İSTANBUL…İSTANBUL…

<strong>İSTANBUL…İSTANBUL…</strong>

Hakkı Yükselen

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasaklı olmasına yetecek bir hapis cezası verildi. Gerçi işin daha istinafı, Yargıtay’ı var, ama kararın onaylanacağı kesin gibi. Aslında her zaman olduğu gibi yine bir “Olur mu olur!” durumuyla karşı karşıyayız!  Orta karar bir “burjuva yasallığının” bile geçerli olmadığı Türkiye’de bu türden keyfi kararlara veya “Ben yaptım oldu!” durumlarına çoktan alıştık.

Türkiye’de  “Yok artık, o kadarını da yapamazlar!” aşaması çoktan geçildi. Elbette fazla tepki gören bazı girişimlerin bir süreliğine ertelendiği oluyor. Ancak rejimin bekası için gerekli görülenlerden asla vazgeçilmiyor. Bu tür rejimlerin akıl ve mantık ölçütleri de farklı. İç ve dış politikada hemen her şeyin “sınır ötesi” bir hal almasının, zaman zaman çılgınca işlere kapı aralanmasının nedeni bu. İktidar uzun süredir hem içeride hem dışarıda sorunlara esas olarak “fiziksel güç” dengeleri üzerinden bakıyor, sonuçları bunun üzerinden hesaplıyor.  Tabii, “Elinde çekiçle gezenin her şeyi çivi olarak görmesi” de kaçınılmaz.

İmamoğlu’na verilen cezanın siyasi olduğu açıkça ortada. Davanın açıldığı zamandan farklı olarak bugün bu kararın, öncelikle İstanbul Belediye Başkanı’nın muhtemel bir cumhurbaşkanlığı adaylığının önünün kesilmesini ve 6’lı Masa’da çatlak yaratmayı hedeflediği yaygın bir görüş.  Gerçi iktidarın bu kararla İmamoğlu’nun önünü açacak bir hata yaptığını söyleyenler de var. Ancak kararın en tepeden gelen bir emirle onaylanması halinde İBB Başkanı’nın siyaseten yasaklı bir duruma düşeceği ve aday olamayacağı da ortada. Ha, ileride ne olur ne olmaz o ayrı bir konu! Ayrıca iktidarın İmamoğlu’nun daha güçlü bir aday olarak karşısına çıkmasını sağlamak gibi, nedenini sadece kendisinin bildiği şeytani bir planı olduğuna dair herhangi bir kanıt da yok! Bu konuda belirli bir “bilinmezlik” payı da bırakarak ortada rejim açısından zannedilenlerden çok daha “düz” bir amacın olduğu söylenebilir.

“Tacın İncisi…”

Ancak iktidar açısından bir de “tarihsel” sorun var; bu aynı zamanda “tarihsel bir kişilik” olarak RTE’nin de kişisel sorunu!  Zaten dava sürecinin başlangıç koşulları ve ilk hedefi düşünüldüğünde   Erdoğan ve rejimi açısından asıl sorunun “İstanbul” olduğu görülür. Bilindiği üzere İstanbul’un 2019’da kıran kırana bir mücadele ve sonunda büyük bir oy farkıyla muhalefet tarafından alınması iktidar üzerinde hem maddi, hem de manevi yönden büyük bir yıkım etkisi yarattı. Zincirin en önemli halkası kopmuş, “tacın incisi” düşmüştü. O andan itibaren RTE ve Saray rejiminin en büyük hedefi ne yapıp edip İstanbul’un geri alınması oldu. Bu hedef, rejimin varlığını sürdürmesi açısından her yönüyle kilit bir öneme sahipti.  Rejimin son üç buçuk yıldır yürüttüğü kampanya ve komplolara bakıldığında stratejik olarak İstanbul’un   İmamoğlu’nun siyasi konumu ve istikbalinden çok daha önemli ve öncelikli olduğu görülür.

