DEVRİMSİZ BİR DEĞİŞİMİN TAHMİN EDİLEBİLİR SONUÇLARI

DEVRİMSİZ BİR DEĞİŞİMİN TAHMİN EDİLEBİLİR SONUÇLARI

Hakkı Yükselen

Bir baskı rejiminin “devrimsiz” veya “tamamlanmamış bir devrimle” değişimi, bu rejimin ve onun koşullarını hazırlayan geçmişin pek çok öğesinin açık veya örtülü biçimlerde yeni rejimin içinde yer almasına, etkili olmasına, hatta giderek hâkimiyet kurmasına yol açar. Bu durum yeni dönemin gündelik siyasi ve toplumsal hayatında ortaya çıkardığı bildik sorunların yanı sıra, geçmişin bütün hastalıklarının hortlamasına ve yeni rejimin, özellikle kriz dönemlerinde kolayca “enfekte” olmasına neden olur. Böylece “barışçıl” geçişler, çoğu zaman iddia edilenin veya beklenenin tam aksine sonuçlar verir;  yeni çatışmaların, giderek “savaşçı geçişlerin” nedenine dönüşür. Tarih kendini tekrarlamasa da, genel eğilimleri açısından,  ortaya benzer koşulların, pek çok zaman daha kötüleri olmak üzere benzer sonuçlara yol açtığı durumlar çıkar.  Özellikle de yıkılan baskı rejiminin yollarını açan sabıkalı bir geçmişe dönüşün  “çözüm” olarak görüldüğü hallerde ülkeler bir türlü iflah  olmayan tarihsel sorunlarıyla adeta sonsuz bir kâbusun içine yuvarlanırlar.

Burjuva Barışseverliğinin Sınıfsal Temeli

Burjuva rejimlerin derin kriz dönemlerinde burjuva muhalefetin “barışseverliğinin” asıl nedeni, iddialarının aksine güçlü ve sağlıklı bir “demokrasi” idealinden kaynaklanmaz. Bu asıl olarak, burjuva toplumsal düzenin kazasız belasız devamıyla ve egemen sınıf fraksiyonları arasındaki bozulmuş güç dengelerini yeniden düzenleme amacıyla ilgili bir tutumdur. Burjuva muhalefet, iktidardaki gücün şerrinden duyduğu korkunun çok daha fazlasını halkın muhtemel tepkilerinden ve “yıkıcı” eylemlerinden duyar. Halkın, özellikle de işçi sınıfının kitlesel biçimde katıldığı ve bu nedenle de çeşitli ölçülerde radikalleşme eğilimi gösteren süreçler sermaye açısından kontrolü ve baştan hesaplanması güç, bu nedenle de sonu belirsiz bir yola girebilir. Bu tür kitlesellikler, çoğu zaman en “kendiliğinden” halleriyle devrimlerin “hammaddesini” oluşturur. Bu “hammadde” kendi eyleminin öğrettikleriyle giderek bilinç, şekil ve örgütlülük kazanmasının yanı sıra, kendisine siyasal olarak yön verebilecek devrimci bir önderliğin müdahalesiyle yeni bir toplumsal düzenin kuruluşunu da sağlayabilir. “Sorun” budur!

Siyasal Düzen Toplumsal Düzen Farkı

Yukarıda burjuva muhalefetin barışseverliğinin öncelikle  “toplumsal düzenin” bekasıyla ilişkili sınıfsal bir tercih olduğunu vurguladık. Yani sorun esas olarak toplumsal egemenlik ve siyasi iktidarın burjuvazinin dışında başka bir sınıfın eline geçme ihtimalinin bertaraf edilmesidir. Burada siyasal düzenle toplumsal düzen arasındaki farkı kısaca belirtmek gerekiyor. Siyasal düzen anlamındaki “rejim” kavramı aynı toplumsal sınıfın farklı siyasi egemenlik biçimlerini, farklı “devlet biçimlerini”  ifade eder. Mesela burjuva demokrasisi ile faşizm,  sermaye egemenliğinin farklı siyasal biçimleridir. Ancak “toplumsal düzen” dendiğinde farklı sınıfların egemenliklerini, farklı “devlet tiplerini”  anlarız.  Kapitalist bir toplumla sosyalist bir toplum arasında böyle temel bir sınıfsal egemenlik farkı vardır. Devrimci sosyalistlerin devlet, demokrasi, rejim vb. sorunları illaki sınıfsal temellerde tartışmalarının ve bütün bu kavramların sınıfsal karakterlerini vurgulamalarının nedeni bu çok önemli ayrımlardır.

Burjuva siyasal güçlerin kendi aralarındaki mücadelelerde, bazen işin ayarı kaçsa da (Bu mücadele bazı durumlarda kanlı biçimler alabilir.)  taraflar araç ve yöntemlerini seçerken yukarıda belirtmeye çalıştığımız tarihsel ve toplumsal gerçekleri esas alırlar. Zaten burjuva demokrasisi, bir “ideal” olarak sık sık dile getirilse de, burjuva partilerinin demokrasi konusundaki (pek çok durumda sınırlamalarla dolu) uygulamalarını, bazı hallerde de tamamen demokrasi dışı politikalarını belirleyen husus, temsil ettikleri sınıfın ekonomik-toplumsal çıkarları ve egemenliğidir. Kısacası benzer pek çok ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de “demokrasi” konusundaki tarihsel (yani kronik) sorunlarının varlığı liberallerin iddia ettiği üzere  “zihinsel” falan değil, had safhada sınıfsal ve maddidir ve işin “zihniyet” boyutu bu “maddiyat” üzerinde yükselir, kalıcılaşır.

