21 Mayıs anması ve Çerkeslerin dünya devrimindeki yeri üzerine!

21 Mayıs anması ve Çerkeslerin dünya devrimindeki yeri üzerine!

Ayça Zengin

21 mayıs sürgün anması ilk defa kitlesel bir çağrıyla Yenikapı’da yapıldı. Niceliksel olarak büyük bir kitle değilse de niteliksel olarak önemli bir etkinlik idi bu. Türkiye’de kimlik politikalarının ve kutuplaşmanın bu kadar yüksek olduğu tansiyonlu bir dönemde KaffeD’in çağrısıyla yapılan mitingde Kefken’deki gibi sessiz ve deniz üzerinden Kafkasya’ya baktığımız eylem biçimimizden farklı olarak “biz burada misafir değil, özneyiz” denmiş oldu. Yine de bir grup Çerkes’in Kefken’de Kafkasya’ya yüzünü döndüğü eylemin önemini unutmamak gerekir. 100 yıldır Osmanlı Hilafet ve Rus Çarlık geriliminin basınç kesişiminde sıkıştı anavatanımız. Uzun süren bu savaş, iki halkı da çok yordu. Ama en çok Kafkasya’daki ve Balkanlar’daki halkları tarumar etti. Ve elbette asimetrik bir biçimde, Anadolu’daki Hristiyan halkların canı çok yandı.

100 yıl süresince Osmanlı Rus savaşının sıkışıklığında tarumar olan ve hayatı, savaş ve sürgünle dolu bir halk olarak sonunda bu ülkelerde kardeş devrimler olduğuna da şahit olduk. Sonunda en önemli talepleri barış olan, “yurtta sulh cihanda sulh” ve Bolşeviklerin “barış ekmek adalet” talepleri değerlendirildiğinde bu halkların sulh ihtiyacının devrimlerin ana belirleyenlerinden olduğu aşikar.  1917 Ekim devrimi olmasa 1920 Ankara Meclisi kurulabilir miydi?  

Çerkeslerin içinde solcu ekipler olsa da, Türkiye sol çevreleri, Çerkesleri görme konusunda hiç meraklı ya da hevesli değil. Hatta kimileri için dünya devrim tarihinde herhangi bir rolümüz yok.  Yusuf Aslan gibi yoldaşlarımızın hiç biri asla kimliğini ön plana çıkararak devrimcilik yapmadı. O dönemde kimlik siyasetleri de bu kadar güçlü değildi. Şu an ise kimlikler çağındayız. Herkes kimlikleriyle politika yapıyor. 

Tekrar sürgün ve devrimler ekseninde Çerkeslerin durumunu anlatmaya dönecek olursak, Çerkeslerin yazılı dili çok gelişkin değil. Bir devrim tarihi yazını yok.  Şapsığ hür dağ köylülerinin köleliğe karşı feodal beylere karşı yürüttüğü isyanlar vardır mesela, en önemlisi 1796 Byziko savaşıdır.  Bu direniş neredeyse Fransız devrimine ilk tepki veren direnişlerden biridir. Milli mücadeledeki Ethem, bu geleneğin ardılıdır. Eş zamanlı olarak, kölelikle de mücadele etmektedir. Hatta Çerkesleri bu şekilde örgütlemiştir.  

Açıkçası başımıza gelen büyük sürgün felaketine en yürekten üzülen halk Rus halkı olmuştur. 10 binlerce yıl onlarla komşu olmuşuz, biri padişah biri çar olmak üzere iki eril tek adam çekişmesinin arasında başımıza gelenler, Rusların  ezilmiş, yoksullaşmış iyi niyetli köylüleri, hatta namuslu devlet adamları, aydınları, muhalifleri, Hristiyan mistiklerini dahi derinden sarsmıştır.  Lenin’in de Rusya’yı bir uluslar hapishanesi olarak tanımladığını unutmamak gerekir. Çerkeslerle birlikte pek çok hapsedilmiş halk vardı. Başımıza gelenler Rusya’da özellikle Çerkes aydınları arasında melankoli, hüzün ve utanç yarattı. Tolstoy’un bunu kitaplarında işlediğini biliyoruz. Ama çok ilginç bir detayı da okuyucuyla paylaşmak istiyorum. 

“1967 yılında, İsrail ile Suriye-Ürdün-Mısır arasında 6 gün savaşları yaşanmıştı. Golan tepelerinde yerleşik Çerkesler de Suriye saflarında savaşmıştı. Savaşı kazanan İsrail, Golan tepelerini işgal ederken bir kısım Çerkes köyleri Şam ve Halep çevrelerine taşınmış, önemli bir nüfus ise Tolstoy Vakfı organizasyonu ile ABD’ye yerleştirilmişti.”

Sürgün anmasında, Çerkesler, intikam değil adalet istiyoruz dediler. Çünkü gerçekten şu anki Rusya’ya bakınca da Rus halkının da iyileşmek için bizi hatırlamaya ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Onlar da bu hortlamış  çarlık sarmalından Lenin’i ve bizim gibi harap olmuş toplumları hatırlamadan çıkamayacak gibiler. Anadolu’da ise Anadolu halkları için zaten savaşlardan yorulmuş ve yokluk içinde çöküş halindeki coğrafyalarına ek bir yük, bir göç belası olarak algılandık. Sadece biz değil, Balkanlardan gelenler de aynı şekilde.  Cumhuriyet‘in kuruluşu büyük oranda yeni bir şey kurma zorunluluğunu derin bir şekilde hisseden bu Balkan ve Kafkas göçmen topluluklarının enerjisine dayanmıştır. Mustafa Kemal de bir Balkan göçmenidir, sürgündür. Doğduğu yere bir daha dönememiştir.

Bu sebeple, milliyetçi refleksleri olan, solcu kimi çevrelerde  Çerkeslerin “biz de varız”  demesi “bir siz eksiktiniz” gibi küçümsense de Çerkeslerin dünya devrim tarihinde çözümü bekleyen hala acil problemleri var ve seslerinin duyulması sadece herkesin hayrına olacaktır. Bundan sonra devrim olursa yine Rusya ve Türkiye’de bu halkların senkronize olacağını düşünüyorum. Türkiye devrimci hareketi iki coğrafyayla da bağları olan, iki hikayeye de dahil olmuş bir halkın sesinden ve  fikrinden ancak fayda görür, zarar görmez. 

Bu konuda devrimci tutumun Ermeni ve Çerkes sürgünlerini birlikte işleme gerekliliği olduğunu düşünüyorum.  İki halk da Osmanlı ve çarlık Rusya’sının yayılmacılık heveslerinde mağdur olmuştur.  Farklı zamanlarda bu iki mağdur halk, birbirinin maktulu ya da katili de olmuştur.  Bu yarım kalmış insanlık meselelerinin bir an evvel çözülmesi, dünya siyasetinde de bir hareketlenme, tartışma açıcı bir rol de oynayabilir.

Garo Paylan’ın dediği gibi soykırımmış sürgünmüş çok da önemli değil, yeter ki birbirini görme duyma, bu yaraları artık iyileştirmek konusunda niyetimiz sabit olsun. Belki Türkiye’de de içinden çıkılamaz gibi görünen bu siyasi İslam krizinin çözümünde, dönemin Ermeni ve Çerkes devrimci hafızasını hatırlamak beklediğimizden büyük etkiler yaratacaktır. 

Çerkesler Dünya’yı renklendirmek istiyor!

Yazar Hakkında