Bu önem ve öncelik boşa değildir. “Dersaadet”in iktidar tarafından şu veya bu yolla geri alınmasının veya “yeniden fethinin”  çok önemli birkaç sonucu olacaktır. Böyle bir gelişme, seçimlere zaten az bir zaman kaldığı gerekçesiyle aksi iddia edilse de muhalefet saflarında moral bozucu bir etki yaratacak, iktidar açısından da bugüne kadarki en büyük kaybının telafisi anlamına gelecektir.  Bir diğer sonuç da iktidar ve çevresinin ilk ve tükenmez sermayesi olan son derece önemli ekonomik kaynakların, rant ve servet aktarım mekanizmalarının denetim ve yönetiminin yeniden ve tam olarak ele geçirilmesi olacaktır. İktidarın daha uzak geçmişinden (mesela 1994’ten) itibaren İstanbul’a neler neler borçlu olduğu bilinir! Seçimlere bu kadar az bir zaman kala İstanbul’a el koymanın iktidara “ekonomik” açıdan pek bir fayda sağlamayacağını söyleyenlerin göremediği önemli nokta şudur: İstanbul’un bütün maddi imkânlarıyla yeniden rejimin eline geçmesi, diğer telafi edici maddi-manevi etkilerinin yanı sıra, ağır yoksullaşma ve hayal kırıklığı nedeniyle kendisinden kopan, en azından tereddüde düşen seçmen kitlesinin, yeniden bir “gelecek” beklentisiyle geri döndürülmesinde ciddi bir avantaj sağlayabilir. Ayrıca, böyle bir kazanım, yıllar boyu İstanbul Belediyesi’nin kaynaklarından beslenmiş, birtakım vakıf ve tarikatların işe çok daha militan bir gayretle sarılmasına yol açacaktır. Bunlar, İstanbul belediyesinin kaynaklarının birkaç aylık bir “seçim ekonomisi” sürecinde kullanılması imkânından çok daha büyük bir kazanım olacaktır.

Bunların dışında,  İstanbul Belediyesi’nin maddi imkânlarının CHP’ye, muhalefette olmasına rağmen, özellikle pandemi döneminde önemi daha da artan sosyal yardımlar ve hizmetler alanında, bütün engellemelere rağmen kendini gösterme ve iktidara gelmesi halinde yapacakları konusunda örnekler sunma imkânı sağladığı unutulmamalıdır. Yoksullaşmanın bu derece arttığı bir dönemde bunun büyük önemi vardır. Bu imkânın muhalefetin elinden bir an önce alınması gerekmektedir.

Bütün bunlardan dolayı İstanbul hem muhalefet, hem de iktidar açısından had safhada önemli bir mücadele alanıdır. 2019’daki “İstanbul zaferi” muhalefet açısından bu iktidarın yıkılabilirliğinin başlıca kanıtı olmuştu. Saray rejimi ise, şehri bir biçimde yeniden “fethetmesi halinde bunu “ebedi varlığının” bir kanıtı olarak sunacaktır. Yani sorun sadece İstanbul’un “bugünü” ile sınırlı değildir. “Binali Bey mi, Sisi mi?!” komikliği bir yana “Türkiye’nin kilidi” olarak İstanbul rejim için gerçekten bir “beka” ve gelecek sorunudur…

İstanbul, CHP’nin, İmamoğlu’nun ve diğerlerinin sınıfsal aidiyetlerinden ve siyasal varlıklarından, ideolojilerinden bağımsız olarak bizi de çok yakından ilgilendiriyor. 2019 yerel seçimlerinde tutumumuzu, bu nedenle, “Kime oy verdiğimiz değil, ‘neye’ oy verdiğimiz önemli!” diyerek açıklamıştık. “Kavgalarımızın Şehri”, biz emekçiler için de bir gelecek sorunudur.  Ve onun gerçek kurtuluşu, burjuva muhalefetin kitlelerin enerjisini sınırlamaya çalıştığı “demokratik ruh çağırma seanslarıyla” değil, emekçi kitlelerin bağımsız ve örgütlü eylemleriyle mümkün olacaktır…

“Artık bu şehirde yaşanmaz!” diyenlere bakmayın, İstanbulsuz olmaz; İstanbul Türkiye’dir..!

Yazar Hakkında