Hiçbir Fark Yok mu?

Bütün bunlardan yola çıkarak, sınıfsal güç ilişkilerinde ve işçi sınıfı açısından bilinç, örgütlülük ve siyasal önderlik düzeyinde olumlu yönde büyük bir değişiklik yaşanmadığı takdirde, Türkiye’de önümüzdeki dönemde devrimci olmayan yollardan gerçekleşebilecek bir rejim değişikliğinin “bu anlamda” farklı sonuçlar vermeyeceğini söyleyebiliriz. Buradan elbette “hiçbir şeyin değişmeyeceği” gibi saçma bir sonuç çıkaramayız.  En mutedil yollarla da olsa, sadece otokratik Saray rejimine son verilebilmesi bile bu koşullarda çok önemli bir değişiklik sayılmalıdır.  Kaldı ki bu rejimin yıkılması, yerini “daha beter bir şey” almadığı sürece, muhtemel ömrü ve sınırları tartışmalı olsa da en azından fiilen birtakım demokratik sonuçlara yol açacaktır. Bu sonuçlar, kullanılabilmeleri ve genişletilebilmeleri halinde  “hiçbir şey” anlamına gelmeyecek önemli değişiklikler sayılmalıdır.   Bu türden bir demokratik değişim, elbette “tadını kaçırmamak” yani “devlet düzenini bozmamak” şartıyla, bir geçiş döneminde (Tekrar edelim, arada demokrasiyi bir “teferruat” haline getirecek bazı gelişmelerin yaşanmaması halinde) yeni iktidar sahiplerinin kendi vaatleri ve meşruiyetleri açısından da önemlidir. Ayrıca yeni iktidarın, kendi konumu itibariyle eski rejim döneminde işlenmiş son derece aleni bazı suçlar konusunda (ki, bunlardan mebzul miktarda vardır!)   yine kutsal mülkiyet hakkı vb. konularda ölçüyü kaçırmamak  koşuluyla bir takım yasal girişimlerde bulunma, en azından sembolik birtakım yargılamalara gitme  ihtimali de vardır. Buna bir çeşit “balayı” dönemi de denebilir! (Hem kendi aralarında, hem de halkla.)

Kısacası otokratik Saray rejiminin devam etmesiyle sona ermesi arasında “tarihsel-toplumsal” planda olmasa da “güncel-siyasal” planda, değerlendirilebilmeleri halinde epeyce işimize yarayabilecek farklılıklar olacaktır.  Bu nedenle, ileriye doğru bir adım atabilmek için tarihsel olarak genel bir doğruyu ifade etse de konjonktürel- güncel planda bize herhangi bir “pratik” fayda sağlamayacak “Bunların hepsi birbirinin aynı” saptamasının ötesine geçebilmek zorunludur. Bu elbette burjuva muhalefetle ilgili birtakım umutlarımız olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, var olan koşullar, “güçlendirilerek” restore edileceği söylenen AKP öncesi rejimin malum nitelikleri ve bu muhalefetin bileşimi hesaba katıldığında,  bir iktidar değişikliği durumunda dahi,  görünürde neşeli bir “balayının” ardından hayal kırıklığıyla sonuçlanabilecek bir sürece girmiş bulunuyoruz. Yani sürecin epeyce kısa sayılabilecek bir sürede  “can sıkıcı” bir hal alması kaçınılmaz gibidir.

İşçi Sınıfı.?

Bitirirken daha sonra üzerinde kapsamlı olarak duracağımız bir konuya da kısaca değinelim. Yukarıda da belirtildiği üzere “demokrasi” vb. sorunlarda asıl farklılığı sağlayacak olan husus emekçi kitlelerin ve elbette başta da işçi sınıfının, sözünü ettiğimiz değişim sürecine dahil olma biçimidir. İşçi sınıfının ideolojik ve politik olarak burjuvaziden bağımsız bir yol izlemesiyle sermaye fraksiyonlarından birinin veya diğerinin kuyruğuna takılması arasında çok büyük farklar vardır.

Büyük toplumsal gelişmelerin kaderinin “siyasi arenada” belirlendiği gerçeğinden yola çıkarak sözü edilen sınıfsal bağımsızlığın  (veya bağımlılığın) en belirleyici unsurunun siyasi önderlikler olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar sınıf karakterleri, ideolojileri, güç ve kavrayışları oranında değişimin yönünün belirlenmesinde çok kritik roller üstlenirler.  Ancak, pek çok zaman olduğu gibi bugün de işin en kötü yanı, bırakın daha ötesini, bir geçiş döneminde ortaya çıkabilecek boşluk ve çatlakları devrimci bir tarzda ve işçi sınıfının özgürleşmesi yönünde kullanabilecek güç ve kapasitede bir siyasi önderliğin yokluğudur. Tabii, böyle bir önderliğin inşası, işçi sınıfı ve emekçi kesimlerin içinde derin ve kalıcı bir örgütlenme faaliyetine, sınıf mücadelesinin yasalarına uyarlanmış bir politik ve programatik çizgiye, pek çok konuda planlı bir hazırlığa ve “demokrasi” üzerine edilmiş bir sürü lâfın arasında ağızda gevelenmeden ifade edilen bir sosyalizm hedefine sahip olmaya bağlıdır. Aksi halde, en iyi koşullarda,  sınırları burjuvazi tarafından belirlenen,  onun insafına kalmış, yani gerektiğinde geri alınabilir bir  “demokrasiye” mahkûm olmak ve neticede yenilmek kaçınılmazdır.

                                                                    

Yazar Hakkında