işbirliği yapanlara sandıkta verilmeyeceği” sözleri böyle bir gelecek vaadinin açık ifadesidir.

Sınıf mücadelesi…

Bütün bunlar, sıklıkla değindiğimiz diğer “organize kötülüklerle” birlikte düşünüldüğünde çok karmaşık ve tehlikeli bir sürecin içinde yol alındığını gösteriyor. Yani sorunumuz, muhtemel birtakım “seçim hilelerinin” çok ötesindedir. İşin en kötü yanı, birbirini pekiştiren pek çok kriz dinamiğinin kesiştiği böylesine tehlikeli bir durumda,  toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan milyonlarca emekçinin kaderinin, bu rejim altında “ister istemez” demokrat görüntüsü veren ancak demokratlığı  kendi sınıfsal çıkarlarıyla sınırlı bir burjuva muhalefetinin elinde olmasıdır. Büyük devrimci Karl Marx, devlet içindeki bütün mücadelelerin, yani demokrasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki mücadelenin, çeşitli sınıfların yürüttükleri mücadelelerin büründükleri aldatıcı biçimlerden başka bir şey olmadığını söyler. Bu gerçek, elbette çağımıza uyarlanmış biçimleriyle, geçerliliğini korumaktadır. Sınıf mücadelesinin bazen “tek yanlı” olması veya aynı sınıfın hizipleri arasında cereyan etmesi yaşanmadığı anlamına gelmez!

Sorulması gereken temel soru, işçi sınıfının bu denklemin neresinde yer aldığı ve bunun neden böyle olduğudur. Günümüzün sorunu, kimilerinin iddia ettiği gibi işçi sınıfının yokluğu değil, bu mücadelede yabancı sınıf güçleri ve önderlikleri eliyle yönlendirilebilen, dağınık ve politik olarak pasif bir konumda olmasıdır. Bu durum, “demokrasi mücadelesinin” birbiriyle çatışma halindeki burjuva güçlerin tarif ettiği şey olduğuna dair bir yanılsama yaratmaktadır. Burjuvazinin çeşitli hizipleri arasındaki mücadele, hangi biçimleri alırsa alsın, gerçekte bir maddi çıkar mücadelesidir. Sadece sermaye değil, onu temsil eden siyaset ve siyasetçiler de, hangi kılıklara girmiş olurlarsa olsunlar (demokrat, otokrat, bonapartist, faşist…) işçi sınıfının sırtından geçinirler. Ortak yönleri budur. Demokratlıklarının ve demokrasilerinin sınırlarını belirleyen bu ortaklıktır.  İşçilerin örgütlü politik bir güç olarak yer almadığı, başı çekmediği, gidişatı kendi sınıf yöntemleriyle radikal bir biçimde değiştirmediği ve yeni bir dünyanın kapılarını aralamadığı hiçbir mücadele demokrasi ve özgürlükler anlamında kalıcı sonuçlar vermez. Sonuçta dönüp dolaşıp aynı yere varırız. Bugüne kadar yaşadığımız  kesintisiz kâbusun ve kısır döngünün temelinde bu sınıfsal gerçek yatmaktadır. Gırtlağımızı sıkan kördüğümü ancak işçi sınıfı çözebilir…

Yazar Hakkında